Çok zorlu bir bölge burası. Pek çok uluslararası çekişmenin odak noktası, sorunların düğüm haline geldiği yer, güç ve nüfuz mücadelelerinin kesişim alanı...

Diğer taraftan sayısı yüz milyonları bulan yoksul emekçi halkların, dünyanın zenginliği üzerinde oturup da katlanılmaz yoksunluklara mahkum edilenlerin diyarı.

Koca dünyamızda henüz çözüme kavuşmamış, klasik anlamda ulusal sorunun devam ettiği istisnai alanlardan biri. Bölgenin kadim iki ulusunun, Kürtler ve Filistinlilerin boyunduruk altında tutulduğu bir coğrafya...

Bunca yoğun çelişki ve çatışmaların olduğu yerde, savaşlar da, devrimler de eksik olmaz. Olmuyor da. Ve her devrim veya devrimci kalkışma, inanılmaz yoğunlukta karşı-devrimci savaşlarla karşılanıyor. Kan ve katliamlarla bastırılıyor. Ağır bedeller ödeyerek, çok zorlu yollardan geçerek ilerliyor devrimler. Tıpkı geçen yüzyılın ikinci yarısından beri devam eden Filistin devrimi gibi... tıpkı yüz yıldır her ayağa kalkışı korkunç katliamlarla karşılanan Kürt halkının uzun soluklu devrimi gibi.

Rojava’yı alın mesela... Dörde bölünmüş Kürdistan’ın en küçük parçasını...

Türkiye’nin işgal girişimleri ve yoğun baskısı hafiflemek bilmiyor. Bir tarafta Barzani’yi, diğer tarafta ENKS’yi (Rojavalı Barzanigilleri) yanına almış, emrindeki çetelerle dur durak bilmeden saldırıyor.

ABD emperyalizmi kendi hesabına “devrimi ehlileştirerek” tamamen denedim altına alma, küresel hesaplarla bulunduğu bölgedeki dengeleri lehine sabitleme derdinde. Bunun için Irak ve Türkiye (ve tabii Barzani’nin KDP’si) ile PKK’yi güçten düşürme ve yapabilirse tasfiye etme adımları atıyor. Öte yandan “PKK engelinden” kurtulduğunda, Özerk Yönetim ve SDG içindeki “uygun” isimlerle, tabii ENKS’yi (ve “Roj peşmergeleri”ni) monte ederek, ayağını basacağı sağlam bir zemin yaratma derdinde.

Şam, ezen ulus konumunun sağladığı avantajlar üzerinden hesap kitap yapıyor. Yalnızca Fırat’ın doğusundaki geleneksel Arap coğrafyasını (Ömer petrol alanı dahil) değil, Rojava’yı da kapsayan bir alanda hakimiyet istiyor. Ama bunu “eski Suriye” olarak istiyor. Ezen ulus şovenizminden en ufak bir taviz vermeksizin, ulusal sorunun çözümü doğrultusunda en ufak bir adım atmaksızın... Bu açıdan Rusya’nın baskılarına bile göğüs geriyor. ABD emperyalizminin varlığı ve planları, bu konuda Şam’a güçlü gerekçeler sunuyor.

İşin içinde küresel veya yerel, daha pek çok aktör var. Hepsinin bir gayesi, planı, girişimi var. Kimileri tam anlamında karşıt doğrultuda, kimileri ise koşut. Sonuçta ortaya hiçbir iradeye uymayan, tüm bu iradelerin tekrar ve tekrar hesap kitap yapmasına sebep olan bir “bileşke kuvvet” çıkıyor.

Bu uzun soluklu devrim mücadelesi, başka hiçbir şeyi göstermese bile, bölgenin bütün devrimlerinin muazzam şekilde iç içe geçtiğini, kaderlerinin birbirlerine bağlandığını gösteriyor.

