Engels, bir siyasal partinin bir sınıfın programını savunur görünüp de başka bir sınıfın çıkarlarını savunmak durumunda kalmasını, o siyasal partinin başına gelebilecek en büyük felaket olarak tanımlar. Engels'e göre, böyle bir eğik düzleme ayak basan bir parti, iflah olmaz biçimde yitiktir artık.

Bir siyasal parti için söz konusu olan şey, kişiler için de geçerlidir. Bir sınıf adına hareket ettiğini iddia edip karşıt sınıfın çıkarlarını savunma eğik düzlemine geçen kişi, politik olarak yitmiş demektir.

Kemal Okuyan, partisinin taraftarlarını da hayrete düşüren bir gayretkeşlikle, Rusya'nın faşist Ukrayna'ya açtığı savaşın tam karşı cephesinde yer alarak işte bu duruma düşmüştür. Her türlü demagojik yanıta önlem olarak şimdiden şunu söyleyelim: Kemal Okuyan elbette “biz Ukrayna tarafındayız” demedi; demiyor. Böyle bir akılsızlığı yapmayacak kadar uyanıklığa sahip olduğu belli. Ama savaşta Rusya karşıtı olduğunu her fırsatta, kapı kapı, kanal kanal dolaşıp anlatıyor.

En azından biliyoruz ki, bu savaşta, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri ile Rusya'nın zaferinden yana değil. Peki bu ne anlama geliyor? Bu savaşın olgularla kanıtlanabilir karakteri, savaşın, antiemperyalist ve antifaşist olduğudur.

Bunu göstereceğiz. Ama şimdiden şunu söyleyebiliriz artık: Kemal Okuyan işte bu karaktere sahip savaşta, en azından Ukrayna faşizmi ve bu savaşı yöneten ABD-İngiliz emperyalizmi ile bu iki emperyalist devletin etrafındaki küçük çakallar gibi kümelenen diğer emperyalistler üzerinde Rusya'nın ve iki Halk Cumhuriyeti devrimci güçlerinin zaferinden yana değil. “NATO yenilmez” diye müjde gibi bir garanti veriyor ve “yenilse bile ne olacak, yerine onun gibi bir başka örgüt geçecek” diye ekliyor.

K.Okuyan'ın mutluluğu NATO'nun yenilmeyeceğini hayal etmesinden ibaret değil. Savaşın NATO'nun dünden bugüne çöküşüne neden olacağını sananların iyimserliğinin” yok olmasından keyif aldığı da anlaşılıyor.

“Ukrayna’da savaş, ABD emperyalizminin hegemonyasını korumakta yaşadığı sorunların dünden bugüne NATO’nun çöküşüne neden olacağını sanıp, Putin’in öldürücü darbe vurduğunu sananların iyimserliğini yok edercesine sürüyor.”

Kim bu “iyimserler” bilmiyoruz. Böyle “iyimserler” gerçekte oldu mu, yoksa K.Okuyan kendine haklılık kazandırmak için uyduruyor mu; onu da bilmiyoruz. Yine de böyle bir iyimserliğin NATO'nun yenilmezliğine iman getirmekten bin kat daha evla olduğunu her gerçek devrimci kabul edecektir. Proletaryayı, emekçi sınıfları, ezilen halkları NATO'nun yenilebilirliği ve daha önemlisi mutlaka yenileceği konusunda cesaretlendirmek, bu konuda iyimserlik yaymak emperyalizme, kapitalizme ve faşizme karşı savaşta önemli bir yaklaşımdır. Varsın K.Okuyan “NATO Yenilmez” diye karamsarlık yaysın.

