Bilmiyor değillerdi. Çok iyi biliyorlardı. Farkındaydılar. Bilerek ve isteyerek el kaldırdılar milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına dair yasaya. “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” ünlü lafı onlara aitti.

“Anayasaya aykırı” da olsa, evet diyeceklerdi, çünkü “düzenin bekası” söz konusuydu. “Cumhuriyeti kuran parti” olarak düzenin has bekçileriydiler, yani sermaye sınıfının katıksız temsilcileriydiler... Kürt halkının özgürlük mücadelesi, emeğin kurtuluş mücadelesi söz konusu olduğunda, hiçbirinin elleri titremeyecekti kuşkusuz.

O dönem kimileri naif bir şekilde “yapmayın, bu yasa döner sizi de vurur” diye uyardılar. Ama uyaranlar hala asıl meseleyi anlamıyorlardı. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diyen bir düzen temsilcisini, bu değişikliğin onları da vuracağı olgusuyla korkutmaya çalışmak... Heyhat! Bunun ne önemi var ki! Eğer Kürt halkının sesi kısılacaksa, eğer emekçilerin düzeni sarsan isyanlarının önü alınacaksa, varsın bu yasa değişikliği kendilerine karşı da kullanılsın, ne çıkar!

Evet, CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan bahsediyoruz. Hala “tek adam rejimini” değiştirmek, “Saray faşizmini geriletmek” adına kimilerinin medet umduğu CHP’den... Sanki CHP’nin “iktidarı almak” gibi bir derdi varmış gibi! Böyle bir amaçları yoktu, olmadı. Bunu her “keskin dönemeçte” o çok laf saydırdıkları “tek adam”a koltuk değneği olmayı sektirmeyerek, “adam kazandı” diyerek, referandum gecesi milleti YSK önünden geri çekerek... daha sayılamayacak denli “kritik destek” sunarak gösterdi CHP ve Kılıçdaroğlu.

Daha önce de dikkat çektik. Dinci faşist iktidar, Hitlervari bir faşist diktatörlük kurma yolunda. Sermaye sınıfının (ve emperyalistlerin) genel çıkarları ile RTE ve şürekasının kişisel çıkarları bu noktada örtüşüyor. Ve düzenin acelesi var. İçeride işler kontrolden çıkmış durumda. Dışarıda ise büyük bir yıkım savaşının, bir dünya savaşının bulutları dolanıp duruyor. Bu şartlar altında topyekun bir faşist diktatörlük ile duruma hakim olabilecekleri hesabı içindeler. Ve bu yönelim sırasında “sürtünme etkisi” gösteren her burjuva kurum da artık dinci faşizmin atış menziline giriyor. Buna Anayasa Mahkemesi de dahil, Kılıçdaroğlu ve CHP’si de, diğer ayak sürüyen burjuva güçler de. Hatta ve hatta kelimenin gerçek anlamında bir boş kabuk olan, bir hiç olan Meclis de!..

İşte bu şartlar altında fezleke sırası Kılıçdaroğlu’na geldi. Kimse onun ve partisinin nedamet getireceğini düşünmesin. Yukarıda da söylediğimiz gibi, onlar ne yaptıklarının gayet farkındaydılar. Bile isteye yaptılar. Bunu anlamayanlar, hala CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan “müttefik” çıkarma derdinde olan uzlaşmacılardır.

İşin ilginç yanı şu. Bizzat bu uzlaşmacılar, tüm gelişmeleri gayet net görüyorlar. Örneğin Ertuğrul Kürkçü, doğru öncüllerden yanlış sonuçlara ulaşmanın el kitabı olabilecek örnek yazısında, süreci, daha önce bizim de defalarca dile getirdiğimiz şekilde, şöyle özetliyor: “Buna karşılık, iktidar sözcüleri de üst perdeden atmaya devam ediyor. En son Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu nöbeti Süleyman Soylu’dan devraldı; muhalefete kibirle ve tane tane meydan okudu: ‘Seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.’ dedi.

Çavuşoğlu’nun dili sürçmüyor. Ne dediğini bilerek konuşuyor, çünkü ne yaptığını hiç aklından çıkarmıyor. Kaybetmeye mahkûm olduğu bir seçime doğru sürüklenmekte olan bir diktatoryal rejim şu yollardan birisini seçer: Seçimleri yaptırmamak veya seçim sonuçlarını saymamak; seçimleri maniple etmek, yani hile hurdaya baş vurmak. AKP ve ‘Cumhur İttifakı’ her iki yolu da denedi ve sonuç aldı.

