“Her çağ kendi Helvetius’unu yaratır” diyordu Marx bir yerde. Her devrimci çağın büyük kahramanlara ihtiyaç duymasını, eğer hazır bulmazsa o kahramanların çağın kendisi tarafından yaratıldığını anlatmaktadır böylece.

Tüm bir tarih tarafından defalarca kanıtlanmış güçlü bir gözlemdir Marx’ın yaptığı.

1960'lı yılların sonu ile 70'li yılların başı bütün dünyada olduğu gibi Türkiye ve Kürdistan'da da devrimci bir çağ ortaya çıkmıştı. Çin, Küba, Vietnam... Ve Cezayir, ve Afrika’nın ayaklanan halkları... Böylesi devrimci çağlar, elbette devrimci atılımı gerçekleştirebilecek önderler ister. Birikip gelenin içinden, o birikimi aşan, sıçramayı başaran, kopuşu gerçekleştiren devrimci önderler...

Deniz, Yusuf, Hüseyin, Sinan bu devrimci çağın ürünü olarak tarih sahnesine çıktılar ve devrim tarihimizi değiştirdiler.

Onların kopuşu gerçekleştirdiği döneme kadar Türkiye ve Kürdistan devrimini sarıp sarmalayan güçlü parlamentarist, sosyal reformist barikatlar vardı. Bu barikatların aşılması, kabukların kırılması gerekiyordu. Devrimin bu genç önderleri işte tam olarak bunu başardılar.

15-16 Haziran büyük işçi ayaklanması, Türkiye burjuva egemenliği için kelimenin gerçek anlamında devrim heyulasının dehşetli bir şekilde karşılarında belirmesi anlamına geliyordu. Devrimci kitle hareketinin doruk noktasıydı. Burjuvazi, egemenliğinin bir ayaklanmayla yıkılma tehlikesini en somut haliyle yaşadı.

Deniz ve yoldaşlarının bu tarihten birkaç ay sonra ilk silahlı eylemlerini yapmaları, ardından Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun kuruluşunu ilan etmeleri bir rastlantı değildi. Kurtuluşun parlamenter yolla gerçekleşmeyeceği bilincinin açığa çıkmasının ve bu bilincin egemen bilinç haline geldiğinin ifadesiydi. THKO'nun ilanı, bu ilana doğru gelinen yolda ilk silahlı eylemler Türkiye ve Kürdistan tarihinde bir kırılma noktası oldu.

THKO'nun ilanı Türkiye birleşik devrim tarihinde bir dönüm noktasıdır. Eski parlamentarist-yasalcı yoldan devrimci tarzda kopulması, sosyal reformizmin reddi, devrimin ancak ve ancak zora dayalı olarak gerçekleşebileceğinin ilanıdır. Denizlerin, hemen ardından da Mahirlerin başlattığı ‘71 silahlı çıkışı yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu çıkışla birlikte buz kırıldı, yol açıldı.

Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının (ve elbette Mahir Çayan ve yoldaşlarının da) tarihsel önemi, tarihsel kişilikleri; tarihte silinmez harflerle yer almaları buradan ileri geliyor. Onlar buzu kırdılar, yolu açtılar ve kendilerinden sonra gelecek bütün kuşakları etkileri altına aldılar.

Denizlerin “devrim önderi” olarak anılması, yalnızca “kahramanlara övgü” değil, tarihsel-toplumsal gerçekliğin en gerçekçi ifadesidir. Onlar, bir yol açarak önden yürüdüler ve kendilerinden sonra gelecek bütün kuşaklara devrimin yolunu; kurtuluşa giden yolu gösterdiler.

Sinan “öyle bir ateş yakacağız ki, bu ateşi kimse söndüremeyecek” derken, tarihsel rollerinin bilincinde olan devrim önderlerine özgü bir özgüvenle konuşmuştu. Çok doğru söylüyordu. O tarihten itibaren, Türkiye ve Kürdistan şehirlerinde, fabrikalarında, köylerinde, okullarında yanmaya başlayan devrim ateşi hiç sönmedi. Faşist darbeler, işkenceler, kitle katliamları, idamlar, sokak ortasında infazlar, dizginsiz faşist terör... akla gelebilecek her şey denendi, ama o ateş asla söndürülemedi!

Denizleşmek, onların yolundan yürümek, onlar gibi olmak demek, onların yaptığını birebir taklit etmek anlamına gelmez. Denizlerin mücadelesinin özü eylemlerinin biçiminde değil, politik hedeflerindedir. Üstüne basa basa söyleyelim. Eylemlerinin politik hedefi, amaçları, yöneldikleri şeydir önemli olan. Nedir Denizlerin eylemlerinin politik hedefi? Burjuva devlet iktidarını ve burjuva sınıf egemenliğini zora dayalı devrim yoluyla yıkarak emperyalizme ve kapitalizme karşı zafer kazanmış bir halk iktidarı kurmak!

Söz konusu olan bu büyük hedef olduğunda, parmak hesabıyla kaç kişi olunduğuna bakılmaz. Ya da örgütsel zayıflıklara. Tarihsel toplumsal kavganın saati çalmışsa, o kavgaya boylu boyunca girilir. Büyük hedefler için kıyasıya bir savaş sürdürülür. Denizler hiçbir güçsüzlüğün, şu ya da bu gerekçenin ardına sığınmadan, bu politik hedefe doğru yürüme cüretini gösterdiler. Onlar, komünistlerin ilk, en başta gelen hedefinin politik iktidarın bir devrimle ele geçirilmesi olması gerektiğini büyük bir cesaret ve cüret örneği vererek gösterdiler.

Kırıntılar uğruna, “mevziler ele geçirmek” uğruna, “hak ve özgürlükler” adı altında reformlar uğruna mücadeleyi değil devrim ve iktidar için mücadeleyi eşsiz bir cüret ve cesaretle en başa koymak gerektiğini öğrettiler.

Denizlerin en önemli mirası işte bu düşünce biçimidir. Deniz, tutsak düştüğünde “devrim yapmaktan geliyorum” sözleriyle bu özü ifade etmiş oldu. Bu, aynı zamanda Leninist düşüncenin özüdür.

Bilinen bir olgudur. Her dönem mücadelenin biçimi, araçları, yol ve yöntemleri, koşullara göre değişir. Ama buradan devrim ve iktidar mücadelesinin geriye çekileceği, “hak ve özgürlükler mücadelesinin” başa geçeceği dönemler vardır anlamı çıkmaz. Devrim ve iktidar için mücadele etmek, bu hedefi en başa koymak için güçlü olmayı beklemek doğru değil. Tam tersine, güçlü olmak isteyen devrim ve iktidar hedefini en başa koymak zorundadır. Denizlerin yaptıkları tam olarak buydu.

Denizlerin cüret ve cesaretiyle davranan; yani birleşik devrimin toplumsal güçlerine parlamento yolunu değil, zora dayalı devrimle iktidarın fethedilmesi yolunu gösterenler emekçi sınıflara gerçek anlamda öncülük edebilirler. Denizlerin adını tarihe altın harflerle kazıyan öz budur.

Tarihin omuzlarımıza yüklediği görev budur. Denizlerin bize gösterdiği yol budur.