Şimdi savaşın antifaşist, antiemperyalist karakterini göstermeye başlayabiliriz. Ukrayna savaşı gerçekte ne zaman başladı? Kemal Okuyan'a ve onunla birlikte İngiliz, Amerikan emperyalistlerine; bu iki emperyalistin arkasında küçük çakallar gibi hizalanan Avrupalı emperyalistlere sorarsanız yanıt belli: 24 Şubat 2022. Yani Rusya'nın “Özel Operasyon” ilan ettiği tarih. Daha doğrusu, K.Okuyan için bu bile değil. K.Okuyan'a göre “her şey Putin'in Ukraynalılara “siz Russunuz, biz bir aileyiz, size gerek yok” demesiyle başlamış.

Yani yitik “komünist”imize göre, 2014 “Maydan” faşist darbesi yok; bu faşist darbeye karşı ayaklanan Donbasss halkı yok, faşistlerin Odessa katliamı ve hem Rusya'da hem de Ukrayna'da bu katliama duyulan infial yok; tam sekiz yıllık zaman zarfında faşist saldırılar sonucu katledilen on dört bin kişi yok; Minsk anlaşmaları vb vb zaten yok. Ne var peki? Putin'in bir sözü var; hepsi bu. Biz uzatmayalım ve başta kendi okurlarımız olmak üzere herkese linkini verdiğimiz bu ibretlik röportajı tekrar tekrar izlemelerini önermekle yetinelim.

Gerçek, yitik “komünist”imizin söylediği gibi mi? Elbette değil. Savaş hazırlığını çok daha gerilere çekmek mümkün olmakla birlikte, gerçekte savaş 2014'te Ukrayna'da emperyalistlerin tezgahladığı “Maydan Darbesi” ve bu darbeyle birlikte emperyalistler tarafından hazırlanıp yönetilen faşistlerin Odessa dahil, her yerde kanlı katliamlar yapmasıyla başladı. Donbasss bölgesinde antifaşist güçler bu faşist darbeye karşı ayaklanarak Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerini ilan ettiler.

Sovyetler Birliği dönemini “kriminal”, Sovyet Kızıl Ordusuna karşı Hitler faşizmi ile işbirliği yapan Bandera köpeğini kahraman ilan eden Ukrayna'daki faşist iktidar bu iki Halk Cumhuriyetini ortadan kaldırmak için bünyesine faşistleri resmen kattığı ordusunu harekete geçirdi. Böylece savaş, 2014'te başlamış oldu. 2014-2022 arası geçen sekiz yıllık süreçte faşist Ukrayna ordusu, Donbass bölgesinde pek çok yerleşimi ele geçirerek işgal etti. Aynı süre içinde faşizme başkaldırmış Donbass halkından en az on dört bin insan faşistler tarafından katledildi.

Savaşın gerçekte 2014 faşist “Maydan Darbesi”yle değil, 24 Şubat 2022'de Rusya'nın askeri müdahale kararıyla başladığını kabul ettirmek, tarihi oradan başlatmak ABD-İngiliz ve diğer tüm emperyalistlerin özel önem verdikleri bir noktadır. Onlar için milat 24 Şubat 2022'dir; öncesi yoktur. Tuhaf (!) bir benzerlikle, K.Okuyan da, Donetsk ve Lugansk Halk Halk Cumhuriyetleri'nden, suçlunun suç mahallinden kaçması gibi, hiç söz etmez; ya da etmek zorunda kaldığı durumlarda el çabukluğu ile geçiştirmeye çalışır.

Şimdi K. Okuyan'a şunu sormanın zamanı: Sözünü ettiğimiz tarihler arasında geçen sekiz yıllık zamanda on dört binden fazla insan faşistler tarafından katledilirken “büyük insanlık”a çağrı yapmak neden aklına gelmedi? Sekiz yıl boyunca aklın neredeydi? Çok önem verdiğin “sınırlar” çiğnenince mi aklın başına geldi? Donbass, sınırları faşist Ukrayna ordusu tarafından çiğnenip işgal edilirken “büyük insanlık”a çağrı yapmayı neden akıl edemedin? Yoksa orası zaten Ukrayna toprağı mı diyorsun? Bu ve bunun gibi daha pek çok soruyu, düşünmesini bilen, eleştirel bakabilen gençlerin de soracaklarına inanıyoruz. Emperyalistleri anlıyoruz. Onlar, çıkarları neyi gerektiriyorsa ona uygun davranıyor; siyahı ak, akı kara göstermekten çekinmiyorlar. Peki ya kendine “komünist” diyen birine ne demeli?

