< Hala “Sandıkla Gönderme” mi?

Pazarlıklar döndü, hesaplar yapıldı ve ona göre pozisyonlar alındı. Dinci faşizmin “erken öten horozu” İçişleri Bakanı Soylu'ya destek açıklaması yaparak bu pozisyonun ne olduğunu ilan etti. Ardından AKP sözcüsü resmi görüşü açıkladı:

Biz bu oyunların her zaman farkındayız. Devletimizin, İçişleri Bakanımızın hedef alınarak nereye varılmak istendiğini görüyoruz.”

Böylece anlaşıldı ki, RTE ve ekibi, Soylu ile ciddi sürtüşme yaşıyor olsalar da, iktidar blokunun iç dengeleri nedeniyle Soylu’nun arkasında durmak zorundadır. Hasımların “kelle istedikleri” bu kapışmada “sağlam durma” zorunluluğu, şimdilik, dinci faşist iktidarı böyle bir tutum almaya itiyor.

RTE’nin grup toplantısı konuşması aslında mevcut durumu özetliyor: “ İçişleri Bakanımız Süleyman Soylu'yu hedef alan saldırıların gerisinde, ülkemizde sağlanan bu huzur ve güven ikliminden duyulan bir rahatsızlık olduğunu biliyoruz. Terör örgütleri gibi, suç örgütleriyle mücadelesinde de İçişleri Bakanımızın yanında olduk, yanındayız ve yanında olacağız. Binali Yıldırım arkadaşımızın da oğlu üzerinden hedefe alınması, asıl niyeti gösteren bir başka işarettir.(abç)

İçişleri Bakanı da RTE’nin bu sözlerine “Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın emrinde olduk, emrindeyiz, emrinde olacağız...” diye karşılık verdi. Böylece pozisyonlar netleşmiş oldu.

Dinci faşist iktidarın bu tutumunda, hiç kuşku yok ki, boğazlarına kadar battıkları korkunç suçların her şeyiyle ifşa olma tehlikesi karşısında “suç ortaklığı refleksi” de yatıyor. Özellikle kokain ticareti iddialarının doğrudan Binali Yıldırım’ın oğluna (doğal olarak RTE-Binali ikilisine) bağlanması, bu suç şebekesinin uykularını kaçıran bir konu. Aynı şekilde Ağar’ın “çöktüğü” marinanın eski sahibinin Socar ve Lukoil petrolünün taşınması anlaşmasındaki uzlaşmazlıklar nedeniyle boşlukta kalan, iştah kabartan yüksek meblağlı deniz taşımacılığı (RTE-Binali ikilisinin çocuklarının “gemicikleri” hatırlansın) bu kapışmada tutulan pozisyonlar açısından önemli.

Sonuçta mafya babasının itirafları karşısında bugüne kadar sessiz kalan dinci faşist iktidar işe açıktan müdahil oldu. Yanlış anlaşılmasın. Baştan beri işin içindeydi. Ama gerek “itirafçı”nın özenle RTE ve yakın ekibini açıktan suçlamamaya özen göstermesi sebebiyle, gerek açıktan “topa girme”nin yaratacağı sakıncalar nedeniyle, gerekse altta sürdürülen pazarlıklar yüzünden bugüne kadar “sessiz kaldı” RTE ve ekibi. Artık oyunu bu şekilde sürdürmenin imkanı kalmayınca hepsi doğrudan sahaya indi.

Bu siyasal çalkantı, tüm bu skandallar dinci faşist iktidarı güçten düşürüyor. İç gerilim ve çatışmalar artıyor. Elbette devrimin baskısı altında, emekçi yığınların yakıcı öfkesini enselerinde hissediyorken girişmek zorunda kalıyorlar bu iç çatışmalara. Ve bu yüzden sarsıcılığı, yıkıcılığı daha büyük oluyor kavgaların.

