Kaçakçılık, kara para, uyuşturucu ticareti, insan ticareti, haraç, gasp, tehdit, cinayet... Mafya! Son günlerde yine “sıcak gündem”in ana maddesi haline geldi malum çapraşık ilişkiler. Herkesin bildiği sırlar bir kez daha ifşa olmaya başladı. Keskin bir cüruf kokusu ortalığı kapladı.

Mafya... baştan aşağı suç; “saygın” sermaye dünyasınca genelde hor görülen, itinayla araya mesafe koyulan bir alan.

Sermayenin saygın temsilcileri ve boğazına kadar suça gömülmüş mafya grupları... Ne kadar tezat iki dünya! Hayır, hiç de öyle değil. Sermayenin cisimleşmiş hali olarak kapitalistler, genel olarak “saygın bir görüntü” yaratmaya pek meraklılardır. En azından olağan dönemlerde böyledirler. Ama bu “olağan dönemlerde” bile mafya dediğiniz ilişki biçimi, sermaye denen toplumsal ilişkinin gölge alanından başka bir şey değildir. Özellikle de sistemin bir bütün olarak “asalaklaşma ve çürüme aşaması” olarak emperyalizme evrilmesiyle bu ilişki kurumsal bir yapıya döner.

Günümüz dünyasında hemen bütün sektörlerde firmaların, devasa tekellerin asıl kazanç kaynağı “faaliyet dışı alan”dır. Kimse ürettiğinden, sunduğu hizmetten sağlamaz o devasa karları. Kağıtlar, borsa, spekülasyon... ve tabii “kayıt dışı alan”; yani kara para.

Bu alanı deşelemeye başlarsanız altından aklınıza gelebilecek her tür insanlık suçu çıkar. Koca koca savaşlar, işgaller, darbeler dahil... ya da devasa yük gemileriyle taşınan türlü çeşit uyuşturucular, resmi ve gayrı resmi silah ticareti, modern köleliğin görünmez deposu insan kaçakçılığı... Üstelik burjuva devletlerin kurumsal düzeyde karıştıkları suçlardır tüm bunlar.

Adına “narko-ekonomi” dedikleri ve hacmi trilyonlarca doları bulan (dünyanın 3. büyük ekonomisi olur kendisi!) uyuşturucuyu alın mesela. Bu “ticaretin” ana ödeme aracı nakit paradır. Burada karşılıklı hesapların birbirini götürdüğü “bakiye sıfırlama”, yahut dijital para transferi vs. değil, doğrudan “Benjamin Franklin” (100 dolar) devrededir.

İşin ilginci, 100 dolarlık banknotlar günlük yaşamda dolaşıma pek girmezler. Olağan ticarette ise “hesap parası” devrededir. Dijital hesap aktarımları, bakiye sıfırlamalar söz konusudur yani. Buna rağmen ABD dışında dolaşımda bulunan dolarların yaklaşık üçte ikisi 100’lük banknotlardır. Bu banknotlar yüksek tutarlı nakit alışverişlerin ödeme aracı olarak iş görür ki, bu da genel olarak uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığında yaygın olarak kullanılması demektir.

Bu paralar offshore bankacılık denen “vergi cennetlerinde” üzerindeki tüm lekelerden kurtulur. Her türden ticaretten, rüşvet ve yolsuzluklardan veya normal yollardan süzülüp bu “kıyı bankacılığı” hesaplarında biriken tüm paralar birbirine karışır, “aklanıp paklanır”. Interbank aracılığıyla da asıl yurduna geri döner.

ABD Hazinesi bu durumdan memnundur. Zira bu paranın basılması bir karşılık gerektirmez (maliyeti 3 cent). Ama bu yolla ABD Hazinesi, yıl sonunda piyasada dolanıp gelen bu paraları “net hata noksan” kalemi üzerinden sisteme dahil ederek muazzam açıklarının kapatılmasında kullanır. Bilinen tabirle sıfır faizle borçlanma aracı işlevi görmektedir 100’lük banknotlar.

Avrupa Birliği, benzer bir “net hata noksan” kalemi üzerinden faizsiz borçlanabilmek için 500’lük banknotları basmıştır ki narko-ekonomi piyasasında bunlara “Bin Ladin” denmektedir. İki emperyalist merkez, alenen uyuşturucu ticaretini (ve bilumum kaçakçılıkları) faizsiz borçlanmanın aracı olarak görmektedirler.