2015, 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarını tanımadı. Ya 400 vekil ya kaos diyerek kendisini tek başına iktidardan mahrum eden HDP ve HDP seçmeninin üzerine yürüdü. Sırtını DAİŞ’e dayadı. DAİŞ’in Suruç ve Ankara katliamlarını, SADAT’ın kent savaşları izledi. Savaş ve darbe dinamiği koşullarında, 1 Kasım 2015’te AKP’den kopan oyların bir bölümü geri döndü ve AKP-MHP ittifakı kuruldu.

OHAL altında gerçekleşen Başkanlık Rejimine geçişin oylandığı 2017 Referandumu, sayımının orta yerinde Yüksek Seçim Kurulu damgasız ve mühürsüz zarfları geçerli saydı. Devlet zoru ve devlet hilesiyle HAYIR, EVET yapıldı. 2018 Cumurbaşkanlığı seçimleri de aynı hilelerle OHAL altında gerçekleştirildi.

Her iki oylama sonuçlarını, en son matematiksel ve istatiksel yöntemlerle ‘adli tahlil’e tabi tutan beş bilim insanından oluşan bir uluslararası kurul 5 Ekim 2018’de güncelledikleri incelemeleri sonucunda 2017 referandumunda oy verme merkezlerinin yaklaşık yüzde 11’inde ‘oy kaydırma’ işlemi yapıldığını, ve bu işlemlerden doğan sapmaların ‘Hayır’ı ‘Evet’e çevirecek ölçüde, yüzde 15 oranında etkili olduğunu saptadılar. Aynı şeyler 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de tekrarlandı ve yüzde 9 sapmayla Erdoğan esasında ikinci tura kalacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanmış sayıldı.

31 Mart seçimlerini hatırlatmaya gerek yok. Bu rezaletin sadece İstanbul halkının ve özellikle Kürt seçmenin inadıyla geri püskürtüldüğünü ve bedelinin Kürt illerindeki kayyım kıyımıyla ödenmeye devam edildiğini biliyoruz.”

Bütün bu verilerden, yaşanmış olgulardan nasıl bir sonuç çıkarılmasını beklersiniz? En azından bu iktidarın seçimle-sandıkla gitmeyeceği; halkların bu iktidardan ve temsil ettiği her şeyden kurtulmasının tek yolunun birleşik devrim olduğu sonucunun çıkarılmasını değil mi? Ama hayır! Tam tersi yapılıyor ve burjuva sınıfla, onun politik temsilcilerinden bir kısmıyla uzlaşmaktan umut kesilmez dercesine sonuçlar çıkarılıyor. Uzlaşmacılık işte böyle bir şey!

Kürkçü, ve düşünsel bağlamda onun temsil ettiği geniş bir kesim, bu son derece çarpıcı tablodan, “seçim güvenliği” için güçleri birleştirmek gerektiği, “demokrasi ittifakı oluşturmak gerektiği” sonucunu çıkarıyor! Ve yine tuhaf bir şekilde, bizzat Kılıçdaroğlu ve CHP’si başta olmak üzere, “burjuva muhalefete” dönük duruyor yüzleri! Devrim mi dediniz! Onlar için devrim, kaf dağının arkasındaki seraptır. Varsa yoksa CHP'dir! Hatta yanına faşist İYİP'i de ekleyebilirsiniz!

Peki ya salgın ve açlık arasına sıkışmış milyonlarca emekçi? Onlar için ne hükmü ne önemi var emekçi sınıfların, Kürt halkının! Onlar için varsa yoksa seçimler-sandık ve ittifak kurulacak CHP vb var. Peki bir ortaokul müsamere salonu işlevi bile taşımayan Meclis’in bir anlamı kaldı mı yığınların gözünde? RTE’nin tek emriyle reddedilen bir yasanın tekrar oylandığı o meclisin? Sorsanız yok diyecekler ama yine de oraya girmenin faziletlerini kitlelere anlatmaktan geri durmazlar.

İşçi sınıfının, emekçilerin ve Kürt halkının ferasetine güvenmeyenler, siyaseti yalnızca sandık ve burjuvazinin ahırından ibaret addediyorlar. O yüzden de bu “sıkışmışlık” içinde çıkış yolu diye dönüp dolaşıp “burjuva muhalefetin” kapısını çalıyorlar. Üstelik “sandık güvenliği için ittifak” çağrısı yaptıkları seçimlerin bir daha yapılıp yapılmayacağı da, Meclis denen o boş kabuğun varlığını sürdürüp sürdürmeyeceği de net değil artık.

Mevcut krizden çıkış yok mu? Var elbet. Emekçiler açısından çıkış yolu, düzenin yıkılmasından geçiyor. Sokaklara bakın! İşçi sınıfının, kadınların, gençliğin, Kürt halkının, yoksul kitlelerin, işsiz yığınların bu yolu çoktan tuttuğunu göreceksiniz.

Birleşik devrimin toplumsal güçleri devrim istiyor ve devrim yolundalar! Zafere, bu yoldan ve mutlaka ulaşılacak!