Türkiye’de yine bir seçim yapılıyor. Bu yazı yazılırken seçimler henüz yapılmadı, ama büyük ihtimalle yayınlandığında seçimler yapılmış, sonucu da belli olmuş olacaktır.

Seçimin ya da sonucunun konumuz açısından önemi yok. Değinmemizin tek nedeni var: Bu seçim döneminde uzlaşmacı sosyalistler hep birlikte KK’nın ve CHP’nin peşine takıldılar. Uzlaşmacı sosyalistlerin bunu yapmaları yeni değil, bunun tarihsel kökleri, nedenleri var.

Konuya girmeden belirtelim KK’yı destekleyenler arasında UKH de yer alıyor. Ulusal hareketlerin bir yanıyla devrimci, bir yanıyla uzlaşmacı olduğu zaten biliniyor. Konu daha önce farklı farklı yazılarda farklı farklı yönleriyle ele alındığı için burada şunu vurgulamakla yetineceğiz: Biz devrimci komünistler ulusal hareketteki uzlaşmacı yanları teşhir edip bu yönelimle aramıza net bir ayrım koymaya; devrimci yanlarını, konumunu ve yönelimini de desteklemeye devam edeceğiz.

 

71 Devrimci Atılımı Ve 70’li Yıllardan Bugüne

Türkiye’de devrimci Marksizm Denizler ve 71 devrimci atılımıyla başlar. Sosyalizm uğruna mücadele Denizlerden ve THKO’dan 50 yıl öncelerine kadar uzanır. Bu dönemde sosyalist harekete damgasını vuran eğilim uzlaşmacı sosyalizm anlayışı oldu. Bunun temelinde Kemalist burjuvaziden ideolojik ve politik olarak kopamama, onun peşinden sürüklenme vardır.

70’li yıllarda devrimci hareket saflarında sağ ve sol sapma akımlar da Kemalizmin ideolojik politik etkisi altında kaldılar. Bu nedenle ulusal soruna yaklaşımlarında sosyal şoven eğilim belirgindir. Sağ oportünizmin en kitlesel temsilcisi olan TKP bu dönemde “Ulusal Demokratik Cephe” (UDC) diyerek açık açık Kemalist burjuvazinin partisi CHP’nin peşine takıldı; sol oportünizmin o dönemdeki en kitlesel temsilcisi olan Dev-Genç, Dev-Yol ise, öncü savaş, şehir-kır gerillası ya da bir başka söylemle aynı şeyi anlatan halk savaşı, köylü savaşı söylemleriyle ideolojik zayıflığın, ideolojilerindeki burjuva etkinin üzerini örttüler, milli burjuvaziyle ittifak adına CHP’nin peşine takıldılar. Ama her iki sapma oportünist akım da 12 Eylül askeri faşist cuntayla birlikte ya dağıldı ya da proletarya ve halkları faşist cunta karşısında yalnız bırakarak yurt dışına kaçtı. Bütün bu yıllar boyunca bu topraklarda devrimci mücadeleyi kesintisiz olarak sürdüren, yalnızca, bir nehir gibi Denizlerden Leninist Parti’ye akan, proletaryanın bağımsız, devrimci sınıf çizgisinde ısrar eden Marksist-Leninist hareket oldu.

12 Eylül’le birlikte soluğu Avrupa’da alan oportünist hareket, 80’li yılların ikinci yarısında sanki hiçbir şey olmamış gibi yeniden Türkiye’ye dönmeye, örgütlenmeye başladı. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve sosyalizmin geriye düşmesinden sonra, özellikle 90’lı yıllarda oportünist hareketteki ideolojik-politik kırılma, kendisini çok daha keskin olarak açığa vurdu, en sağından en soluna oportünist hareketin önemli bir bölümü bu dönemde sosyal reformist çizgiye doğru kayarak uzlaşmacı sosyalizmi savunmaya başladılar. (Buna Sovyetler Birliği’ni ve Doğu Avrupa ülkelerini sosyalist kabul etmeyenler de dahil). Bunda belirleyici olan burjuva ideolojiyle aralarındaki geçirgenliktir. Bunun yanında dünyada yaşanan gelişmelerin de rolü önemli oldu.

Uzlaşmacı sosyalizmin tarihsel kökleri 1920’lere kadar uzanır. Kemalizmin bir burjuva ideoloji ve 1923’te kurulan cumhuriyetin de gerici burjuva cumhuriyet olması gerçeğine rağmen, Türkiye’de sağ oportünizmin beşiği TKP, o yıllardan başlayarak Kemalizmi antiemperyalist ilerici bir hareket olarak gördü. Bununla birlikte Kemalizmin karşısında konumlanan her hareketi de gerici ilan etti. Sonuç, Kürt ulusal ayaklanmalarının gerici olduğu ve kabul edilemezliği sonucuna varmalarıydı. Bu sosyal şoven yaklaşım daha sonra sol-sosyalist harekette pek çok çevreyi de kapsayacak olan ulusal sorundaki sosyal şoven damarın temeli oldu. Kemalist hareketi ve gerici burjuva cumhuriyeti antiemperyalist olarak değerlendirmek, TKP’yi, daha baştan Kemalist burjuvazinin partisi olarak kurulan CHP ile ittifak politikası gütmeye ve işbirliği çabalarına yöneltti. CHP, daha sonra Türkiye’de tekelci sermayenin egemenliğiyle birlikte Türk tekelci sermayesinin bir partisi konumuna gelse de TKP’nin ve daha sonraki takipçilerinin bu yönelimi, bu politik tutumu hiç değişmedi.

