Tüm gizlemelere rağmen salgın almış başını gitmiş. Dünyanın en kötü ülkelerinden biri. Harita tümden kırmızıya kesmiş. TTB açıklamasına göre gerçek rakamların üçte birini yansıtan günlük ölüm sayısı 300’e dayanmış. Tek kelimeyle ülke yangın yeri.

Bakanlar Kurulu toplanıyor ve “kısmi kapanma” kararı alınıyor. Neymiş bu “kısmi kapanma”? Sokağa çıkma yasağı 21’de değil 19’da başlayacak!! 65 yaş üstü, 18 yaş altı... yani bildik hikaye. İşçiler? Ne de olsa “ekonomi çarkları dönmek zorunda olan bir ülkeyiz”!

İş olsun diye söylemiyor bunu RTE. Bugünkü açıklamasında üstüne basa basa vurguluyor: “Ekonominin üretim tarafından işler çok iyi gidiyor. Fabrikalarımız mal yetiştirmek için gece gündüz çalışıyor, taleplere yetişebilmek için sürekli yeni yatırımlar yapıyoruz.”

İşin sırrı işte burada. Fabrikalar mal yetiştiremiyor. Gece gündüz çalışıyor işçiler. Salgın, önlem, “kısmi kapanma” kar etmiyor onlara. “Karanlıkta uyananlar” sınıfı, bayram seyran demeden fabrikalara, atölyelere yollanıyor tıklım tıkış dolduruldukları servislerle. Kovid-19 bir işçi emekçi hastalığıdır sırf bu yüzden!

Kriz dediğiniz herkesi kapsamaz. Hep birilerine kriz vardır, birilerine “fırsat”. Ya da daha tam ifadeyle, milyonlarca işçinin, emekçinin payına kriz düşer, yokluk düşer. Bir avuç zenginin payına katlanan karlar. TÜİK’in bugün açıkladığı rakamlar işçilerin nasıl salgının kucağına atıldığının kanıtlarını gösteriyor. Üretimde tüm zamanların en büyük artışının olduğu bir Şubat ayı söz konusu.

Sadece geçen yıla şöyle bir bakmak kafi. Bütün burjuva dünya, siyasetçisinden iktisatçısına, medyasına hepsi, salgınla birlikte ağırlaşan ekonomik krizin tüm kesimleri vurduğunu, aynı gemide olduğumuzu anlatıp durdular. Böylece işçi ve emekçilerin durumu kabullenmelerini, istemde bulunmamalarını sağlarken, aynı zamanda patronlara tüm kapıları ardına kadar açmanın da yolunu yapmak istediler. Bu sakız bıktırıcı bir şekilde çiğnendi durdu sermaye camiasında.

Oysa çıplak rakamlar bambaşka şeyler söylüyordu. Bu kriz ortamında tuhaf bir şekilde büyük holdingler bilançolarında sürpriz karlar açıklıyor, Çanakkale örneğinde olduğu gibi fabrikalar düpedüz toplama kamplarına çevrilecek denli siparişler alıyor, bu arada “dolar milyarderleri” sınıfına yeni isimler giriyordu.

İşçiler Kod-29 ile tazminatsız kapının önüne koyuldu; ücretsiz izinlere çıkarıldı; yaşamdan kovuldu. Milyonlarca insan kelimenin gerçek anlamında açlığın ve salgının pençesinde kıvranırken, bir avuç zenginin servetleri olağanüstü artış gösterdi. Bu bir yıl içinde 280 bin kişiye ait döviz hesapları yüzde 30’luk bir artış gösterdi!

“128 milyar dolar nerede” diye sorup duruyorlar. Sanki yanıtı bilmiyorlarmış gibi! “En zenginler” listesine baksınlar, “5’li çete” dediklerine baksınlar, kolayca görecekler. O listelerin değişmez isimleri, Koçlar, Sabancılar, Zorlular, Şahenkler, Ülkerler, Çalıklar, Özdemirler... epi topu 20-25 isim!

Evet, bir kriz var. Derin bir iktisadi bunalım yaşanıyor. Hazine tamtakır. Her şey yağmalanmış. Tüm kurumlar zarar etmiş. Varlık Fonu çatısında toplanan, yakın dönemin kar rekorları kıran işletmeleri korkunç zararlar açıklıyor. Düzen tel tel dökülüyor. Tüm bunlar doğru. Ama tüm bunlar, yukarıda anlattığımız şekilde gerçekleşiyor. Milyonlarca emekçiye kriz, bir avuç zengine refah!

Öte yandan, yaşamın dışına itilen işçiler, yoksul kesimler, kaçınılmaz bir şekilde harekete geçiyor. Uçurum büyüdükçe öfke artıyor. İşin temelinde, derinlerde yatan asıl mesele ise, verili düzenin artık geniş emekçi yığınların istem ve özlemlerini karşılayamıyor olmasıdır. Bu yıkım koşullarında şiddetlenen bu olgudur asıl olarak yığınları harekete geçiren. Kapitalist düzen ne iktisaden bir şeyler sunabiliyor işçi ve emekçilere, ne kültürel olarak.

Sunamıyor çünkü sistemin kendisi, toplumun geniş kesimlerini açlığa, yoksulluğa, düşünsel ve ahlaki yozlaşmaya sürüklemek, küçücük bir azınlığı ise muazzam bir gönenç içinde çürütmek üzerine kurulu. Sermayenin birikim yasası böyle işliyor. Ve her kriz döneminde sistemin bu özü daha çıplak, daha dayanılmaz bir şekilde açığa çıkıyor.

Hal böyle olunca özlemleri, istemleri, politik ve kültürel ihtiyaçları sistem tarafından karşılanmayan, tam tersine sürekli bastırılan işçiler, kadınlar, gençler, göçmenler, ulusal topluluklar, Kürt halkı... her adımda sistemle köklü bir kapışmaya zorlanıyor. Tüm bu kesimler, krizin şiddetlenmesiyle birlikte daha kararlı bir şekilde sokaklara çıkıyor.

Kaçınılmaz durumdur. Bizzat toplumsal yapı tarafından sokaklara itilen tüm bu kesimler, o toplumun örgütlü zor aygıtı olan devlet güçlerince baskı altına alınır. Hareketi yaratan nedenler ortada duruyorken, her bastırma girişimi, daha güçlü hareketi mayalar. Baskı yoğunlaştıkça basınç artar. Harekete geçen emekçiler, karşılarında mevcut toplumsal ilişkilerin ifadesi ve koruyucusu olan devleti, devletin çeşitli zor örgütlenmelerini buluyor. Öfke bizzat bu egemenlik aygıtına yöneliyor. Bizzat pratiğin eğitiminden geçiyor emekçi yığınlar.

Kapitalist toplum, sadece bizde değil, tüm dünyada, insanlığın ihtiyaçlarını, özlemlerini, istemlerini karşılamaktan çok uzak. Tam tersine, her yerde bunları acımasızca bastırmakla meşgul. Çatışma köklü, çelişkiler derin. Pandemi tüm bu süreci hızlandırdı, yoğunlaştırdı. Engels’in o “Her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günü geçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri gereksinimler bulunduğu” şeklindeki veciz sözü, bütün bu süreci özetliyor. Sürecin nihayete ulaşması kaçınılmaz.