Mahallelerin futbol takımları arasında yapılan maçlarda çokça yapılan bir espri vardır; “Allahını seven savunmaya gelsin” diye. Oldukça hoş bir espridir. Karşıt takımın atak üstüne atak düzenlediği anlarda mahallenin gençleri hem kendi takımlarının zayıflığıyla alay etmek hem de kendi aralarında gülüp eğlenmek için kullanırlar bu sloganı.

Kılıçdaroğlu'nun Cuma günü yayınlanan, “Vatanını seven sandığa gelsin” sloganı, ya da çağrısı diyelim, işte budur ve bundan başka bir şey değil. Sanki “vatanını seven” 14 Mayıs'ta sandığa koşmamış gibi!!!

Kılıçdaroğlu nam gerici, bir de mesaj veriyor: “Ben terör örgütleriyle masaya asla oturmadım ve hiç bir zaman da oturmayacağım; nokta.” Hem mesaj veriyor hem de teminat. Halen yeni bir “çözüm süreci” umudu taşıyanların son umut kırıntılarını da yok etmek için, “nokta” koyuyor.

Kime mesaj? Bu çok muhataplı mesajın ilk akla gelecek muhatabı, elbette dinci faşist kesimdir. Mesaj en başta onlaradır. Sonra, Oslo sürecini saymazsak, ilk çözüm sürecinden sonra bütün olup bitenlere rağmen Kürt halkını bu şekilde oyalamaya çalışanlara olmalı.

Böylelerinin, yani bu faşist devletten ve tekelci sermaye egemenliğinden Kürt ulusuna özgürlük hakkı beklentisi içinde olanların olduğunu biliyoruz. Mesela bunlardan birisi, bütün olup bitenlerden; “çökertme planı” ile devlet acımasız bir katliam yaptıktan sonra bile şöyle diyebiliyor:

“Çözüm süreci bekliyoruz; AKP yaptı, CHP niye yapamasın?”

AKP, -şüphesiz bu sözlerin sahibinin ve yanında yer alanların büyük yardımlarıyla- ne yaptı? Kürt halkını, UKH'ni “çökertme planı”nın hayata geçirilmesi vaktinin geldiğine kanaat getirinceye kadar “çözüm süreci”yle oyaladı; vakit tamam diye kanaat getirdiğinde ise “çözüm masası”nı bir tekme ile devirdi.

Konumuz değil, ama “çözüm süreci”yle Kürt ulusunu bir kez daha aldatmak isteyenlere karşı bu sürecin ne mene bir şey olduğunu şu sözler gayet iyi özetliyor:

O tartışma, Oslo süreci, İmralı süreci, bizim ve Önderliğimizle yaptıkları tartışmalar bizi oyalayıp düşürmek istiyor. Şeyh Said ve Dersim isyanındaki gibi bizi kandırıp düşürmeyi hedefliyor. Böyle bir devlettir.”

Bu bir parantezdi ve bu kadar yeter diye düşünüyoruz.

Sonucu önceden belirlenmiş 14 Mayıs seçiminden sonra “AKP yaptı, Kılıçdaroğlu-CHP niye yapmasın”cılar, elleri böğürlerinde sukutuhayal içinde kalakalmış oldular. Fakat öte yandan, Kılıçdaroğlu'nun “terör örgütleriyle asla masaya” oturmama sözünü önemsemeyenler; gizliden gizliye memnuniyet duyanlar da var.

Terörü -okur bu kelimeyi devrimci hareketlerin eylemleri olarak okumalı- kınamak için hiç bir fırsatı kaçırmayan, böylece bu kınamaları burjuvaziye ve düzene sadakatini kanıtlama aracı olarak görenler de var. Kılıçdaroğlu'nun hattı müdafaa değil, sathı müdafaa anlayışıyla vatan savunması için sandık başına çağrısı sosyal reformist partilerden birinde anında şöyle yankılandı:

Kazanmak için bütün gücümüzü kullanacağız”

İşe bakın, daha önce değil ama şimdi, “kazanmak için bütün güç”lerini kullanmaya karar vermişler! 14 Mayıs'ta “bütün gücünüzü” kullanmamış mıydınız yoksa!? Kullanmadıysanız neden kullanmadınız? Sizin çağrınıza uyup sandık başına koşan insanlara bir açıklama borcunuz yok mu? Size inanan emekçilere -sayısı önemli değil- saygınız bu mu?

14 Mayıs'ta değil de şimdi, birinci turda sandık başına çağırdığınız, “bir oy bir oydur; bir oyla tarih değiştirebiliriz” dediğiniz insanları aldatmak; onlarla alay etmek anlamına gelmiyor mu?

Seçimlerin ilk turunda, bütün o sözlerinize rağmen “bütün gücünüzü” kullanmadıysanız yaptığınız şey, savaşta askerlere “siz önden gidin ben geliyorum” diyen sahte ve sahtekar komutanların yaptığıyla aynı olur.

