Bu topraklarda sayısız seçim oldu, kiminde parmağımıza boya döktüler kiminde kolonya. Nice nice oylar atıldı sandıklara da, sandıktan çıkamadılar. Sayıldık da kelle kelle, seçmenlerin sayısı sayılanlardan fazla çıktı! Haşa, aklımıza bir şey gelmedi, ölüye saygımız var bizim; oy kullanmasın mı Çanakkale’de ölen büyük büyük dedemiz.

Bu şeffaf, bu nitelikli ölülerimizi bile dışlamayacak kadar hassas işlemden önce ya da sonra kabine üyeleri belirlenir. Fakat aynı duygusal nedenlerle, bu işlem için de seçmene bir şey sorulmaz. Kapitalizm böyle önemsiz konularda bizim vaktimizi çalmaz. Hem bizi önümüzdeki beş yıl içinde kimin yöneteceğinin ne önemi var ki? Tek yapmamız gereken işe gidip gelmek ve halihazırda yararlandıklarımız ya da henüz yararlanmadığımız “hizmetler” için vergi ödemek. Kapitalizm harika bir sistemdir, bizi para taşımanın ve biriktirmenin ağır yükünden kurtarır!

Neyse, kapitalizmin mükemmel yanlarını övmeye sayfalar yetmez, zaten bu övgüyü, milyonlarca asgari ücretlinin çok daha okkalı yapacağını bildiğimizden, işi ehline bırakarak konumuza dönüyoruz. Peki, kabine nasıl belirlenir? Basite almayalım, bu zor bir iş. Çünkü bakanlar bazı yüksek nitelikleri mutlaka taşımalı. Örneğin ekonomi, ticaret ve maliye gibi bakanlıklara getirilecek olanların her biri su katılmamış üçkağıtçı olmalı. Her türden dolandırıcılığı hukuka uydurmalı, yüzüne gözüne bulaştırıp mahkemelik olan niteliksiz hırsızlardan olmamalı! Sağlık bakanı, hasta hatta ölü insanlardan para koparacak kadar zalim olabilmeli. Özel bir hastanesi de varsa tadından yenmez! Eğitim bakanı bilim düşmanı bir yobaz olmalı, yoksa yerli ve milli değerlerimize uygun eğitimli cahilleri nasıl yetiştirebiliriz!

Adalet bakanı hukuk düşmanı, dışişleri bakanı iki yüzlü, çalışma bakanı kan emici ve şirket sahibi olmak zorunda. Tek tek saymaya zaman ve ihtiyaç yok, özetle her birinin benzer, eşsiz nitelikleri olmalı. Söylemeye gerek yok, tüm bunların başına tüm bu nitelikleri kendiyle bütünleştirmiş eşsiz bir yalancı, manipülatör ve lümpen bir karakter gerekiyor. Yani afişlerde, TV’de bol bol, bıkana, patlayana, sinir harabiyeti olana kadar gördüğümüz kadirşinas arkadaş, dost, can, lider ve bir sürü sıfat daha. Nasıl olsa özde niteliklerinden azad birine dizilen bütün sıfatlar, evrenin sonsuzluğunda manasız bir ses dalgasıdır. Manasızlığın tarifine denkten öte, eşittir. Fakat, bu arada önemli bir fonksiyonu var; birbirinden özel bu bakanları bir arada tutabilmek yani arpalıklarını düzenlemek!

İşte baştan başa adilane geçen seçimlerin her türden güvenliğini sağlayan mükemmel ekip bu. Bu yüzden seçimlerde hiçbir şaibe olmaz. Bu yarış, bir Veli Efendi koşusu kadar adildir. Bütün atlar aynı pistte yarışır. Atlardan kimisi cılız, kimisi semirtilmiş ve devlet babadan dopingli, kimisi de şefkat müdahalesiyle sakatlanmıştır. Yalnız, hepsi aynı piste yarışır. Sadece cılız ve sakat atın kulvarı özenle dizayn edilmiştir, çukurlar, mayınlar, savcılar ve polisler, tek kelimeyle sistemin çok özel ilgisine mazhar olurlar.

Bol bol değişimden, demokrasiden, barıştan bahseden bu cılız atlar, yarışı asla kazanamazlarsa da kısmi başarılar elde etmeye görsünler! Resmi makamlar devreye girer. Girmeleri de demokrasinin gereğidir tabi. Böylece bir yanlış anlamanın önü hemen kesilmiş olur. Seçimin amacı, varolanın devamını sağlamaktır, asla değiştirmek değildir! Bu temel kuralı unutanlar, görmezden gelenler ya da bilmeyenler, gerçeğe bir güzel davet edilir. Hangi gerçek mi? Açıklamak sıkıcı, yine örnekleyelim.

