< Tanrılar Çıldırmış Olmalı!

Ukrayna savaşı sonucu kışkırtılan Rusofobik histeri o boyuta geldi ki, artık “kapitalizmin tanrılarının” gerçekten çıldırmış olduğuna kanaat getirmek olası. İş tümden şirazeden çıktı!

Düşünün, kapitalist ülkeler tüm tarihi boyunca avaz avaz savunduğu en “kutsal ilkelerini” bir çırpıda ve alenen ayaklar altına alıyor. Geçmişte kıyısından köşesinden kemirdiği, gizli saklı çiğnediği en kutsal haklar, bugün göstere göstere çiğneniyor. Başına kutsallık halesi geçirilen mülkiyet (düpedüz kapitalist mülkiyet!), günümüz kapitalist dünyasında tüm kutsiyetini yitiriyor!

Ortaçağ Avrupası’nın bağrında gelişmeye başlayan kapitalist üretim ilişkileri, kendi düşünsel egemenliği için de zorlu bir mücadele yürüttü. Rönesans, reform... “Aydınlanma çağı”nı yarattı. Birkaç yüzyılı bulan zorlu mücadelelerle nihayetinde kendi reel dünyasının düşünsel altyapısını egemen hale getirdi.

Bu uzun dönem boyunca evrim geçirerek “insan/yurttaş hakları” olarak biçimlenen görüşler, özünde, kapitalist bireyin hak ve özgürlüklerinin soyutlanmasından başka bir şey değildi. Tarihsel süreç içinde evrimini sürdürdü, sınıflar mücadelesinin evrensel gereklerine uyum göstererek modern güncel halini aldı.

Daha işin başında, İngiltere’de 13. yüzyılın ilk döneminde yayımlanan Magna Carta, 9. maddesinde, kralın ağzından “borçlunun taşınabilir malları borcunu ödemeye yeterli olduğu sürece topraklarına veya rantına el koymayacağız” diye “mülkiyet hakkının kutsallığını” kabul ediyordu.

ABD 1776 tarihli “İnsan Hakları Bildirisi” (Virginia Bildirisi) ilk maddesinde “mülkiyet hakkını” temel insan hakkı olarak belirliyor, 6. ve 11. maddelerde yeniden ve yeniden “mülkiyet hakkı” üzerinde duruyordu.

Keza Büyük Fransız Devrimi, 1789’da yayımladığı “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”nin 2. maddesinde “mülkiyet hakkını” temel insan hakkı olarak ilan ediyor ve 17. maddesinde Mülkiyet dokunulmaz ve kutsal bir hak olduğu için yasa ile belirlenen kamu ihtiyacı açıkça gerekmedikçe ve adil ve peşin bir tazminat ödenmedikçe kimse bu haktan yoksun bırakılamaz.” diyordu.

İkinci Dünya Savaşının büyük yıkımları ardından kurulan Birleşmiş Milletler’in, 1948 sonunda Genel Kurulda yayımladığı bildirgede, Fransız Devriminin bu maddesi, hem de 17. Madde olarak, yer alacaktı: 1. Herkesin, tek başına ya da başkalarıyla ortaklık içinde, mülkiyet hakkı vardır. 2. Kimse mülkiyetinden keyfi olarak yoksun bırakılamaz.”

“Mülkiyet hakkı”, kapitalist ilişkilerin en hassas noktasıdır, genetik kodudur. Onun varlık gerekçesidir. Ona karşı işlenen suçlar, kapitalist sistem için asla bağışlanmaz suçlar kategorisindedir.

Kuşkusuz kendinden önceki özel mülkiyete dayalı toplumlar gibi, kapitalist toplum da, bu mülkiyetin binbir türlü hile ve cebir ile el değiştirmesini içerir. Hadi popüler dille ifade edelim. Her tür “mala çökme”, kapitalizmin tüm tarihine içkindir. İster ABD kuruluş sürecindeki gibi örgütlü korsanlık şeklinde olsun, ister en vahşi mafya yöntemleri yahut günümüz tekellerinin korkunç rekabet biçimlerinde olsun, verili mülkiyetin “kanun dışı” yollarla el değiştirmesi, kapitalist toplum açısından olağandır. “Saddam’ın altınları” olayında olduğu gibi savaş ve yağma ile (“ganimet”), veya Libya/Kaddafi olayında olduğu gibi Avrupa bankalarındaki Libya devletine ait paralara el koyarak bizzat Libya’ya karşı savaşın buradan finanse edilmesi türünde uç örnekler de bu türden “mala çökme” kategorisine dahildir.