Ama hakkını yemeyelim, bu sosyal reformist parti elbette bir istisna değil. Bilaistisna, bütün sosyal reformist partiler şimdi, “valla söz, bu sefer başka olacak!” mottosuyla emekçi sınıfları ve ezilen halkları, Kılıçdaroğlu'nun çağrısına uygun olarak “vatan savunması”na, yani sandık başına çağırıyorlar.

Hele şu “çantada keklik”lerin başını çeken TİP ve Genel Başkanı evlere şenlik bir açıklamayla şöyle diyor:

Sevgili dostlarım, MYK toplantımızı az önce bitirdik. İlk değerlendirmelerimizi kısa süre içinde kamuoyuyla paylaşacağız. Ancak önce tüm enerjimizi ve gücümüzü ikinci turda ülkemizi bu karanlıktan kurtarmaya ayıracağız. Kaybedecek tek dakikamız bile yok. TİP ve 1 milyon seçmeni an itibariyle Sayın Kılıçdaroğlu’nun kazanması için kararlı biçimde çalışmaya başlıyor. Vazgeçmeyeceğiz, direneceğiz, umudu artıracağız. Biz kazanacağız!”

Acaba diyoruz, “sevgili dostları” şu adama sormayacaklar mı, “iyi de ilk turda tüm enerjinizi ve gücünüzü Kılıçdaroğlu'nun kazanması için harcamamış mıydınız yoksa?” Neden daha önce değil de, şimdi “an itibariyle kararlı biçimde çalışmaya başlıyor”sunuz? Bu sorular ve yanıtları “çantada keklik”in “sevgili dostları”nın sorunu olsun! Biz şundan eminiz: Bu adam ve adında “işçi” kavramı bulunan partisi, işçi sınıfını değil ama burjuvazinin bir kesimini iktidara taşımak için başından beri, tüm enerjilerini ve güçlerini kullandılar. Ek olarak yapabilecekleri başka bir şey de yok.

Bu arada Kılıçdaroğlu milliyetçilik gömleğini giymiş, kendisini canıgönülden desteklemiş uzlaşmacı partiye bir “merhaba” bile demekten imtina ederken, Sinan Oğan adlı faşisti “tebrik etmiş” ve görüşmüş; ne gam! “Çantada Keklik” sosyal reformistlerimiz ve uzlaşmacı küçük burjuva parti ne de olsa pek anlayışlı... Onlar Kılıçdaroğlu'nun “milliyetçi-muhafazakar” kitleyi kazanmak için başka yolunun olmadığını biliyor ve Kılıçdaroğlu'nu anlayışla karşılıyorlar.

“Tek bir oy”un heba olmaması için sandık güvenliğini yüzde yüz koruyacakları sözünü vermişlerdi; birinci turdan sonra oyların çalındığından dem vurmaya başladılar... Eh, madem ilk turda oyları çalarak birinci geldiler -ama kazanamadılar- şimdi ikinci tur için bir daha oyları çaldırmama sözünü vermeli! Ne de olsa söz vermenin maddi külfeti yok!

Peki ya birinci turda oylara, sandıklara sahip çıkmamanın hesabı? Hesap mı dediniz? E, canım şimdi ikinci tur için güvence veriyoruz ya! Sosyal reformist komedinin bir sahnesi böyle.

İkinci sahnesi ise, “tek adam kazanamadı” sözüyle açılıyor! Peki ne oldu? Bu sorunun yanıtı önemli değil; önemli olan “tek adam”ın kazanamamış olması. YSK verilerini seçimlerden önce açıklayan S.Soylu seçimin ikinci tura çok az bir farkla kalacağını günler önce söylemiş ama bu bile akıllarını başlarına getirmeye yetmiyor.

Seçime, parlamentoya öyle iman getirmişler ki, ne Babacan'ın itirafı, ya da ağzından kaçırdığı cümle diyelim, ne Soylu'nun seçim sonuçlarını seçimlerden önce neredeyse harfi harfine açıklaması; ne CHP' içinde dönen dolaplar, bu sosyal reformistleri “vatan savunmasına” yani sandık başına koşmaktan alıkoyuyor. Kılıçdaroğlu başını yastığa rahat koyabilir...

Nedeni basit ve anlaşılır: Burjuvaziye ve faşist devlete boğazlarına kadar güvenle dolular. Ya da aynı anlama gelmek üzere, emekçi yığınların ve halkların devrimci gücüne müthiş bir güvensizlik duyuyorlar. Şimdi bu güvenle, emekçi sınıfları, Kürt halkını seçimler yoluyla faşizmi yeneceğiz diye aldatıp oyalıyorlar.

Burjuva cepheden kim kazanırsa kazansın bu sosyal reformistler kaybedecekler. Ama onlara bir haberimiz var. Sevinirler mi, üzülürler mi bilemiyoruz, haber şöyle: Kendileri kaybedip battıkça birleşik devrim kazanacak!

Batıyorlar, moralleri dipte! Birleşik Devrim ise, tahterevallinin karşıt ucu gibi onlar battıkça güçleniyor.