Döviz krizi dediğimiz, başka ülkelerin parası karşısında TL'nin fiyatı serbest düşüşe geçmiştir. Günlük dille söylersek, “döviz” tutulamıyor. Bu satırların yazıldığı saatte ABD Dolarının TL karşısındaki fiyatı 12.5 Lirayı geçmişti. Gün içinde TL'nin fiyat kaybı %10'luk rakamı buldu. Aynı kaybın diğer ülke paraları, örneğin Euro karşısında da sürdüğünü ekleyelim.

Bunlar günlük olarak yaşanıyor ve biliniyor. Söylemeye gerek yok, günlük dildeki ifadeyle söylersek, TL'deki bu değer kaybı, ücretli emekçilerin aynı oranda yoksullaşması demektir. Yine bu satırların yazıldığı saatte, işçilerin saat ücreti 1 Doların altına düşmüş bulunuyor.

Şimdi herkesin merak ettiği, bu gidişin nereye kadar süreceği ve TL'nin bu değer kaybının gerçek nedenidir. Şimdiden bankaların döviz alım satım işlemlerini artık yapmadıkları söylentisi yayılmaya başlamıştır. İşin söylenti biçiminde yayılması önemlidir, zira bankada döviz hesabı olanlar bu söylentiyle “panik” havasına kapılırlar. Geçmişte, 80'li ve 90'lı yıllarda bunun sayısız örneğini görüp yaşamıştık.

Öte yandan, haftalardır geliyorum diyen mal kıtlığı kapıyı çalmaya başladı. Tarımsal üretim için son derece önemli olan gübre ve zirai ilaç satışları geçici olarak durdurulmuş bulunuyor. Gübre ve zirai ilaç ithalatını ellerinde bulunduran büyük dış ticaret tekelleri ya da firmaları, dövizdeki belirsizlik nedeniyle bayilerine fiyat veremedikleri için satışları durdurmuşlar. Bunlar basına yansıyan haberler; henüz basına yansımayan ama uygulamaya konmuş bulunan sayısız işlemi varın siz düşünün.

Çok açık. Türkiye tekelci kapitalizmi, tekelci kapitalist üretim derin bir ekonomik kriz içinde. Bu kriz artık günler, hatta saatler içinde belirgin biçimde derinleşiyor. Kapitalist ekonomi yangın yerine dönmüştür.

Türkiye tekelci kapitalizminin bugün gittikçe derinleşen krizi, esasında bir döviz/kur krizi değildir. Kriz, kapitalist üretim biçiminin krizidir. Krizde olan sadece döviz değil, kapitalist ekonominin kendisidir. Döviz krizi, ekonominin bu krizinin sadece bir parçasıdır, bir yansımasıdır, bir yönüdür.

Çok kısa ifade etmek gerekirse, kapitalist üretim, artık kendini genişletilmiş biçimde yeniden üretme kapasitesini yitirmiştir. Türkiye tekelci kapitalizminin emperyalizme bağımlılığı, bu süreci hem hızlandırıyor hem de derinleştiriyor. Örneğin, yukarıda verdiğimiz örnekten de anlaşılacağı gibi, tarımsal üretim artık önemli ölçüde emperyalizme bağımlıdır. Gübre ve zirai ilaç sadece bir örnektir; üstelik en önemli örneği oluşturmuyor. Sanayi üretimi, ham ve ara madde girdileri bakımında tam bir bağımlılık içinde. Bankalar, emperyalist mali sermayeye tam bir bağımlılık içindeler. Türkiye kapitalizmi, ihracat yapıp döviz girdisi yapmak için dahi dövize ihtiyaç duyuyor. Çünkü ihracatını yapacağı malların üretimi için gerekli hammaddeleri, ara girdi malları dövizle ithal etmek zorunda. İhraç ettiği her ürünün üçte ikisi ithal girdilerden oluşuyor! O çok övündükleri İHA-SİHA vb. mallarda bile durum bu.

Bütün bunlara, emperyalist mali sermayenin borsa ve bankalar yoluyla yaptığı vurgunları Türkiye'den çıkararak döviz kıtlığına yol açmasını eklemek gerek. Bu vurgunların milyar dolarla ifade edildiğini belirtmeye gerek yok. Krizden, siyasi belirsizlikten korkan büyük sermayenin milyar dolarlarını başka ülkeler kaçırması da işin tuzu biberi.

