< Maraş’a “Çökmek” İsterken...

Doğu Akdeniz, Körfez ülkeleri ile ilişkiler, İsrail ve Mısır’la restleşme, Yunanistan (ve doğal olarak AB) ile salınıp duran ilişkiler... Hemen hepsinde tam bir bozgun yaşayan, başta söylediklerinin tam tersi sonuçları neredeyse yalvar yakar kabul ettirmeye çalışan dinci faşist iktidar, kendine yeni “efelenme” alanın buldu: Kıbrıs!

Alıştık artık. Mutat olduğu üzere ağızlarından farklı sözler çıkıyor, ayakları farklı adımlar atıyor. Üst perdeden bağırıp çağırma ne kadar büyükse, ayakların “tam gaz geri” pozisyonu o kadar belirgin oluyor. Dört nala kaçarken bile avaz avaz “kahramanlık destanları” okuyor, zafer nidaları savuruyorlar!

Oruç Reis, Barbaros, Fatih, Yavuz... Abdülhamit’in Haliç’e kilitlediği donanma misali, sessiz sakin yatıyor limanlarda, bitmeyen bakımlarda! “Katil Sisi” bir işmar etsin diye atmadıkları takla kalmadı. “Mavi Vatan” sessiz sedasız kaldırıldı tozlu raflara. Bakmayın sahne önündeki afra tafraya. Perde arkasında her şey süt liman. Arada bir “emperyalizme ve siyonizme kafa tutan lider” reklamı için böyle atıp tutmalara izin veriyor “büyük patron”, hepsi bu!

Her tarafta böylesine koşar adım geri giden bir iktidara elbette kendi reklamını yapacak malzeme gerek. Özellikle Doğu Akdeniz’de hasımları hamle üstüne hamle yapıyor, bir araya geliyor ve Ankara’nın hareket sahasını bu derece daraltıyorken (Yunanistan’ın ve Mısır’ın son dönemdeki hamlelerini hatırlamak kafi), Kıbrıs üzerinden bir adım attı RTE yönetimi.

“Büyük müjde vereceğim” diyerek dikkatleri çektiği Kıbrıs ziyaretinden, evlere şenlik “Saray müjdesi” çıktı. Haklı bir hor görü ve alayla karşılaştı bu “müjde”. Ama asıl hamle, sonrasında geldi. “Kapalı Maraş”ın özel mülk olmayan sahillerinin açılması kararını açıklamışlardı daha önce. Şimdi ise yüzde üç buçukluk bir alanını açma kararını duyurdular.

TC operasyonu ile seçimleri kazanan “Ankara’nın memuru” Ersin Tatar (KKTC Cumhurbaşkanı), “Bakanlar Kurulumuz tarafından kabul edilen kararla, Kapalı Maraş'ın yüzde üç buçuğuna tekabül eden bölgenin askeri bölge statüsü kaldırılarak Maraş açılımımızın ikinci aşamasına geçilecektir. Bu adımla, iade talebiyle başvuran hak sahiplerine, Taşınmaz Mal Komisyonu'nun bu yönde bir karar vermesine olanak sağlanacaktır” dedi.

Aynı törende konuşan RTE ise Türkiye ve KKTC olarak izlediğimiz politika tam bir siyasi kararlılık politikasıdır. Rum tarafının karşı propagandasına rağmen Ersin Tatar'ı Maraş konusunda ortaya koyduğu tutum için ayrıca tebrik ediyorum. Maraş'ta hayat yeniden başlayacaktır. Artık Maraş'ta herkesin yararına olacak yeni bir dönemin kapıları açılacaktır. Yıllardır atıl durumda kalan bu bölge çözümsüzlüğün değil Kıbrıs adasının müreffeh geleceğinin sembolü olacaktır. Yeni mağduriyetler oluşturulmayacaktır.” sözleriyle Tatar’a destek verdi. Böylece herkes anlamış oldu ki, son günlerin popüler jargonunu kullanacak olursak, dinci faşist iktidar Maraş’ın belirli bir kısmına “çökmek” için kolları sıvamış durumdadır.

Lokma büyük, kemik yağlı. Böyle bir parçayı mideye indirmesine kimse sessiz kalmayacaktı elbette. RTE’nin bu çıkışına ilk sert tepkiler “müttefiklerden” geldi.

İngiltere Dışişleri Bakanı “Birleşik Krallık, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Maraş'ın kapalı alanının yüzde 3,5'ini oluşturan bir bölgenin yeniden açılması ve yeniden yerleşimine ilişkin yaptığı açıklamaları için derin endişe duymaktadır” dedi.