Bir kayyumu bir kişi seçer ve onun bu bir oyu birkaç milyoncuk seçmenin oyundan daha kıymetlidir. Herkesin oyu eşittir ama bazen, pardon artık sık sık, birinin oyu birkaç milyonun oyuna denktir. Sandıklara koşmak için mükemmel bir neden daha!

Elbette burjuvazi, bizim adımıza seçim güvenliği ve yönetimini ince detaylarla planlamış ve uygulamaya koymuştur. Tek yapmamız gereken bir kutuya bir kağıt parçasını atmak. İçimiz rahat olabilir, zira o kağıda uygun adayı yazmamışsak, mükemmel devletimiz bu hatamızı hemen ya da ilk fırsatta telafi edecektir. Büyülü bir kutudur o sandık, içine atılan her şeyi şüphesiz ki bizim için değiştirir. Olur ya, diyelim sihir kutumuz bunu yapmaya o an imkan bulamadı. Panik yapmayın çünkü sandıktan çıkan yanlış sonuçları değiştirecek harika bir kurum daha var; YSK (Yanlış ve istenmeyen Sonuçları düzeltme Kurumu)

Yüzde yüz bağımsız bir kurum olan YSK, bizim yanlış tercihlerimiz konusunda acımasız derecede katı ve “bildiğim doğru, dediğim tartışmasızdır” mottosuyla çalışır. Kudreti sonsuz, yerli ve milli bir kurumdur. Fakat bazen biz kendimizi bilmezler, şeytana uyar ve sokaklara iner, taşkınlık yapar, kararlarına ateşli şekilde itiraz ederiz. Ateşli dediysem romantik de değil, ciddi ciddi ateşler yakarız sokaklarda. Haddimizi aşar, yanlışlarımızda ısrar ederiz. Cahillik mi desek, şakilik mi? Bildiğin ayaklanırız. Yetmez, başka şehirleri de isyana çağırırız. Hatta, bakarız içimizden bazıları devrim düşleri kuruyor. Olur mu, olmaz mı demeden, arsız güzel hayaller kurar, baskı ve sömürünün olmadığı bir dünya hayal ederiz. Kaptırır, iflah olmaz, olacağına inanır devrimler için ölümlere yürür, başkaları için ölecek kadar pervasızlaşırız. Yangınlara kızıl bayraklar dolanır, hayaller sevdamıza dönüşür. Sonunda halkız; mazlum, cahil, şaki imkansızı sorgular, en önde gidenler buyurur, peşinden sürüden kitleye, nesneden özneye dönüşürüz.

Durun, paniğe mahal yok, polis ve asker bizimle baş edemediğinde devreye kanunlar, yani YSK girer. O an anlarız ki, sadece katı ve acımasız değil, son derecede duygusal. Hemen kararlarını değiştirir, uymaz. Biz cahil ve asi yığınlara da tansiyon düşer. Yoksa berbat bir hata yaparak devrim ve özgürlüklere yürüyebiliriz.

YSK, bu esneme yeteneği usta dansçıları imrendirecek kıvraklığı sayesinde o korkunç şeyleri yapmaktan vazgeçer, uslu uslu işimize gider, sömürüye, baskıya, cinsiyetçiliğe bir güzel katlanırız. Düşünün bir, ya böyle olmasaydı? Devrim yapabilir ve patronlardan kurtulmuş, daha beteri iktidara el koymuş olabilirdik. Üstelik halk iktidarını kurarak… Kimsenin kimseyi sömürmediği bir yerde yaşasaydık, o zaman kim depresyona girecek, kim delirecekti? Çuval dolusu depresyon haplarımızı çöpe atmak zorunda kalabilirdik. En önemlisi de bunca berbat dizi ve TV programını kim izleyecekti?

Ve seçimlere dönersek... Birileri kazandı, birileri kaybetti. Fakat çokça bir önemi yok, çünkü kim kazanırsa kazansın, biz hep kaybederiz. Bu defa da böyle oldu. Boykot ederek, sandığa gitmeyen yüzde yirmi beşlik kesimi eleştiriyoruz ve olması kuvvetle muhtemel de olsa hala devrim propagandası yapanlara da Allah akıl fikir versin diyoruz.

Kenan Kızıl