“Tırşıkçi kapitalizme hayır!” Böyle haykırıyordu tütüncüler eyleminde bir küçük üretici. Banka, ödenemeyen kredi ana parası ve faizleri, vergiler, haciz memurları, artan girdi fiyatları... nihayetinde zaten geçinemez hale gelen yoksul tütün üreticileri, bir de “yetki belgesi” olmayan üreticilerin tütün satışını yasaklayan yasa 1 Temmuz itibariyle yürürlüğe girince, küçük ve yoksul köylüler harekete geçtiler.

Uluslararası tekeller için bir kalemde üzeri çizilen, açlık ve mutlak yoksulluğa sürüklenen tütün üreticileri, Adıyaman'dan başlamak üzere, Adıyaman-Malatya-Diyarbakır üçgeninde art arda etkili eylemler yaptılar. Sorunlar üst üste binmiş, öfke birikmiş, nihayet en sonunda patlamıştı.

Devletin yalnızca asker ve polisle değil, vali ve kaymakamlar eliyle de olaya hızla müdahale etmesi, sistemin duyduğu korkuyu ele veriyordu. Eylem olan, yollar kapatılan her yerde valiler, kaymakamlar ortaya çıkıyor, tütün üreticilerini yatıştırmaya çalışıyordu.

Dinci faşist iktidar, bölgedeki parti üyelerini de seferber etti. Sözler verilip durdu. En son Meclis’e sunulan torba yasa teklifinde, 1 Temmuz’da uygulamaya konulan yasanın 1 yıl daha ertelenmesi için bir teklif de bulunuyor. Hükümet (ve onun şahsında devlet), yangını büyümeden söndürmek için acele ediyor.

Tabii bu “yatıştırma çabaları” yalnızca sözlü ikna turlarıyla olmuyor. Adıyaman’da protesto gösterilerinde etkin olan 50 dolayında tütüncü, sabah evleri basılarak gözaltına alınıyor. Gözaltına alınanlar, Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı'na götürülürken, Adıyaman sokaklarına zırhlı araçlar ve asker konuşlandırılıyor! Üstelik tam da torba yasanın Meclis’te görüşüleceği tarihte!.. Gözdağı olmadan salt konuşmayla sonuç alamayacağını gayet iyi biliyor dinci faşist iktidar.

Yasa ister ertelensin, ister başka “ara formüller” bulunsun, değişmez. Bu saatten sonra tütün üreticileri için bu hükümet “tütün satışını yasaklayan hükümet”tir, “belgeci hükümet”tir. Tütün satışı için yetki belgesi isteyen, belgesi olmadan ürettiği tütünü satanı 3 ile 6 yıl arasında hapisle cezalandıracağını ilan eden hükümet!.. Bu saatten sonra köylülerden şeytanı resmetmesi istense, hiç kuşku yok ki dinci faşist iktidar ve onun başı şeklinde resmedeceklerdir!

Eylemler sırasında kendisine mikrofon uzatılan köylülerin sözleri, hem içinde bulundukları ruh halini, hem değişim ve kopuş süreçlerini ele veriyor.

Bir tütün işçisi “Sessiz, gariban, doğduğu yerde ölen işçileriz. Sesimizi kimse duymuyor. Oy verdiğimiz siyasi partiler de bizi kale almıyor. Mecburen halkımızdan da özür dileyerek şu anda Malatya-Adana-Mersin Karayolunu trafiğe kapattık. Mecbur kaldık. Feryadımızı bu şekilde dile getiriyoruz”...

Bir diğeri “Tütünümüzü kimseye yedirmeyeceğiz. Çünkü direnmekten başka çaremiz yok. Yani bu topraklarda 10 dönüm ektiğimiz tarlada en fazla 400 kilogram tütün elde edebiliyoruz. Bakın masrafları bile karşılamıyor. Bir olup direneceğiz. Tütünümüzü ortadan kaldırıp, bizi açlığa mahkum etmeye çalışıyorlar. Bu işi bırakmamız için yapıyorlar. Ektiğimiz tütüne kaçak diyorlar. Hayır, bu tütün yıllardır bu topraklarda üretiliyor. Ekmeğimizi elimizden alıyorlar”...

Bir başkası, “Ben AK Parti encümeniyim. Hepimiz acımızdan ölüyoruz. Gelsin bir çare bulsun. Yoksa ben kendimi yakarım” diyor.

Hiç kuşku yok, “kendini yakmayı” göze alanlar, onları bu hale getirenleri “yakmayı” da göze almaya başlarlar. Kopuş, bu şekilde zemin buluyor.

Bir burjuva demokratik devrim görmemiş bu topraklarda, kapitalizmin “Prusya tarzı” geliştiği bu ülkede, yoksul emekçi köylü kesimlerin düzenle karşı karşıya geldiği her eylem önemlidir. Her devrimci eylem, her tür öznel niyetten bağımsız, köhne düşünce kalıplarını kırmaya yardım eder. Kendiliğinden gelişen “Tırşıkçi kapitalistlere hayır” sloganı bile belirli bir bilinç düzeyini ifade ediyor.

