Her tekil olayın bir dizi nedeni olur. Ayrıntıya girdiğinizde şu veya bu sebeplerden, şu veya bu tetikleyici olaylardan bahsedilir. Ama bir dizi benzer olayı bir arada aldığınızda, artık tekil olaylardaki ayrıntıların, tetikleyici olayların anlamı kalmaz. Onları ortaya çıkartan daha genel, daha üst bir etken söz konusudur.

Sadece son bir kaç gün içinde Afyon’da, Ankara’da, Konya’da (Konya Meram’da iki ayrı olay oldu kısa süre aralıklarla) Kürt’lere yönelik saldırılar oldu.

Bayramın ilk günü Diyarbakır ve Mardin’den Afyon’a mevsimlik tarım işçisi olarak giden işçiler faşist saldırıya uğradı, 7 kişi yaralandı. Sebebini sorarsanız, “berber sırası tartışması” diyecek birileri. “Sövdü, hakaret etti” diyecek bir başkası. Tabii bu arada genç işçilerden birinin arabayla ormanlık alana götürülmesi, yapılan işkencenin kayda alınması, “Kürtçe konuşuyorsunuz, teröristsiniz” haykırışları boğuntuya gelecek!

Olaylar fazlasıyla tanıdık. Tarafların ifadesi alınıyor, tarım işçisi Kürt aile “sınır dışı” edilerek memleketlerine gönderilmek isteniyor... Saldırganlar her zamanki gibi “sıyrılıyor” işin içinden.

Ankara Altındağ’da da hayvan kesim alanında iki aile arasında “dışkı dökülme alanı” nedeniyle kavga çıkıyor. Silah kullanıyor Kırıkkaleli aile. Mardinli aileden 4 kişi yaralanıyor. “Basit bir meseleden patlayan kavga” işte! Ama her ne hikmetse, yaralılarını görmeye hastaneye gidenler bekçi saldırısından, polis şiddetinden nasibini alıyor!

Yine bugün, Konya Meram’da 60 kişilik bir grup, Kürt aileye saldırıyor. 43 yaşındaki Hakim Dal, bu saldırıda katlediliyor. Yirmi yıldır o bölgede yaşayan aileye “buraları satıp gideceksiniz” diye tehditler savuruyorlar. Tartışma “hayvan otlatma meselesi”nden çıkıyor. Sonuç? 60 kişi silahlarla geliyor, ateş açıyorlar ve Hakim Dal hayatını kaybediyor!

10 gün önce, 12 Temmuz’da, yine Meram’da 7 kişilik aile vahşi bir saldırı ile karşılaşmıştı. Ağır yaralananlar arasında kadınlar da vardı. Tek tek nedenler sıralayarak “izaha” çalışmanın gereği yok. İncir çekirdeğini doldurmaz nedenler sıralayıp durur olayın failleri her daim.

“Şeytan ayrıntıda gizlidir” mi diyorsunuz hala? Ayrıntıya değil, tekil olaya değil, genele bakın. Sakarya'daki fındık işçilerinin uğradıkları saldırıyı, mahkemelerin takipsizlik kararı verdiğini unutmadık henüz! Şöyle üstün körü bir linç saldırıları derlemesi bile saldırıların raslansal olmadığını, bir genel eğilimin sonucu olduğunu anlatmaya yeter.

Kürdistan’daki yoğun savaşın sonucu binlerce köy boşaltıldı, yakıldı, zorla göçertildi. Sonuçta sadece iktisadi saiklerle değil, doğrudan siyasi saiklerle Türkiye kesimine sürüldü milyonlarca yoksul Kürt köylüsü.

Bunun ötesinde binlerce tarım işçisi, her yıl “mevsimlik işçi” olarak döküldü yollara. Karadeniz’in çay ve fındık bahçelerine, Akdeniz’in pamuk ovalarına, Ege’nin zeytinliklerine...

Bu yoğun göçün yarattığı devasa sosyo-ekonomik sorunlar, çatışma ortamı, gerilim vb. bir yana, faşist devlet için bu Kürt nüfus, sürüp gitmekte olan savaş açısından neredeyse bir “rehine” statüsündeydi. Şovenizmle zehirlediği belirli kesimlerin hedef tahtası haline getirilmiş “gurbet elde kimsesiz” bir nüfus!..

Özel olarak tırmandırılan gerilim ve çatışmalar, beslenen düşmanlıklar, hem emekçi halkların bir araya gelmesini, işçilerin birleşik saflarda örgütlenmesini sekteye uğratma işlevi görüyor; hem de ezen ulus emekçileri arasında milliyetçilik ve şovenizmle zehirlenmiş belirli bir kesim oluşturarak, sınıfın parçalanmasına yarıyor. O nedenle özel olarak kullandı faşizm bu durumu. Bir tesadüf değil bu saldırılar. Tekil olaylarda karşımıza çıkan bir takım nedenler değil, daha genel bir yönelim sebep oluyor bu olaylara. Faşist düzen güçten düştüğü her dönem, bu saldırıların yoğunlaşması bundan.

Bu genel çerçevede dinci faşist iktidar, özellikle Deniz Poyraz’ın katledilmesi sonrasında Kürtlere, ama özellikle de Kürt işçilere yönelik saldırıları tırmandırmaya başladı. (Ayrı bir yazı konusu olmakla birlikte, şimdi bu denkleme Suriyeli ve Afgan işçiler başta olmak üzere göçmen işçiler de eklendi.) Sıklıkla işaret edildiği gibi “7 Haziran-1 Kasım vahşet dönemi” kapıları yeniden açılmış oldu.

Bunun “oy hesabı” vb. nedeniyle olduğu tartışmalarını geçelim bir kalem. Sorunun özü, birleşik devrimi ezmek, onu bizzat sokaklarda yenmektir. Her tür vahşeti uygulayarak, gerektiğinde yeni Suruçlar, Ankara Gar katliamları düzenleyerek (bugünkü Suruç anmalarındaki vahşi saldırılar hatırlansın) dizginsiz bir faşist diktatörlüğü kurmaya çalışıyor dinci faşizm. Deniz Poyraz’ın katli, bu vahşi saldırganlıkta yeni bir eşiğin geçilmekte olduğunu gösteriyordu. Hemen ardından Kürt işçilere dönük saldırılar tırmanmaya başladı.

Saldırıya uğrayanlar işçiler. Hangi ulusal kimliğe sahip olduğunun önemi yok. İşçi sınıfının birliği saldırı altında. İşçi sınıfının onuru saldırı altında. Ezilen ulusun ulusal onuru saldırı altında. Bu aşağılık saldırıların hepsi, sermayenin dizginsiz ve kanlı diktatörlüğü (topyekun faşist diktatörlük) kurulabilsin diye yapılıyor.

Bu şartlar altında bizzat işçilerin bu pervasızlığa cevap vermesi gerekiyor. Bastırılmak, boyun eğdirilmek istenen işçi sınıfıdır, buna karşı ileri atılması gereken de odur.

Düşmanının zor araçlarının karşısında kendi örgütlü devrimci zorunu çıkaramayan bir işçi sınıfı gelecek yüzü göremez. Kendini, kendi sınıf kardeşlerini koruyamayan bir işçi sınıfı zafer elde edemez. Her alanda bu faşist saldırganlara gerekli yanıt verilmelidir. İşçilerin kendi savunma birliklerini kurmaları, faşist güruhlara anladıkları dilden yanıt vermeleri, bugünün ertelenemez, yakıcı görevidir.