70’li yıllarda geniş kitleler üzerinde etkili olan bir diğer hareket ise Dev-Genç Dev-Yol hareketidir. Mahir Çayan’ın görüşlerini ve mücadelesini sahiplenen, devamcısı olduğunu savunan bu hareket de, tıpkı TKP gibi Kemalizme ve Kemalist ideolojiye ilerici bir misyon biçti. Antiemperyalist küçük burjuva hareket olarak değerlendirdiği Kemalizmi, burjuva ulusal kurtuluş hareketinin ideolojisi olarak gördüler. Bu hareket, Dev-Yol’a göre cumhuriyeti ilan etmiş, kurmuş olsa da burjuva ulusal kurtuluşu ve burjuva demokrasisine geçişi tamamlayamamış, yarı yolda kalmıştı. Bu nedenle, Mahirlerle başlayan ve kendilerinin devam ettirdiği Devrimci Yol’a da emperyalizme karşı “ikinci kurtuluş savaşı” vermek ve Türkiye’nin bağımsızlığını kazanmak görevi düşmüştü. Yani tıpkı TKP gibi Dev-Yol’un önündeki hedef de burjuvazinin yarım bıraktığı ulusal kurtuluş mücadelesini ve burjuva demokratik görevleri tamamlayacak olan milli demokratik devrimi gerçekleştirmekti. Gerçi Dev-Yol hareketi TKP gibi açıktan ulusal demokratik devrim ya da milli demokratik devrim demiyordu. Kullandıkları kavram, bugün de dillerinden düşürmedikleri “anti-oligarşik devrim” gerek sınıfsal bileşenleri, gerek ittifakları, gerek iktidar biçimi olsun, gerekse de ekonomik alt yapıda yapacaklarıyla olsun, milli (ulusal) demokratik devrimle aynı şeyi ifade ediyor, aynı anlama geliyordu.

70’li yıllardan bu yana, bu hareket ve takipçileri halen “tek yol devrim” deseler de TKP geleneğinden gelenlerle aynı şeyi yaptılar; dün olduğu gibi bugünde burjuva sınıfın “faşizme ve emperyalizme karşı olan” ilerici kanadıyla yani CHP ile ittifak anlayışını savundular.

12 Eylül askeri faşist cuntadan sonra üst üste gelen tutuklamalarla merkezi yapısını yitirip dağıtan Dev-Yol hareketinin militanları ve kadroları Batı Avrupa’da farklı farklı ülkelere gidip yerleştiler. Orada bulundukları yıllarda Avrupa sol-sosyalist partileriyle, özellikle sosyalist enternasyonal partileriyle kurdukları ilişkiler sonunda tamamen reformizme, uzlaşmacı sosyalizme kaydılar. 1980’lerin sonlarına doğru başta öğretmen hareketi olmak üzere kamu emekçileri sendikalarının kuruluş sürecinde yeniden örgütlenmeye başladılar. Ama bu sefer merkezi örgüt yapısından uzaklaşmış, yerel örgütler biçimine dönmüşlerdi. Yeniden merkezi yapı olarak örgütlenmeleri sürecindeyse yasal parti anlayışıyla hareket ettiler; önce BSP’nin kuruluşunda etkin oldular, sonra da ÖDP’den bugünkü Sol Parti’ye uzanan mecrada ilerlediler.

TKP geleneğindeki ideolojik-politik kırılma bir başka olayın etkisiyle yaşandı. 12 Eylül askeri faşist cunta sonrasında sendikal kadroların önemli bir bölümü tutuklanırken, merkezi kadroları ya Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine ya da Batı Avrupa ülkelerine dağıldılar. Yıllar süren mültecilik sürecinde merkezi yapılarını korudular. Bu harekette ideolojik kırılmayı yaratan Sovyetler Birliğinin dağılması ve sosyalist ülkelerde art arda gelen karşı devrimler oldu. 80’lerin sonunda Türkiye’ye döndüler bu harekette var olan sağ oportünizm bu dönemde tamamen reformizme evrilip uzlaşmacı sosyalizm çizgisine oturdu. Bu hareket bu yıllarda yasal partiye yönelerek TİP'le birleşip TBKP’yi kurdu.

Türkiye’de 70’li yılların en kitlesel iki hareketi; biri soldan biri sağdan yola çıkarak 80’lerin sonunda aynı mecrada buluştular: Uzlaşmacı sosyalizm. Yolları bir süre için Kuruçeşme toplantılarında kesişse de, özünde aynı anlayışa sahip ayrı ayrı örgütler olarak yollarına devam ettiler. Ortak anlayışları, onları bugün yine aynı noktada buluşturdu, tıpkı Fransa’daki seçimlerde aşırı sağa karşı Macron’u desteklemek gibi, Türkiye’de de “tek adam”a karşı KK’yı desteklemek.

KK’yı desteklemekte buluşan ve iki ayrı sapma akımdan gelen iki örgüt üzerinde durduk. 70’li yıllarda birbirlerine karşı pozisyonları ve tutumlarıyla “düşman kardeşler” denilebilecek bu iki örgütü ele almamızın nedeni, 70’li yılların en kitlesel örgütleri olmalarının yanında, bugün geldikleri konumda, ulaşmacı sosyalizmin en iyi savunucuları olmalarındandır. Yoksa sadece bu ikisi değil, “Emek ve Özgürlük İttifakı” bileşenlerinden “Sosyalist Güç Birliği” bileşenlerine kadar hepsi aynı noktada buluştular: KK’yı desteklemek. Bu buluşma sadece seçim politikalarındaki çakışmadan kaynaklanmıyor. Onları buluşturan ideolojik ve politik olarak pek çok konudaki ortaklıkları oldu.

Özgür Güven