Uğur Gündüz çeyrek asır önce sınıflar savaşımının seyri açısından bu dinamiği şöyle özetliyordu: “Köylülük bir anti-feodal devrim görmeden kendini kapitalist ekonominin içinde buldu. Feodal üretim ilişkilerinin yavaş çözülmesi ve burjuva demokratik devrimin yaşanmaması, köylülüğün davranış ve düşünce biçimini etkilemiştir. Bir devrim bilinci ve geleneğine sahip olmayan köylülük, dar bir düşünce yapısına sahip olmuş ve geriliği yüzünden on yıllar boyu burjuvazinin destekçisi olmuştur. Şimdiye kadar kentler olduğu kadar köyler de sermaye partilerinin oy deposu olmuştur. Zaman zaman saf değiştirmişse de bu sermaye partileri arasında olmuştur. Devrimci geleneklere sahip olmayan köylüler, sermayenin ağır baskılarına rağmen her hangi bir başkaldırıya başvurmamışlardır. Oysa on yıllardır ve tüm cumhuriyet dönemi boyunca jandarma dipçiği köylüler üzerinden hiç eksik olmadı. Ekonomik olarak da dolaylı ve dolaysız vergiler, banka faizleri altında ezildi, ürünü yok pahasına alındı ve bir kere daha sömürüldü. Köylülük sermayeye ve kentlere servet biriktirmiş ama kendisi hem ekonomik yönden zayıflamış ve yoksullaşmış ve hem de entelektüel yönden geri kalmıştır. Köylüler tüm bu baskıların altında sindirilmiş ya da sinmiştir.

Emekçi köylülüğün sermayeye ve devlete karşı ayaklanmaması ve hiç bir devrimci geleneğinin olmaması sonucu proletaryanın devrim mücadelesine yeterince katılmamıştır. Bu durumda sınıf mücadelesi nasıl tam bir gelişim gösterebilir?

Köylülük sermayenin politik güçlerinin kırsal kesimdeki toplumsal desteği olmuştur. Bugün tüm çektiği sıkıntılara rağmen köylülüğün ezici çoğunluğu sermayeyi takip ediyor. Bu sonuçlar, köylülerimizin bir devrim yaşamamış olmalarının sonuçlarıdır.”

[Köylüler] “son derece yoksul bir duruma düşmüştür. Bu köylülüğün uzun süre sessiz kalması mümkün değildir. Koşullar devrimci ve bu durum köylülüğü de derinden sarsıyor. Köylülüğe egemen olan yüzyılların sessizliği bozulma eğilimi gösteriyor. Sınıf mücadelesi kırsal kesimde de tüm şiddeti ile yaşanmaya başladı. Buralarda bulunan yoksul ve küçük köylü, tarım proletaryasının önderliğinde tarım burjuvalarına ve zengin köylülüğe karşı devrim mücadelesinin içinde yerini alacaktır. (...) Küçük köylülüğün devrimci olanakları ilk defa olarak açığa çıkıyor. Şimdiye kadar bu büyük devrimci olanak kendi içine kapalıydı, kapalı bir koza gibiydi. Koza şimdi açılıyor.”

Bu değerlendirmeler çeyrek asır öncesine ait. Aradan geçen bu zaman zarfında tam da burada işaret edilen doğrultuda gelişti süreç. Hem birleşik devrim, özellikle Kürdistan’daki yiğit mücadele, yoksul emekçi köylülüğün daha geniş kesimlerini uyandırdı ve kavgaya çekti, hem kapitalist sistemin işleyiş yasaları bu kesimi belirli oranda “çözerek” proletarya saflarına (tarım veya sanayi proletaryasının saflarına) katılmalarını sağladı. Sınıflar savaşımı, burada bahsedilen nedenlerden ötürü yavaş ve sancılı gelişme gösterse de, nihayetinde emekçi köylülüğün devrim saflarına sürüklenmesi, nesnel bir süreç olarak yaşandı, yaşanıyor. Onları kitlesel halde harekete geçmeye zorlayan koşullar ve patlayan her eylem, onlardaki bilinç değişimini daha köklü hale getiriyor, onları dönüştürüyor.

Dönüşüm salt nesnel değil. Devrimci mücadelenin kendisi, bilinçlerde sıçramalar yaratıyor. Emekçi köylülüğü kurtaracak olan tek şey, antikapitalist devrimdir, dinci faşizmi bütün dayanaklarıyla birlikte yıkacak olan demokratik halk devrimidir. Nesnel koşulların ve devrimci mücadelenin itkisiyle hız kazanan kopuş süreci, antikapitalist devrim bilinciyle buluşmalıdır.