Türkiye'yi cehenneme çeviren yangınları sel felaketleri izledi. Kastamonu-Sinop-Bartın üçgeninde meydana gelen sel felaketleri çok sayıda insanımızın yaşamını yitirmesine, yüz binlercesinin maddi zarara uğramasına, on binlerce insanın evsiz, barınaksız kalmasına yol açtı.

Van-Batman-Sarıkamış gibi Kürdistan illerindeki sel felaketlerinin yol açtığı insan kaybı, maddi ve ekonomik zarar Karadeniz bölgesindeki sel felaketleri kadar olmasa da, yine de çok büyük. Yangın ve sel felaketlerinin esas olarak işçileri, emekçileri, yoksul kitleleri vurduğunu, onları perişan ettiğini ayrıca belirtmeye gerek yok.

Şüphesiz, yangın, sel gibi felaketler sınıf ayrımı yaparak gelmezler. Ama orta ve üst sınıflar bu felaketlerin kendilerinde yol açtığı maddi, ekonomik zararı kısa sürede telafi etme olanaklarına sahipler. İşçi-emekçi, yoksul kitlelerin durumu ise bambaşkadır. Bu toplumsal kesimler, yangın, sel gibi felaketlerin yol açtığı zararla yıkıma uğrarlar. Öyle de oluyor! Evini, ekinini, hayvanını, malını yitiren yoksul, emekçi hayatta kalma savaşı vermeye başlıyor.

Bütün bu felaketler karşısında dinci faşist iktidar ve faşist devlet ne yapıyor? Tek kelimeyle, hiç; hiçbir şey yapmıyor. Ege bölgesini kasıp kavuran, doğayı, ormanları içindeki canlılarla birlikte küle çeviren yangınları söndürmek için bir girişimde dahi bulunmadı. Bunda, rant elde etme gibi çeşitli nedenlerle kasıt olmakla birlikte, takatsizlik, dağınıklık, ne yapacağını bilememe, hazırlıktan yoksunluk gibi ancak felç olma durumuyla açıklanabilecek nedenler daha baskındır.

Evet, dinci faşist iktidarın ve faşist devletin durumunu açıklayabilecek en iyi kavram “felç” olma durumudur. Şüphesiz bu “felç” olma durumu bir sonuçtur. Dinci faşist iktidarı ve faşist devleti “felç” olma, bir şey yapamaz duruma getiren tekelci kapitalist düzenin içinde bulunduğu ekonomik-politik bunalımdır. Ekonomik-politik bunalım, başka bir ifadeyle devrimci durum ve iç savaş, başta Kürt halkı olmak üzere, işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflarla savaş halindeki faşist devletin, devletin kurumlarının, dinci faşist iktidarın gücünü, enerjisini, zamanını tüketiyor; yoruyor, güçten düşürüyor.

Liberaller, uzlaşmacı küçük burjuva siyasetler dinci faşist iktidarın başının sahip olduğu özel uçak sayısı üzerinden eleştirilerle durumu açıklamaya çalışıyorlar. Başvurdukları argüman, “bu kadar özel uçak alacağına bir kaç yangın söndürme uçağı alınsaydı” biçiminde. Bu tür bir “teşhir” faaliyeti emekçi, yoksul kitlelerde doğru ve kalıcı bir bilinç durumuna yol açmaz. İsraf ve şatafat kapitalizmin temel özellikleri arasında yer alır. Burjuvazi ve onun politik temsilcileri, israf, şatafat ve sefahat içinde bir yaşamdan vazgeçmezler.

Bu birincisi. İkinci önemli nokta, baskı ve teröre dayanan faşizmde “şef”ler ihtişam, güç gösterisi, etrafa korku salacak bir koruma ordusu gibi davranış biçimlerinden vazgeçemezler. Çünkü toplumun en geri yığınını, “küçük insan”ı etkilemenin temel yöntemlerinden birinin, güçlü, ihtişamlı görünmek olduğunu bilirler. Bu anlamda dinci faşist iktidarın başının “itibardan tasarruf olmaz” sözü boşuna, düşünülmeden söylenmiş bir söz olarak düşünülmemeli. İtibar ve güç, faşizmin kitle temeli olma potansiyeli taşıyan “küçük insan”ı etkilemenin en verimli yollarından biridir.

Tam da bu nedenle, Hitler'den Mussolini'ye, Franko'dan Salazar ve Pinochet'ye kadar, güç ve ihtişam gösterisinde bulunmak, bunun bir yolu olarak, arkalarında bir koruma ordusuyla dolaşmak, devasa ve sayısız saraylar yaptırmak bütün faşist diktatörleri kesen bir davranış biçimi ya da politikadır.

Ancak ne olursa olsun, tüm bunlar ekonomik ve politik bunalıma, devrimci durum ve iç savaşa yuvarlanan burjuva toplumu kurtarmaya yetmez. Aksine, kapitalist düzen doğa ve toplumu tahrip ettikçe onun politik kurumları, politik iktidarları güçten düşer, dağılma, çözülme emareleri göstermeye başlar. Takatsiz, harekete geçme güç ve yeteneğinden yoksun hale gelir.

Dinci faşist iktidarın, faşist devletin ve bunların korudukları tekelci kapitalist düzenin bugün başına gelen şey budur. Felç olmuş durumdalar. Dinci faşist iktidarın emekçi sınıf düşmanı yüzü her olayda artık daha fazla açığa çıkıyor. Dün-bugün yangın ve sel felaketleri; gelecekte, şimdiden bilemeyeceğimiz felaketler emekçi sınıfları, Kürt halkını, yoksul kitleleri yıkıma uğratacak benzer sonuçlara artık sürekli yol açacaklar.

Dinci faşist iktidarın ve faşist devletin sel ve yangın felaketleri karşısındaki felç durumları geçici bir yol kazası değil, bundan sonra derinleşerek devam edecek sürecin habercisidir. Genel olarak tekelci kapitalist düzen, özel olarak düzenin politik kurumları, devlet ve faşist iktidar, bırakalım toplumu felaketlerden korumayı, eylem ve politikalarıyla felaketlerin emekçi sınıflar üzerinde daha yıkıcı sonuçlara yol açacak koşulları hazırlamaktan başka bir şey yapamazlar.

Yapamıyorlar da.. Yumurtasını nereye bırakacağını şaşırmış, gıdaklayarak sağa sola koşturan tavuk gibi, bir oraya bir buraya koşturuyor, bir araya gelemedikleri için “kabine” toplantısını habire erteliyor, Bremen Mızıkacıları gibi her kafadan bir ses çıkarıyorlar. Güçlü görünelim derken tüm güçsüzlükleri ortaya çıkıyor; itibar gösterisi yapalım derken etkilemeye çalıştıkları sokağın “küçük adamı” gözündeki itibarları da sıfırlanıyor.

Toplumsal devrim, başka şeylerin yanı sıra, düşmanın bu halinden de güç ve moral devşiriyor.