Ama tüm bunlar, “kanun dışı” yollardır, fiilen gerçekleştirilir ve çoğu zaman herkesin bildiği sırlar olarak gizli kapaklıdır. Görünür alanda ise “mülkiyet hakkı” özenle korunur. Ya da “korunurdu” demek gerek.

Ukrayna savaşı sonrası Rusya’ya uygulanan yaptırımlar (ki sayısı 6 bini geçti!), bu “mala çökme” işini artık yasal ve aleni olarak “mülkiyete saldırı” düzeyine yükseltti. İş o boyuta geldi ki, artık burjuva basının kendisi, mevcut gelişmeler karşısında “Gasp Çağı” manşetleri atar oldu.

Rusya Merkez Bankası’nın emperyalist ülkelerdeki 300 milyar dolarlık varlığı donduruldu. Rus burjuvalarının bu ülkelerdeki lüks yatlarına, lüks konutlarına el konuldu. Pek çok şirket Rusya’da üretimi durdurdu. Çeşitli markalar ülkeden çekildi. Yetmedi. Çeşitli araçların yedek parça vs. teslimatları durduruldu. Tedarik zinciri engellendi. Almanya’da, Rus Gazprom’a bağlı şirkete kayyum atandı. “Enerji arzını sağlama almak” gerekçesiyle yaptılar bunu.

Polonya Rusya’ya ait diplomatik mülklere el koyuyor. Trump zamanında da ABD yapmıştı aynısını. Şimdi Almanya (ve diğer emperyalistler) şirketlere el koyma yolundalar. 800 yıllık tüm metinler, alenen, yasalar önünde çöpe atılıyor.

Emperyalistlerin bu hamlelerinin ardından Kremlin de, önce havayolu şirketlerinin kiraladığı uçaklara el koymakla başladı işe. Sonrasında Rusya’da faaliyetlerini durduran 59 çok uluslu şirkete el koyacağını açıkladı.

Almanya’nın adımlarından sonra Putin, Ortaklarımızın, enerji alanındaki hatalarından ötürü Rusya’yı suçlama ve burada ortaya çıkan sorunları yine Rusya pahasına çözmeye çalıştıklarına tanık oluyoruz. Bazı şirketlerimizin varlıklarının kamulaştırılmasına ilişkin yetkililerin açıklamalarını da duyuyoruz. Bunun iki ucu keskin bir silah olduğunu kimse unutmasın.” diye tehdit etti “kolektif Batı”yı!

İşe bakın. Sovyetler’de sosyalizmi yıkıp kapitalist özel mülkiyeti getirmek için bunca uğraşanlar, şimdi kapitalist özel mülkiyete saldırmak zorunda kalıyor! Daha önce de dikkat çekmiştik. Rusya’nın kapitalist yönetimi bu yönde adım atmamak için alabildiğine direniyor. Ama mevcut karşı karşıya geliş ve emperyalist dünyadaki Rusya karşıtı histeri, Kremlin’i bu saldırılara karşılık vermek zorunda bırakıyor. Kapitalizm yolcuları ayakta kalabilmek için kapitalizme saldırmaya mecbur hale geliyor.

Hoş, denklemin diğer ucunda, tüm dünyaya “neo-liberal ekonomi”yi dayatan, “girişim özgürlüğü”nden, “özel mülkiyetin dokunulmazlığı”ndan dem vuran, bu gerekçelerle ülkelere savaşlar açan, darbeler tezgahlayan emperyalist-kapitalistler, aynı şekilde kapitalist özel mülkiyete saldırıyor. Tarihin cilvesi işte!

Dahası, gün aşırı yenisini açıkladıkları yaptırımlar listesi, küresel kapitalizmin mevcut krizini daha da derinleştirmekten başka bir sonuç yaratmıyor. Örneğin ufukta beliren “gıda krizi”, artık tüm insanlık için yakıcı bir tehdit haline geliyor. Sistemi kurtarmak adına atılan adımlar, insanlığı hem büyük yıkım savaşının eşiğine daha fazla yaklaştırıyor, hem kapitalizme karşı isyan ve ayaklanma koşullarını daha çok olgunlaştırıyor. İnsanlık, barbarlık ve sosyalizm arasındaki Sırat Köprüsü’nde geçiyor. Gerçekten “tanrılar çıldırmış olmalı”!