Çok açık, bu savaş faşizme karşıdır. Başka bir ifadeyle, bu savaş, antifaşist bir savaştır. Ama hepsi bu değil. Bu savaş antiemperyalist bir savaştır aynı zamanda. Olgularla kanıtlanabilir bu gerçeği K.Okuyan ve onun gibi düşünenlere anlatmaya bir soruyla başlayalım. Bu savaşı kim yönetiyor? Zelensky denen şarlatan mı? Ukrayna ordusu mu? Faşist Azov, Sağ sektör vb taburları mı? Bunların hiç biri. Savaşı, doğrudan ve üstelik sahada yöneten bizzat emperyalistlerdir.

Emperyalistlerin Ukrayna'ya on milyarlarca dolarlık ve her türlü ağır silahı yığmalarından, dünyanın tüm neo-nazilerini, yani düpedüz nazilerini Ukrayna'ya taşımalarından söz etmiyoruz. Bunları artık herkes biliyor. Ama savaş uzadıkça emperyalistlerin savaşla ilgisine dair başka gerçekler de ortaya çıkıyor. NATO görevlilerinin bizzat savaştıkları gibi gerçekler. Ama gittikçe görüyoruz ki bu gerçekler bile devede kulak.

Liberal Fransız Le Figaro gazetesinin bir muhabiri savaşı kimin yönettiğini gösteren bir bilgiyi geçiyor. Savaşı yakından takip eden Hazal Yalın haberin önemli gördüğü kısmını Türkçeye çevirip aktarmış. Özet haliyle şu:

Fransız Le Figaro muhabiri Georges Malbrunot, Ukrayna savaşında sahadaki yetkilerin Amerikalılarda olduğunu yazıyor. Malbrunot, Fransız “gönüllülerin” Ukrayna’ya gidişine eşlik etmiş; burada sahadaki durumun komutasının Amerikalılarda olmasından şaşkınlık duymuş. Hatta Amerikalılar, Fransız gönüllüleri neredeyse tutuklayacak olmuşlar; sonuçta bunlar, “savaş bitene kadar” savaşacaklarına dair bir sözleşmeye imza atmak zorunda bırakılmışlar. Malbrunot mülakatın devamında, savaşın başından beri Amerikan Delta kuvvetlerinden başka İngiliz SAS birliklerinin de Ukrayna’da olduklarını yazıyor.”

Hazal Yalın, link de veriyor:(http://www.defenddemocracy.press/french-journalist-claims-americans-are-in-charge-in-ukraine-i-found-myself-facing-the-pentagon/)

Çok açık, Rusya'nın Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri devrimci kuvvetleriyle birlikte yürüttüğü bu savaş, emperyalistlere karşıdır. Başka bir ifadeyle, bu savaşın bir başka yönü, antiemperyalist olmasıdır. Proletarya adına, sosyalizm mücadelesi verdiğini ileri süren “Komünist”imiz, dünya proletaryasının, emekçi halklarının en büyük düşmanlarının karşısında açık ve net bir tutum alacağına, “büyük insanlık”tan yana olmak gibi laf salatasıyla, gerçekte tavırsız kalıyor. Böylece, ister istemez, kendini emperyalistlerin yanı başında buluyor.