Böylece ‘saygıdeğer’ sermayenin, aslında, paçalarından kan ve irin akan burjuva sınıfın eseri olduğunun üstünü beyaz badanayla kapattıklarını sanırlar. Olan biten, kan ve irine karışan eroin kokain kokteylidir, birbirlerine çok yakışırlar. (...) Büyük banknotlar sisteme sıfır faizli borçlanma ve cari açıkları “net hata noksan” kaleminden kapatma olanağı sunduğu müddetçe, insanlığın uyuşturucu pençesinde acılar içinde kıvranarak yok olması mümkün. Öte yandan kara para hesaplarının şişirdiği banka mevduatlarının Interbank yoluyla büyüttüğü kredi hacmi, cebinde kredi kartı taşıyan herkese aynı kiri bulaştırıyor. Kapitalizm böyle çürüyor: gizli kapaklı değil, orta yerde ve her yere çürük kokusu siniyor.”(S. Berdan)

Sonuçta tek dürtüsü kar olan, üretim denilen belaya salt bu ana dürtü uğruna katlanmak zorunda olan kapitalizm, bir yandan sürekli büyüyen bu devasa “kara para” alanına gittikçe daha fazla gömülürken, diğer yandan acımasız kapitalist rekabet koşullarında rakiplerine aleni mafya usulü saldırır. Mafya jargonuyla söyleyecek olursak, rakibinin “mallarına çökmek”, tekeller çağı kapitalizminin olağan rekabeti olur.

Bu durum, devlet aygıtından ayrı düşünülemeyecek bir özelliktir. Burjuva devlet, bu nedenle bir avuç tekelin devleti haline gelir. Devlet aygıtında, özellikle de iktidar aparatında güçlü konum elde eden sermaye grubu, hasımları karşısında bariz avantaj elde eder. Sermaye birikim rejimleri her tıkanma yaşadığında, burjuva siyaset kurumuyla güçlü bağları olan sermaye grupları aleni mafyavari “mala çökme” yöntemine sık sık başvurur.

Bu doğal eğilim, öte yandan bildik mafya gruplarının da sürece daha fazla dahil olmasıyla el ele gider. Sonuçta sermaye-bürokrasi-mafya-siyaset ilişkisi organik bir yapıya dönüşür. Kaba hatlarını çizdiğimiz eğilimin meşhur örneklerinden biri Susurluk’tur. Mafya-siyaset-bürokrasi ağı orada tüm çıplaklığıyla ortaya saçılmıştı. Sermaye kısmı özenle saklandı.

Birilerinin “malına çökme” Türk burjuvazisinin doğuşundan beri alışkın olduğu temel “sermaye birikim rejimi”dir! Daha ilk başta Ermeni, Rum (ve belirli oranda da Yahudi) toplulukların “mallarına çökme” yoluyla çıktı yola. Devlet bürokrasisi ve bizzat burjuva siyaset kurumuyla muazzam bir şekilde kaynaştı. Mafyatik bir damar, Türk burjuvazisinin en temel özelliklerinden biri oldu her zaman.

Diğer taraftan uzun iç savaş ve neredeyse kesintisiz hal alan krizlerinin etkisiyle çürüme ve yozlaşma faşist devletin kılcal damarlarına kadar yayıldı. Çeteleşme ve mafyalaşma, hem sermayenin, hem onun devletinin ana eğilimi oldu. Dinci faşist iktidar bu çürümeyi en uç noktalara taşıdı. Burjuva devletinin her tür kurumsal yapısı çözüldü.

Doğal çürüme ve yozlaşma eğilimi, toplumsal devrimin yarattığı baskı ortamında, faşist devletin çeteleşme ve mafyalaşmasıyla hızlandı. Dinci faşist iktidarın başı ve çevresinde öbeklenen sermaye grupları doğrudan çete, mafya, suç şebekesi olarak hareket etti. Mafya grupları da alenen dinci faşist iktidarın “koalisyon ortakları” haline geldi.

Gözümüzün önünde sürüp giden kapışmalar, restleşmeler, tehditler, ortaya saçılan dosyalar, suçlamalar... Bir suç şebekesine dönüşen çürümüş yoz sistem, tel tel dökülüyor, tüm kurumsal yapı çözülüyor.

Şimdi seyrettiğimiz budur!