Kürt işçiler, Suriyeli göçmenler, Afgan göçmenler... Kimi zaman biri, kimi zaman hepsi, doğrudan nefretin yöneldiği nesne haline getiriliyor. Sürekli kaşınan bir toplumsal yara, bizzat devlet eliyle yaratılan hedef tahtası... Üstelik yalnızca dinci faşist iktidar marifetiyle değil, asıl olarak burjuva “muhalefet” eliyle yürütülen aleni kampanyaların ürünü olarak toplumun bedenini saran bir cerahate dönüşüyor yabancı düşmanlığı. Yalan yanlış haberlerle açık hedef yapılıyor göçmenler.

Burjuva düzen güçlerinin söylemleri, istisnasız hepsi, Avrupa ve ABD’nin faşist örgütlerinin söylemlerini bile gölgede bırakacak katılıkta. Burjuva “muhalefet” güçleri, “iktidarı eleştirmek” adına öyle görüşler ileri sürüyor ki, asıl derdin “iktidarı eleştirmek” olmadığı apaçık kendini belli ediyor. Emekçi yığınlarda oluşan öfkeyi bu “göçmen sorunu”nun kaynağına yöneltmek yerine, doğrudan göçmenlerin kendisine yöneltmeye gayret ediyor tüm burjuva partiler. Böylece hükümet partisi veya dinci faşizmin yahut burjuva düzenin kendisi değil, yoksul göçmenler, mülteciler öfkenin ve şiddetin hedefi haline gelmiş oluyor. Sık sık burjuva düzenin “Kristallnacht”larına1 tanık oluyoruz.

Bu konuda hükümetiyle, muhalefetiyle elbirliği yapıyor burjuva düzen. “Muhalefet”in siyasal kampanyalarını bizzat devletin/dinci faşizmin örgütlediği “linç ayinleri” tamamlıyor. Hiçbir şey tesadüf değil. Söylemler, sloganlar, oluşturulan toplumsal atmosfer ve linç ayinleri... hepsi bütünsel bir planın parçaları olarak ortaya çıkıyor.

Yaşanan son örneği, Ankara Altındağ’daki yağma ve linç saldırılarını alın örneğin. Daha yirmi gün önce aynı yerde Kürt işçilere yönelik linç saldırıları olması bir rastlantı mıdır?

Bir kavga ve tırmanan gerilimin hemen ardından Suriyelilere ait ev, araba ve işyerlerine dönük yağma ve talan saldırıları gündeme geliyor. Binaların cam ve çerçeveleri indiriliyor aşağı. Ardından sürekli tekbir getiren dinci bir güruh “Suriyeli avı”na çıkıyor! Saldırganların söylemleri de ilginç: “Suriyeli istemiyoruz, ya onlar gitsin ya bizi gönderin!”

CHP Genel Başkanı’nın “Sığınmacılar en temel sorunumuz. ... Evlerine göndereceğim” söylemi tam da böyle bir toplumsal atmosferin oluşturulması/güçlendirilmesi için söylenmiştir. Bu ırkçı saldırıları örgütleyen, bu güruhları göçmenlerin/sığınmacıların üzerine salan devlet ve dinci faşist iktidar ile “sığınmacıları evlerine göndereceğim” diyen burjuva “muhalefet”, aynı dili konuşmaktadır. Bu zehirli dil, bu insanlık düşmanı düşünceler, ne yazık ki toplumun emekçi kesimleri arasında da çeşitli düzeylerde karşılık buluyor.

Yaşanan onca yokluğun, yoksulluğun, işsizliğin müsebbibi Suriyeli veya Afgan göçmenler veya sığınmacılarmış gibi konuşup duranlara sormak lazım: Göçmenler böyle akın akın gelmezden önce de işsizlik cehenneminde değil miydik? Yine böyle aç, yoksul değil miydik?

Bizi işten atan, işsizlik cehennemine yuvarlayan kim? Yahut, ücretlerimizi belirleyen “ekonomi yasaları”nı göçmen işçiler mi yarattı?

Suriyelileri ve Afganları yerlerinden yurtlarından eden kim? Kendi istekleriyle mi yollara düştü milyonlarca insan? Afganistan’da yirmi yıldır devam eden “bitmeyen savaş”, Washington öncülüğünde emperyalistlerin başlattığı savaş değil mi? Şimdi savaşın yakıp yıktığı bu ülkede yeniden silahlı dinciler iktidara yürüdüğü için göç yollarına düşen yüz binlerce Afgan mı suçlu? Onlar mı biz emekçilerin düşmanı?2

Hele Suriye!..

Suriye’nin, emperyalistler ve onların kiralık dinci çeteleri eliyle yakılıp yıkılmasıyla, özellikle dinci faşizmin en aktif bileşenlerinden olduğu bu yıkıcı kampanya neticesinde, milyonlarca Suriyeli ülkesini terk etti, göç yollarına düştü. Dört milyona yakın Suriyeli de Türkiye’ye sığındı bu dönemde. Hemen her şeylerini yitiren milyonlarca insan, korkunç bir yokluğun içine yuvarlandı. En ağır şartlarda, her tür güvenceden yoksun olarak çalıştırıldı. Bu korkunç şartlarda çalıştırılmak onun tercihiymiş gibi, bundan hoşnutmuş gibi onu suçlayıp durmak, kendi işsizliğinin ve yoksulluğunun sebebi olarak onu görmek, emekçi yığınlar açısından kendini burjuva propagandaya teslim etmek demek.

İşimizi de, ekmeğimizi de çalan patronlardır, diğer işçiler değil! Emekle sermaye ilişkisi evrensel bir ilişkidir. Ne işçilerin vatanı vardır, ne de burjuvaların. Tüm yeryüzü emekle sermayenin mücadele alanıdır. “Yabancı” işçiler “kendi” burjuvalarından çok daha yakındır bu ülke işçilerine. “Yabancı” işçileri ülkelerinden koparıp alan, göç yollarına süren kim? Ülkelerini bombalayan “bizim” devletimizin de yer aldığı yağmacılar topluluğu değil mi?

Bunlar basit doğrular. Ama işin temeline dair, hayati önemde doğrular. Her işçinin, her yoksul emekçinin bunları daima akılda tutması, burjuvazinin zehirli şovenizmine karşı bir kalkan olarak kullanması gerek.

Bizi diğer işçi ve emekçilere düşman etmeye çalışan, doğayı ve toplumu geri dönülmez yıkımlara sürükleyen bu sermaye düzenin yıkılması bir zorunluluktur.

__________

1- 9-10 Kasım 1938’de Nazi Almanyası’nda Yahudilere karşı yürütülen planlı katliamların ilk büyük dalgasına verilen addır. Bu katliamlarda tüm Yahudi işletmeleri ve evleri saldırıya uğradı. Cam çerçeve parçalandı, tüm sokaklar kırık camlarla kaplandı. Sokaklardaki bu camlara ithafen “Kırık Camlar Gecesi” olarak anıldı bu saldırılar.

2- Bu göç esnasında özellikle ABD tarafından eğitilen ve “paralı asker” olarak görev yapmaya hazır bir kesimin olduğu muhakkak. Ve bu türden unsurlar, burjuva gericiliğin elinde pek çok bölgede devrim kuvvetlerinin üzerine salınacak hazır kıtalar olarak yedekte tutulmaktadır. Tıpkı Suriye ve Rojava’da tutulan kiralık dinci çeteler gibi!..