Marksizm-Leninizm sosyalizm mücadelesinin merkezine işçi sınıfını koyar. Sadece işçi sınıfının sonuna kadar giderek sınıfları ortadan kaldırabileceğini, sadece işçi sınıfının dünyanın devrimci dönüşümünü sonuna kadar götürebileceğini söyler.

Bu, öylece keyfe keder altı boş bir söylem değildir. Marksizm-Leninizm, diğer bütün tezleri gibi, bunu da tarihsel toplumsal koşulların, bu maddi koşullar içinde hareket eden insanların ve toplumsal sınıfların karşılıklı ilişkilerinin ve son olarak da bu ilişkiler üzerinde şekillenen politik iktidarın kapsamlı bir çözümlemesinden çıkarır. Bu sonuç, en başta toplumsal yaşamın merkezinde yer alan üretim ilişkilerinden doğar. Bilinen şey, insanın yaşayabilmesi için her şeyden önce maddi malların üretimi gerekir. Maddi malların üretimi olmadan ne insan yaşamı vardır, ne de toplumsal yaşam. Maddi malların üretimi de insanların kendi iradelerinden bağımsız olarak toplumsal ilişkiler kurmalarını gerektirir. Bu ilişkilerin bugün kapitalizm aşamasında olduğunu, sömürüye artı-değer sömürüsüne dayandığını da az çok sosyalist kültürden beslenen herkes bilir.

Kapitalizmde iki temel sınıf vardır. Birbirinin hem nedeni hem sonucu olan bu iki sınıfın, proletarya ile burjuvazinin varlığı karşılıklı olarak birbirini koşullar. İşçi sınıfının var olabilmesi için üretim araçlarına sahip olan bir sınıfın, burjuvazinin varlığı gerekir. Sadece üretim araçları da yetmez, bunun yanında emek gücünü satın alabilecek kadar birikmiş bir miktarda sermayeye de sahip olması gerekir. Burjuvazinin var olabilmesi için de emek gücünü satmak zorunda olan, üretim ve geçim araçlarından yoksun bir sınıfın, işçi sınıfının var olması gerekir. Kapitalist meta üretiminin temeli olan artı-değeri yaratan işçi sınıfının varlığı, burjuvazinin varlığının hem nedeni hem sonucudur; sermayeyi yeniden ve yeniden üreten proletarya, sermayeyle birlikte kendi kendisini de yeniden üretir. Bu iki sınıfın karşılıklı varlığı, burjuva sınıfın egemenliğine ve kapitalist özel mülkiyete dayanır.

Yani tarihsel toplumsal koşullar ekonomik, politik, toplumsal olarak burjuva sınıfın egemenlik koşullarıdır. Uzlaşmacı sosyalistler, her ne kadar işçi sınıfını sosyalizm mücadelesinin, sosyalizm davasının merkezinden atmaya çalışsalar da, kısaca gösterdiğimiz maddi, somut ilişkiler işçi sınıfının dünyanın devrimci dönüşümünün; sosyalizm mücadelesinin merkezine yerleştirmiştir.

Toplumsal dönüşümün ve sosyalizm mücadelesinin öznesi olan işçi sınıfının bu konumu, öyle “çokluk” ya da “yeni toplumsal hareketler” gibi keyfe keder yapılmış metafizik bir soyutlamadan değil, Marksizm-Leninizmin temelinde yer alan diyalektik materyalizme uygun olarak gelişen somut maddi koşullardan ileri gelir. Burada artık toplumsal yaşamda üretimin ve sömürünün genel varlığının saptanmasından daha çok, kapitalizmde toplumsal üretimin ve sömürünün kapitalist niteliğinden kaynaklanan sorunlar, çelişki ve çatışmalardır belirleyici olan. Bunları kısaca belirtmek gerekirse;

1) İşçi sınıfı yeni ve daha ileri bir toplum olan sosyalizme geçişte nesnel olarak ve doğrudan çıkarı olan ve bu sosyalizmle birlikte en kısa sürede en açık biçimde görülecek olan sınıftır.

2) Kapitalizm altında özellikle kapitalizm koşulları altında bir avuç tekelci gücün egemenliği vardır. Tekelci sermayenin en tepesindeki bir avuç kodaman tarafından toplumdaki bütün sınıf ve katmanlar çeşitli biçimlerde baskı altına alınır. İşçi sınıfı üzerindeki sömürü ve baskı en ağır, en doğrudan ve belirleyici olandır. İşçi sınıfı, kendisini ezen ve sömüren bir avuç burjuva sınıf dışında hiçbir sınıfa veya katmana baskı uygulamasında çıkarı olmayan tek sınıftır. Bu nedenle işçi sınıfı kendi kurtuluşunu sağlama ve kendi kendisini özgürleştirme mücadelesinde, ezilen sömürülen ve baskı altına alınan bütün toplumsal kesimlerin kurtuluşunu ve özgürleşmesini sağlamadan kendi kendisini de kurtarıp özgürleştiremez.