“Ama, diyor 'komünistimiz' Rusya kapitalist ve dahası yayılmacı”. Rusya'nın kapitalist olduğu doğru. Ama sevgili “komünist”imiz bu her şeyi açıklamaya yetmiyor. Bazı şeyleri açıklayabilmeniz, dahası anlam verebilmeniz için bundan daha fazlası gerekiyor size. Örneğin, dünya burjuvazisinin tümden gericileştiği, karşı-devrimci, antikomünist konumda olduğu çağımızda kapitalist bir devlet nasıl oluyor da “Yüzyılın Komünü” dediğimiz Küba'yı destekliyor? Nasıl oluyor da, bildiğimiz klasik anlamda bir kapitalist devlet, komünizmin simgesi olan Küba'yı, onu yerle bir etmek için her şeyini ortaya koyan ABD ve diğer tüm emperyalistlere karşı destekliyor, kol-kanat geriyor; Küba'nın en zor zamanlarında 32 milyar dolarlık borcunu siliyor; Fidel Castro, o ilkeli, o düşüncelerinden asla taviz vermeyen büyük komünist Rusya ve Putin'den övgüyle söz ediyor? Bu konuda sözü uzatmak istemiyoruz. Küba-Rusya ilişkilerini merak eden şu linke bakabilir.

Şu gerçeği görüyor, biliyoruz: Emperyalist devletler, başlarında ABD, dünyanın neresinde olursa olsun, en ufak bir ilerici, demokratik, sosyalist yönelimli vb. bir hareket varsa onu anında boğmak için bütün güçleriyle seferber oluyorlar. İlk işareti ABD emperyalizmi veriyor; diğer emperyalistler, efendilerinin buyruğuna harfi harfine uyan çakallar misali ABD'nin işaretine uygun, boğulmak istenen hareket ya da ülkenin üzerine çullanıyorlar. Küba zaten biliniyor; söze hacet yok. Venezuela, ABD'den işaret gelir gelmez, bütün emperyalist devletlerin hışmına uğradı. Nikaragua aynı şekilde. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti aynı şekilde tüm emperyalistlerin hışmına uğradı. Örnekler çok, bu kadarı yeter.

Peki, bütün emperyalistlerin elektrik teline konmuş kuşlar gibi, ABD'nin arkasına dizilip bu devletin saldırganlığına katılması bir tesadüf mü? Elbette değil ve açıklamasını ancak çağımızın karakterinin doğru anlaşılmasıyla bulur.

Nedir bu? Kısaca şudur: Çağımız, emperyalist-kapitalist sistemin çöküşü; bu sistemden komünizme geçiş çağıdır. Komünizme geçişi sağlayacak toplumsal devrimler çağındayız. Bu, insanlık tarihinin bir yeni evresidir. Çağımızın bu karakterinden dolayı, istisnasız bütün emperyalist devletler, dünyadaki her türlü ve en ufak bir devrimci gelişmeye karşı aynı safta saflaşıyorlar. Çağımızın sözünü ettiğimiz karakteri, aynı zamanda Ortadoğu'dan Uzakdoğu Asya'ya, Latin Amerika'dan Afrika kıtasına kadar her tarafın neden savaşlar, çatışmalar, isyan ve ayaklanmalarla sarsıldığını da açıklar. Çağımızın aynı özelliği, emperyalistlerin savaş makinası NATO'nun neden tarihte ender görülen, belki de daha önce hiç görülmeyen bir saldırganlık içinde olduğunu da açıklar.

Bu noktada “komünist”imize kötü haber vermek durumundayız: Emperyalizm çöküyor. NATO da, yeniliyor. “Komünist”imiz, kendinden çok emin biçimde ve eski ustası Yalçın Küçük'ü taklit eden hareketlerle “NATO yenilmez” diye kükrüyor. NATO ve emperyalistlerin gücüne bu “inanç” bile “komünist”imizin nasıl yitik biri olduğunu göstermeye yeter. Sorsanız, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg'in bile “NATO Yenilmez” kesinliğinde konuşacağını sanmıyoruz. Aklı başında olan biri böyle bir iddiada bulunmaz. Hem, yitik “komünist”imize Afganistan, Irak, Libya, Suriye; hatta, askeri işgal olmasa da, Venezuela gibi ülkelerde ABD ve NATO'nun nasıl kazanamadığını hatırlatmak isteriz.