Filistin devrimi sadece siyonist İsrail devletinin yıkılmasına ve Arap ve Yahudi halklarının birleşik devrimine değil, Ürdün, Mısır ve bölge gericiliğinin en azından “bir dizi devrim” ile dönüşüm geçirmesine bağlanıyor. Kürdistan’ın herhangi bir parçasındaki devrim doğrudan diğer parçalarına ve o parçalardaki egemen uluslarda gerçekleşecek devrime bağlanıyor. Kıbrıs devrimi, en hafif haliyle Türkiye ve Yunanistan’da (aslında başta İngiltere olmak üzere genel olarak NATO kapsamında) “bir dizi devrimi” varsayıyor.

Ve tam tersi yönde etkiler... Filistin devriminin zaferi tüm bölge gerici devletlerini kökten sarsma potansiyeli taşıyor. Kürt ulusunun herhangi bir parçasındaki muzaffer bir halk devrimi hem ilhakçı devletlerde bir devrimin fitilini ateşleyecek, bir güce sahip olacak hem de Kürt ulusu içindeki işbirlikçi güçleri de süpürme gücüne... Kıbrıs'ta, halk iktidarıyla taçlanacak bir devrimin Türkiye ve Yunanistan burjuva egemenliklerini köklerinden sarsmayacağını; gerici faşist devletlerin çöküşüne yol açmayacağını kim düşünebilir! Angola devriminin Salazar faşizminin yıkılışına etkisi hala hafızalarda dururken...

Bu muazzam iç içe geçiş, sermayenin uluslararası karşı-devrim güçlerini konumlandırışını da koşulluyor. Bölge genelinde karşı-devrim üssü olma potansiyeline sahip bir dizi kapitalist ülke, en gerici egemenlik biçimleri ile yönetiliyor. Dinci faşizmin hakim olduğu Türkiye, ırkçı bir rejim olan siyonist İsrail, Ortaçağ kalıntısı siyasal biçimlerin hakim olduğu Suudi Arabistan, gericilikte ve güçlü askeri biçimlenişte Türkiye ile yarışabilecek Mısır...

Listeye geçmişte Şah İran'ı ekliydi; bugün Mollaların İran'ı. Ortadoğu'da kopacak bir devrim fırtınasında, Kürt ulusunun herhangi bir parçadaki halkçı zaferi, gericilikte yukarıda saydıklarımızdan geri kalmayan Molların iktidarını temellerinden sarsmaya aday.

Bölge gericiliğinin diğer ülkelerinin, çap ve etki bakımından bu saydıklarımızdan geri planda kalsa da, sermayenin uluslararası karşı-devrim cephesinin bileşenleri olduğu kuşku götürmez.

Bunca iç içe geçmişlik kimilerine ürkütücü gelebilir. Gözlerini korkutup umutsuzluğa sürükleyebilir. Oysa bu durum, her devrimci gelişmenin veya ilk başarılarını kazanan bir devrimin, kendi dar sınırlarını hızla aşan bir etki ve yayılma alanına sahip olduğunu gösteriyor. Hele bu devrim, en başta Türkiye olmak üzere, yukarıda saydığımız “karşı-devrim üssü” olma potansiyeli taşıyan ülkelerden birinde gerçekleşirse, tüm bölgeyi yerinden oynatacak bir güce sahip olur.

Devrimlerin krizlerle, buhranlarla doğrudan bağı var. Bunlar olmaksızın iradi olarak devrimler yapılmaz. Ve devrim dalgasının bölgesel veya küresel ölçekte etkili olabilmesi için de bu nesnel zemin olmazsa olmazıdır işin. Fakat öte yandan, bu, tek yönlü edilgen bir süreç değil. “Kritik” bir ülke (veya bölge) devriminin kendisi de nesnelliği güçlü bir şekilde etkiler, toplumsal devrimin “uzay-zamanını büker” ve devrimci gelişmeleri hızlandırır.

Türkiye gibi bir karşı-devrim üssünde günden güne gelişen birleşik toplumsal devrimin zaferi tüm bölge için tam da böylesi bir dalganın tetikleyicisi olacak. Bu denklemde Türkiye’yi bir toplumsal devrim ile emperyalist-kapitalist kamptan kopartın ve bölgeye bakın. Tüm Ortadoğu, Kıbrıs ve Transkafkas’ta oluşacak depremleri hiçbir güç engelleyemez.

Yanı başımızdaki Rojava devriminin aynasında görülen gerçeklerden biri budur!