3) Kapitalizm altında çıkarları birbirine karşıt olan iki temel sınıf vardır: Burjuvazi, proletarya. Sömüren sınıf olan burjuvaziyle sömürülen sınıf olan proletarya arasındaki çelişki kapitalist toplumun temel çelişkisidir. Uzlaşmaz çelişki olan bu çelişki (emek-sermaye çelişkisi) kapitalist sistemin belirleyici çelişkisidir ve bu sistemin başından sonuna kadar sürer. Bu nedenle bu iki sınıf arasındaki sınıf mücadelesi bu çelişkiyi ortadan kaldırarak toplumun devrimci dönüşümünü sağlayabilecek mücadelelerin temelinde ve merkezinde yer alır. Proletarya, emek-sermaye çelişkisinin çözümüne giderken, toplumdaki diğer çelişki ve çatışmaları da çözerek ilerler. Bu çelişkiler her ülkenin kendi özgün koşullarına bağı olarak ezen ulusla ezilen ulus ve ulusal topluluklar arsındaki çelişki faşizmle halk arasındaki çelişki, dini inanç ve mezhep ayrılıklarından kaynaklanan çelişki, kadının toplumdaki yeri ve erkek egemen sistem arasındaki çelişki, cinsel kimliklerle erkek egemenliği arasındaki çelişki gibi farklılıklar, çeşitlilikler gösterse de hatta bazıları eski toplumdan devralınan ve daha da şiddetlenip keskinleşerek devam eden çelişkiler olsa da bunların hepsinin çözümü proletaryanın omuzlarına yüklenmiştir. Proletarya sınıf mücadelesini sonuna kadar vardırıp emek-sermaye çelişkisini çözmeye doğru ilerlerken bütün bu çelişkileri de çözerek ilerler.

4) Kapitalizmin “mezar kazıcısı” olan işçi sınıfı, potansiyel gücünü pratik olarak örgütleyip harekete geçtiğinde burjuva toplumu ve burjuva iktidarıyla birlikte eski toplum olan kapitalizme son verebilecek; devrimci bir güç haline gelen proletarya dünyanın devrimci dönüşümünü stratejik olarak sonuna dek götürebilecektir. Kapitalist özel mülkiyetin çocuğu olan proletarya, kapitalist özel mülkiyetle birlikte sınıfları da ortadan kaldıracak tek sınıftır. O bu kapasitesini mülkiyet karşısındaki konumundan ve kendi emeğine, emeğinin ürününe yabancılaşmasından doğar. İşçi sınıfı burada emeğin yaratıcı gücünden politik iktidara kadar her türlü yabancılaşmayı aşabilecek, yabancılaşmanın her biçimine son vererek insanın insanlaşmasını sonuna kadar sürdürebilecek bir parksisle insanla doğanın yeniden bütünleşmesini sağlayarak insanı ve doğayı kurtarabilir. “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkıya Giriş”te “Özel bir haksızlığa değil, haksızlığın ta kendisine uğradığı için özel bir hakkın davasını gütmeyen bundan böyle artık tarihi değil, yalnız insani bir haklılık gerekçesini ileri sürebilecek olan (...) nihayet toplumun bütün diğer kesimleri karşısında kendini özgür kılmadıkça ve böylelikle toplumun bütün diğer kesimlerini de özgürleştirmedikçe özgürleşmesi mümkün olmayan, tek kelimeyle, insanın topyekun yitişi olduğu için ancak insanın topyekun kazanılmasıyla kendini kazanabilecek (..) sınıf proletaryadır” diyen Marx şöyle devam eder: “İnsanın kurtuluşunun başı felsefe, yüreği proletaryadır.”

Buraya anlattıklarımızdan açıkça anlaşılabileceği gibi Marx ve Marksizm, sosyalizm mücadelesinin merkezine proletaryayı, proletaryanın devrimci sınıf mücadelesini koyar. Oysa Marksist olduklarını, ama yalnızca Lenin’i ve Leninizmi “aştıklarını” iddia edenler Marx’ın bu tezini de reddetmişlerdir. Ancak proletaryanın sosyalizm mücadelesinden dışlanması sadece bu tezin değil, aynı zamanda bu tezin maddi gerekçesi olan diyalektik materyalizmi, Marksist tarih tezini ve tarihsel materyalizmi de reddetmişlerdir. Proletarya ile birlikte proletarya diktatörlüğünü de reddeden uzlaşmacı sosyalistler esasında bilimsel sosyalizmi reddetmişlerdir.

Reddetmişlerdir, çünkü işçi sınıfını mücadelenin merkezinden mücadelenin dışına doğru iterken, onlar kapitalizmin kendi işleyiş yasalarına dair, işçi sınıfı ile burjuva sınıfın karşılıklı konumlanışına ve karşıt sınıf çıkarlarına dair, tarihe ve tarihsel gelişmenin yasalarına dair ciddiye alınabilecek bir materyalist çözümlemede bulunmazlar. Yani reddettiklerinin yerine hiçbir şey koymazlar. Uzlaşmacı sosyalistlerin öne sürdükleri tek argümanları; işçi sınıfının ekonomik çıkarları uğruna verdiği mücadelenin ekonomik sendikal mücadele olduğu; bunun da olsa olsa reformizm olacağı söylemiyle sınırlıdır.

İşçi sınıfının yerine ikame etmeye çalıştıkları yeni devrimci özne, mesela öğrenciler, çevreciler, ekolojistler, kadınlar, “komünal yaşamı” savunan farklı gruplar, “yeni toplumsal hareketler” dedikleri bütün bu kesimlerin sosyalizm mücadelesindeki rollerini ve yerlerini maddi temelleriyle ortaya koyan herhangi bir analitik değerlendirmeleri yoktur. İşçi sınıfının yerine ikame edilmeye çalışılan bu yeni öznelerin hiçbirinin kapitalizmin toplumsal güçlerine ve kapitalizme temelden, kökten karşı çıkmalarının maddi, somut bir gerekçeleri yoktur. Uzlaşmacı sosyalistlerin bunun aksini iddia eden herhangi bir analitik değerlendirmeleri de yoktur. Böyle bir değerlendirmenin sözünü bile etmeden devrimci sosyalizm mücadelesinden, devrimden, devrimci iktidardan vazgeçen uzlaşmacı sosyalistlerin bu “yeni” tezlerini destekleyen herhangi bir maddi somut argümanları da yoktur.

Özgür Güven

Yazarın konu hakkındaki ilk ve ikinci makalesini okumak için tıklayın