Yitik “komünist”imize bu kötü haberi verdikten sonra devam edebiliriz.

Kapitalizmden komünizme geçiş çağı başlamıştır demiştik. Darkafalıların her türlü yanlış anlamasının önünü kesmek için şunu eklemeliyiz. Bu tür çağ dönümleri bugünden yarına, bir ayda, bir yılda ya da on yılda olacak şey değil. Bu dönüşüm bütün bir çağı kapsar. Önemli olan bu çağın başladığını doğru tespit etmektir. Çünkü büyük, tarihsel, sarsıcı olaylar ancak, çağın karakteri doğru anlaşılırsa doğru çözümlenebilir. Unutmayalım ki, - “komünist”imiz de unutmasın-, 1789'da devrimini yapmış Fransız burjuvazisinin gerçek iktidar olması otuz yıla yakın benzersiz savaşım yılını gerektirdi. Kapitalizmden komünizme geçiş de uzun on yıllara yayılmış, benzersiz iç savaşları ve dış savaşları gerektirebilir. Ama ne olursa olsun, başlamış olan, tarihin komünizme akışını dünya burjuvazisi durduramayacak.

Dünya burjuvazisi, tarihin komünizme akışını durduramayacak ama bu, dünya burjuvazisinin tarih sahnesini sessiz sedasız terk edeceği anlamına da gelmiyor. Aksine, içinde bulunduğumuz yüzyılın başından beri, ne tür vahşetlere başvuracağını, insanlığı nasıl kana bulayacağını her fırsatta gösteriyor. Bu günlerde Uzakdoğu Asya'da Çin ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne karşı savaş hazırlıkları yaparak; Orta Avrupa'da Sırbistan-Kosova savaşını, Kafkaslarda Ermenistan-Azerbaycan savaşını; Libya'da Libya iç savaşını kaşıyarak bunu yapıyorlar. Emperyalistlerin kışkırttığı Rusya-Ukrayna savaşı bu tarihsel gelişmenin bir parçası, bir sonucu ve devamıdır.

Emperyalistler, tarih sahnesinde tutunabilmek, kapitalist üretim biçimini ayakta tutmak ve dünya devrimine karşı koruyabilmek için A) Ukrayna'yı -tıpkı Suriye'de yapmaya çalıştıkları ama bir türlü başaramadıkları- Avrupa'nın tam göbeğinde bir karşı-devrim üssü; bir faşist üretim ve ihracat merkezi yapmaya çalıştılar. Böyle bir karşı devrim üssüyle sadece Avrupa'daki değil ama dünyanın dört bir tarafındaki her türlü devrim girişimine, halk ayaklanmasına müdahale imkanı doğacaktı. B) Eski Sovyetler Birliği topraklarında hayaletinden bir türlü kurtulamadıkları sosyalizme dair ne varsa, hepsini kökünden kazımak için Rusya'yı parçalayıp yutmak, mideye indirmek, ve en doğru ifadeyle tam ilhaka uğratmak planları yapıyordu.

Şimdi, yitik “Komünist”imiz sıkı dursun: Putin'in, yani Rusya'daki iktidarın antiemperyalist olmadığını sizden çok daha iyi biliyoruz. Rusya'daki iktidar, antiemperyalist için olduğu için değil, ama emperyalistler tarafından kendisine yaşam hakkı tanınmadığı için emperyalistlerle kafa kafaya geldi. Bu birinci nokta. İkinci nokta ise şudur: Nasıl ki emperyalistler yıkılmış olmasına ve üzerinden otuz yıl geçmiş olmasına rağmen hala sosyalizmin tekrar canlanabileceği korkusundan kurtulamıyorlarsa, Rusya'daki iktidar da Rusya halklarının yurtsever, antiemperyalist bilincinin, sosyalizm özleminin, sosyalizmin yaratmış olduğu değerlerin baskısından kurtulamıyor. Küba'ya yaklaşım bir örnektir. Nikaragua, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ne yaklaşım bir başka örnektir.