Hiç kuşku yok, bu aşamadan sonra çok daha sarsıcı ifşaatlar, itiraflar göreceğiz. Bu çürümüş, her tür pisliğe bulanmış yapı, ortaya saçılacak yeni itiraflarla her geçen gün daha çok teşhir olacak. İpliği daha fazla pazara çıkacak. Buna karşılık dinci faşist iktidarın tepkisi de daha sert, daha acımasız olacak. Uzun süredir dikkat çektiğimiz “topyekun faşizm” yönelimi daha da hızlanacak. RTE, bunu, faşist Meral Akşener üzerinden gizlisi saklısı olmayan bir tarzda dile getirdi:

Gelin hanım beni Netenyahu'nun yanına koyuyor, sonra memleketim Rize'ye gidiyor ve görüldüğü gibi gayet güzel bir ders veriliyor. Burası Rize. Dua et ki ileri gitmeden yanıt verdiler. Bu daha bir, daha neler olacak neler, bunlar iyi günler. İkizdere yetmedi, Çayeli'ne gitti. Orada da gereğini yaptılar. Trabzon'da da hiç meydana çıkamadan uçağa binip Ankara'ya döndün. ... Milletimiz, yularlarını terör örgütlerine, suç çetelerine, yeminli Türkiye düşmanlarına teslim edenlere hak ettikleri cevabı her zeminde ve her fırsatta vermektedir, vermeyi sürdürecektir.”(abç)

Daha önce de söylediğimiz gibi artık topun ağzında burjuva “muhalefet” var. Kılıçdaroğlu’na linç girişimi zaten hafızalarda. “Hizaya çekilen” gazeteciler, evlerinin önünde dövdürülen burjuva gerici parti yöneticileri... ve şimdi işin ucu faşist Akşener’e kadar uzanmış durumda.

Evet, “bu daha bir, daha neler olacak, bunlar iyi günler!” Ne kadar açık değil mi! Tıpkı 7 Haziran sonrasında “400 milletvekilini verin, kansız bitsin bu iş” şeklindeki lafları gibi. Sonrasında gelen IŞİD saldırıları, patlayan bombalar, cinayetler... Üstelik o zamanlar dinci faşist iktidarın “sandıktaki gücü” böylesine dibe vurmamıştı henüz. Varın bugünün koşullarında olabilecekleri siz düşünün!

Gözümüzün önünde olup bitiyor tüm bu gelişmeler. Tehditler aleni. Saldırılar ve saldırtanlar açık. Gizlisi saklısı yok. Evet herkes görüyor ve biliyor, ama nedense hala “sandıkla gönderme”, “sandıkta hesap sorma” zevzekliği yinelenip duruyor.

HDP sözcüsü bugün yaptığı açıklamada “İktidar partisinin genel başkanı cumhurbaşkanı sıfatıyla yapılan bir konuşmada, Rize'deki linç girişimini, demokratik siyasete karşı linç girişimini savunması kabul edilebilir bir şey mi? ‘Bu daha iyi günleriniz’ diyerek toplumsal ve siyasal muhalefeti linçle, şiddetle tehdit etmesi kabul edilebilir bir şey mi? Yani iktidar ortakları diyorlar ki muhalefete; sizi hiçbir yerde konuşturmayacağız, çalıştırmayacağız. Bu koşullarda seçime gideceğiz diyorlar gittiğimiz zaman diyorlar. Demokratik siyasete yönelik bu tehdit dilini kesinlikle reddediyoruz. Toplumsal ve siyasal muhalefete yönelik şiddet ve linç girişimlerinin tamamının bundan sonrası için bir kişinin burnu bile kanarsa tamamının müsebbibi bu iktidar ortaklığıdır, bu ittifaktır, Cumhur ittifakıdır. Siyasi rekabet yerine despotik ve mafyatik yöntemlerle iktidarı sürdürme anlayışını bir kez daha dile getirmiştir. Bu kabul edilebilir bir şey değildir.” diyor. Acınası güçsüzlükte bir karşı çıkış!

Dinci faşist iktidarın, “sandıkla gitmeyecekler” sloganını her kritik kavşakta tekrar ve tekrar kanıtlamasına ve tüm gücüyle hasımlarını kanla bastırma hazırlıkları yapmasına rağmen, emekçi yığınlara kurtuluş yolu olarak sandığı göstermek... Burjuva muhalefet için bu, düzeni ayakta tutmanın yoludur. Dinci faşizme destek olmanın yoludur. Burjuva muhalefetin kuyruğuna takılan küçük burjuva hamkafalılığına gelince... Devrimin yarattığı altüst oluştan duydukları korku o kadar büyük ki, her seçimde aynı çukura düşmekten kurtulamıyorlar. Her seçimde “bu defa farklı” diyerek aynı çıkmaz sokağı adımlayıp duruyorlar.

Hasmı sürekli kanlı kavgalı bir savaşa hazırlanırken, onun iç çatışmalarından medet uman, kendiliğinden ve “kazasız belasız” çekip gitmesini bekleyen bu darkafalılık, her adımda emekçi yığınların ayaklarına dolanan lanetli bir prangadır. Aşılmalıdır.