ABD Dışişleri Bakanı “ABD, Kuzey Kıbrıs lideri Ersin Tatar ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bugün yaptığı, Maraş’ın belirli kısımlarının Kıbrıs Türk kontrolüne devretmeye ilişkin açıklamayı kınıyor. Bu adım, açık bir şekilde 550 ve 789 sayılı BM Güvenlik Kurulu Kararları’yla tutarsızdır. 2020’nin Ekim ayından bu yana Kıbrıs Türk, Türkiye’nin de desteğiyle Maraş’ın sahil kesiminin açılacağını duyurdu ve bu konuda adımlar atmaya başladı. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs, uluslararası toplumun ve BM Güvenlik Konseyi’nin Maraş’ta attıkları tek taraflı adımları durdurma çağrılarını gözardı etti. ABD, Türkiye’nin desteğiyle Maraş’ta atılan adımları kışkırtıcı, kabul edilemez ve görüşmelerde yapıcı bir şekilde yer almaya ilişkin geçmiş taahhütlerden uzak olarak görüyor. Kıbrıs Türk ve Türkiye’ye bugün açıklanan karardan ve 2020’nin Ekim ayından bu yana atılan adımlardan geri dönmesi çağrısı yapıyoruz. ABD, bu endişe verici duruma BM Güvenlik Konseyi’nde değinmek için benzer düşünen müttefiklerle çalışıyor ve güçlü bir yanıt sunulacak. Adada gerilimin artmasına neden olacak tek taraflı provokatif adımlardan kaçınmanın öneminin altını çiziyoruz. Adayı tüm Kıbrıslılar ve daha geniş bölge için iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon olarak yeniden birleştirmek için Kıbrıs liderliğindeki kapsamlı bir çözümü desteklemeye devam ediyoruz dedi.

Bu açıklamayı takiben BM Güvenlik Konseyi toplandı ve Türkiye’yi kınayan bir karar aldı: “Güvenlik Konseyi, Türk liderlerin Kıbrıs'taki açıklamalarını kınıyor. Konsey, önceki kararlarına ve açıklamalarına aykırı olan bu tek taraflı eylemlerden derin endişe duyuyor.”

AB Komiseri Borell “Maraş'ta süreç BM Güvenlik Konseyi Kararları tarafından yönlendirilmeye muhtaçtır. Maraş ile ilgili olarak bu Kararlara uygun olmayan hiçbir işlem yapılmamalıdır. AB, Maraş'taki durumdan Türkiye Hükümeti'ni sorumlu tutmaya devam ediyor” dedi.

İsrail Dışişleri sözcüsü “İsrail, Maraş'ın statüsüyle ilgili Türkiye'nin son dönemdeki tek taraflı eylemlerini ve açıklamalarını derin bir endişeyle takip ediyor. İsrail, Kıbrıs'a tam desteğini ve dayanışmasını yineliyor” diye açıklama yaparken, Rusya, “Durumun istikrarsızlaştırılması ve Kıbrıs sorununa bilinen uluslararası hukuk çerçevesinde bir çözüm bulunmasının önünde ek engeller yaratacak her türlü adımdan kaçınılması gerektiği”ni dile getirdi. Uzun sözün kısası, cümle alem “Kandıralı sen de dur” diye çıkıştı.

RTE’nin “müttefiklere” yanıtı “Biz olumlu bir cevap vermediğimiz sürece Güney Kıbrıs'ın NATO'ya girmesi mümkün değildir” oldu. Böylece bir kez daha NATO’daki veto kartı üzerinden pazarlık sinyali gönderdi.

Tatar'ın Ankara tarafından cumhurbaşkanı yapılması (seçim sürecini başka türlü adlandırmanın imkanı yok çünkü), Türkiye açısından Kıbrıs’ın ilhakı doğrultusunda bir eğilimin güçlendiğinin ifadesiydi. Maraş adımıyla birlikte bu eğilim daha açık hale geldi. Böyle bir eğilimin güçlenmesi, arzu edilmesi, bunun gerçekleşeceği anlamına gelmiyor kuşkusuz.

Uluslararası paylaşım söz konusu olduğunda iktisadi ve askeri güçtür belirleyici olan. Ama bu doğru orantılı bir denklem değildir. Büyük güçlerin yarattığı denge ortamında oluşan boşluklar/gözenekler, bazı istisnai durumlarda çok daha güçsüz aktöre görece geniş hareket sahası sunar.

Türkiye kapitalizmi ve dinci faşist iktidar belirli bir süredir bu gözeneklerde yayılmacı hayallerin beslediği maceralara yönelmekten geri durmadı. Kendi boyunu kat kat aşan bir işe soyunan bu yayılmacı dinci faşist iktidar, hızla çatışma eşiğine yaklaşan hamleler üzerinden pazarlıklar yapmak istedi. “Fetih duaları” eşliğinde işgallere soyundu. Ama Doğu Akdeniz’deki “istikrarsız denge”yi bozarak Pandora’nın kutusunu açtı. Çatışma eşiğine kadar zorladığı tüm hamleleri, kısa sürede boşa düşürüldü. Hamasi nutuklar eşliğinde içe dönük propaganda ve reklam çalışmalarının ötesinde hiçbir gerçek etki yaratamadı. Siyasal gündemden düşürüldü. Unutuldu gitti.

Şimdi Maraş kararının alevlendirdiği yeni gerilimin sonunda tartışmasız bir bozguna daha tanık olacağız. Bunca başarısızlığın art arda geldiği ortamda, dinci faşizmin şoven yayılmacı retoriğe dayalı propagandası tam ters etki yaratmaya başlayacak; Maraş’a “çökme” sevdasıyla çıkılan bu yol, hiç beklenmedik şekilde kendi çöküşleriyle sonlanacak.