Sovyetler Birliği'nin -gerçi yitik “komünist”imiz Sovyetler Birliği değil, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği denmesi gerektiğini büyük bir şey keşfetmiş edasıyla tavsiye ediyor ama, biz bu çocukça tavsiyelere kulak asmadan devam edelim- güçlü etkisinin varlığını biz sürmekte olan savaşta da görüyoruz. Rusya ordusunun tankları üzerinde kimi zaman orak-çekiçli bayrakların görülmesi, Rusya ordusunun armasında orak-çekicin hala kullanılıyor olması, Rusya Savunma Bakanlığı'nın bu yılın Ağustos ayında “antifaşist Kongre” düzenleyeceğini ilan etmesi gibi daha pek çok belirti sayılabilir. Şu haber niteliğindeki mesajı da yitik “komünist”imize göstermiş olalım:

“Nihayetinde “Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, Rus askerlerin Ukrayna’daki operasyon sırasında Rusya bayrağının yanı sıra Sovyet bayraklarını kullandığını bildiklerini belirtti” (18.04.2022 tarihli tweet)

Yitik “komünist”imiz yanlış anlamasın diye, “Sovyet bayrakları” dedikleri şeyin SSCB bayrakları olduğunu da vurgulayalım.

Bunlar elbette klasik bir burjuva devletin ordusunda vb. kurumlarında rastlanabilecek, hatta hayal edilebilecek şeyler değil. Aksine, yitik “komünist”imizin “direnişçi” ilan ettiği Ukrayna ordusu, Sovyetler Birliği'ni anımsatan en ufak bir izi dahi ortadan kaldırmakla meşgul. Örnek verip kanıt göstermeye gerek yok.

Şüphesiz, Rusya burjuvazisi, hadi buna oligarklar diyelim, Kremlin'in bu politikalarından hiç hoşnut değildi. Ne Küba'ya yardım ve destekten, ne Venezuela ile iyi ilişkilerden, ne de özellikle Suriye'ye müdahaleden yanaydılar. Çünkü bu ve benzeri ilişkilerin emperyalistlerle ilişkileri kötüye götürdüğünü, dahası kendi burjuva çıkarlarına uygun olmadığını görüyorlardı.

Tıpkı bunun gibi, oligark dediğiniz burjuvalar, bunların en irileri dahil, mevcut savaşa karşı çıkıyorlar. Belli ki, savaşı önlemeye güçleri yetmeyince bu sefer savaşı mümkün olduğu kadar kısa sürede bitirmesi için Kremlin üzerinde baskı yapmaya başladılar. Bu konuda sayısız kanıt var; bu kanıtları araştırmayı yitik “komünist”imize bırakıyoruz. Şu kadarını söylemekle yetinelim, sosyalizmin, Sovyetler Birliği'nin tahrip edilmesinde büyük rol oynayan antikomünist kadroların en azından bir kısmı, savaşla birlikte soluğu emperyalist ülkelerde aldılar. İsim isim saymaya gerek var mı?

Şu da bir olgudur; geniş anlamda iktidar, yani Putin ve çevresiyle sınırlı olmayan, devletin kilit noktalarındaki kadrolar anlamında, Rusya iktidarı bir bütün değildi; halen de değil. Ama sonuçta, karşı olanlar da istemeye istemeye faşizme ve emperyalizme karşı savaşa sürüklendiler ve halen de sürükleniyorlar. Şimdi bunların birer-ikişer emperyalist ülkelere kaçmaya çalıştıklarını görüyoruz.