Döviz krizi tüm bunların sonucu. Ancak bir kez ortaya çıktıktan sonra bu sefer döviz krizi ekonominin üzerinde etkide bulunarak krizi hem derinleştirir hem de hızlandırır. Panik havası en büyük hızlandırıcı haline gelir. Bugün yaşananlarda olduğu gibi.

Dikkat edileceği gibi, buraya kadar politik iktidarın etkisinin sözü dahi edilmedi. Politik iktidarın, güncel pratik biçimiyle söylersek, dinci faşist iktidarın uyguladığı politikaların kriz üzerinde hızlandırıcı, derinleştirici bir etki yarattığı muhakkaktır. Ancak sorunu sadece ve salt dinci faşist iktidarın, hele de onun başının uyguladığı politikalara; Merkez Bankası Başkanı'na vb. bağlamak tam bir darkafalılıktır. Türkiye ilk defa bir “döviz krizi” yaşıyor değil. Dinci faşist iktidarın esamesinin dahi okunmadığı 70'li yıllardan tutalım da, 80'li ve 90'lı yıllara kadar; Demirel'den Ecevit'e, oradan Özal ve Çiller'e dönemine kadar sayısız kez döviz krizleri yaşandı.

Ecevit, Demirel dönemlerinde yağ, benzin, çay, şeker, un vb. vb. akla gelebilecek ne varsa tüm temel mallarda kıtlık yaşandığını biliyoruz. Kısaca, krizde olan tekelci kapitalist üretimin kendisidir. İşçi sınıfını, ücretli çalışan emekçileri, Kürt halkını, yoksul ve küçük köylüyü derin yoksulluğa iten temel, kapitalist üretimin kendisidir. Ortadan kaldırılması gereken işte bu temeldir.

Burada karşımıza çıkacak soru şu olabilir: Bu mümkün mü? Evet bu mümkün, hem de tarihte daha önce hiç olmadığı kadar mümkün. Şu basit ve anlaşılabilir nedenden dolayı: Bugün pratik yaşamda da gördüğümüz gibi, ekonomik kriz tek başına sökün edip gelmiyor. Ekonomik krize politik kriz de eşlik ediyor. Başka bir ifadeyle bugün yaşadığımız şey, çıplak gözle de görülebileceği gibi, ekonomik ve politik krizdir. Tekelci sermaye sınıfı ve politik iktidarı artık eskisi gibi, eski yöntemlerle yönetemiyor (bu, yeni yöntemlere başvurmasının büyük ihtimal olduğu anlamına da geliyor ancak konumuz şimdilik bu değil).

Evet, içinde bulunduğumuz ortamın tanımı, ekonomik ve politik krizdir, yani devrimci durumdur. Sadece tekelci sermaye sınıfı ve politik iktidar yönetemiyor değil; emekçi sınıflar, yoksul kitleler, Kürt halkı, yoksul ve küçük köylü de eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Bir değişim, hem de köklü bir değişim istediklerini her gün sokaklarda duymak, görmek mümkün.

İşçi, emekçi, evine meyve götürmek için bir TL'si bile olmayan yoksul kitleler devrim istiyorlar. Onlar dile getirmeseler de gerçekte istedikleri budur. Onları hiç bir burjuva hükümet kurtaramaz. Kitleler büyük ölçüde bunun farkında ve burjuva partilerin birbirinden farksız olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar. CHP, İYİP gibi gerici/faşist partilerin emekçi sınıfları, Kürt halkını bu derin yoksulluktan, bu faşist terörden, bu baskı ve zulümden kurtaracağını söylemek devrimci bir güç için tam bir aymazlık, kusursuz bir sınıf işbirliği olur.

İşçi sınıfına, yoksul kitlelere, Kürt halkına söyleyeceğimiz tek şey şudur: Devrime hazırlanın, sizi ancak bir devrim kurtarır. Sizi sadece ve sadece bir halk iktidarı kurtarır. Kimse yapmıyorsa Leninistler bunu tek başlarına yapmalı. Hem de saniye bile geçirmeden...