Bu savaş, emperyalistler arası bir paylaşım savaşı mı? Kafası karışık yitik “komünist”imiz ve kimi arkadaşları bu soruyu net bir “evet”le yanıtlayamıyorlar. Onlara göre bu bir paylaşım savaşıdır ama emperyalistler arası bir paylaşım savaşı değil. Çünkü Rusya'nın “emperyalist” bir devlet olduğu konusunda netleşmiş değiller. Bu yüzden ne diyeceklerini bilmiyorlar. Bazen paylaşım savaşı, bazen emperyalistler arası paylaşım savaşı vb. kavramları kullanıp duruyorlar. Savaşın bir paylaşım savaşı olduğunu kanıtlamak için savaşın arkasında Rus oligarkların olduğunu öne sürüyorlar. Savaş süreci durumun böyle olmadığının kanıtlarını ortaya çıkarınca bu sefer oligarklar arasında tasnife gidiyorlar. Hiç boşuna uğraşmayın, sinekten yağ çıkaramazsınız.

Bu savaşta, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerinden yana olmak; tankları üzerinde Sovyet bayrakları taşıyan Rusya ordusunun faşistler ve emperyalistler üzerinde zaferini istemek ne Kremlin iktidarını desteklemek anlamına gelir, ne de yitik “komünist”imizin iddia ettiği gibi, “Rusçuluk” yapmak anlamına gelir. Bu sadece, bu güçlerin emperyalistler ve faşistler üzerindeki zaferinin dünya devrimine güç katacağı; NATO'nun yenilmesinin dünya devrimci güçlerine moral ve cesaret vereceği, emperyalist-kapitalist sistemin yıkımını hızlandıracağını görmek anlamına gelir. Şüphesiz bu, bizi mutlu eder, güç ve moral verir. Böyle bir zaferin gerçekleşmesi, -elbette bunun bir garantisi yok, hiç bir savaşın sonucu önceden mutlak biçimde bilinemez- sizi üzecekse, ki öyle görünüyor, oturup nasıl bir politik iflas içinde olduğunuzu düşünün.

Yitik “komünist”imizin “Rusçuluk” yapmak gibi burjuva suçlamalara sarılmak zorunda kalması onun ne kadar çaresiz ve zavallı duruma düştüğünü göstermekten başka bir işe yaramaz. Rusya ordusu ve Donetsk-Lugansk Halk Cumhuriyetleri devrimci kuvvetlerinin faşist Ukrayna ordusu ve onu yöneten ABD-İngiliz emperyalistleri üzerinde zaferini istemek “Rusçuluk” ise, bakın hemen yanı başınızda, sizin sitenizde yazan kimi gazetecilerin dahi “Rusçuluk” yaptığını göreceksiniz. Yani burnunuzun dibine kadar sokulmuşlar. Dahasını söyleyelim, devrimci duygulara sahip çevrenizdeki gençlerin dahi bizimle aynı duygu ve düşüncelere sahip olduğundan emin olabilirsiniz.

2011 krizi sırasında Yunanistan'da kendi militanlarını demir çubuk ve sopalarla donatıp burjuva Meclisin üzerine yürüyen “Kızgın Yunanlılar”ın üzerine saldırtan KKE ile -sahi “kardeş partinizin bu marifetini gençlerinize anlatıyor musunuz yoksa farelerin kemirici eleştirisine mi bıraktınız?- ortak açıklama yapmanız sizin doğruluğunuzu kanıtlamaz. Gerçekten iddia ettiğiniz gibi çoğunluktaysanız bile, bu sadece II. Enternasyonal oportünizminin çoğunluğuna sahip olduğunuzu gösterir.

Sizin yerinizde olsak, burjuva meclisi emekçi kitlelerden sopalı militanlarının zoruyla koruyan KKE'ye değil, Küba Komünist Partisi'ne danışırdık. Kılavuzu doğru seçmezse kişi, kimbilir başına neler gelir!