Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine iki gün kala şu burjuva dünyanın haline bakın! Tehditler, şantajlar, kaset -artık video demeli- iddiaları havada uçuşuyor.

Dinci faşist iktidar cenahından üç kişi, kendilerinden olmayan herkesi tehditte öne çıkmış durumda.

Birinciliği dinci faşist iktidarın başı, konuşma özürlü olduğu iyice açığa çıkan, matematikle başı iyiden iyiye derde girmiş Bahçeli'den burun farkıyla alıyor. Bir paragrafını aktarıyoruz, dileyen tümünü linkten bulabilir. Kısaca şöyle:

Biz kendi adımıza kimseyle kavga etmeyiz, milletimiz söz konusu olduğunda da kimseyi tanımayız. ... Hangi saldırılarla karşılaşırsak karşılaşalım, milletin iradesine ve demokrasimize gölge düşürmeyiz. Gerektiğinde 15 Temmuz gecesi olduğu gibi, hayatımız pahasına istiklâl ve istikbalimize sahip çıkarız”

Türkçesi, seçim günü akşamı, sandıktan ne çıkarsa çıksın, iktidarı kimseye vermeyeceğiz. Bunun için gerekirse, 15 Temmuz 2016'da yaptığımız gibi, bize karşı çıkacak herkesi, kafa kesme dahil, katletmeye hazırız. 15 Temmuz göndermesi budur, başka bir anlamı da yok.

Aslında birinciliği faşist Bahçeliye de verebilirdik. Ancak, Bahçeli, tehditlerinde tüm karşıt seçmen kitlesini değil de, “Afrin'i geri almayı ve politik tutsakları özgürleştireceklerini iddia edenleri hedef aldığı için kanımızca tehdit yarışını burun farkıyla kaybediyor. Yine özet veriyoruz ve isteyen linkten Bahçeli'nin baştan sona tehdit dolu konuşmasını okuyabilir.

Kılıçdaroğlu'nun ittifak ortakları, Diyanet İşleri Başkanlığını kaldıracaklarını vadediyor, Afrin'i geri alacaklarını söylüyorlar. Bu hainler alsalar alsalar ağırlaştırılmış müebbet ceza alırlar ya da vücutlarına mermi alırlar. Terörle mücadeleyi durduracaklarını ileri sürüyorlar ancak buna teşebbüs eden vatansızların devrileceklerini zannederim görmüyorlar, göremiyorlar”

Oysa, Afrin'i geri almak ne Kılıçdaroğlu'nun ne de yanındaki gerici faşist ahbaplarının aklının ucundan geçiyor. Aksine, Kılıçdaroğlu, o cahil haliyle Rusya'yı “Türk'ün devleti”nden elini çekmesi için uyarıyor; Suriyeli mültecileri geri gönderirken, Suriye babasının toprağıymış gibi, yollarını, okullarını, kreşlerini yapmayı, o topraklara Avrupa fonlarıyla yatırım yapmayı vaat ediyordu.

Yine de Bahçeli, tehditte “Topal Osman'a özenmesiyle RTE'ye çok yaklaştı diyebiliriz. Bilindiği gibi, “Topal Osman” bir katildi, üstelik evine çağırdığını boğarak öldürecek cinsten alçak bir katildi. Bahçeli'nin emekçi sınıfları, Kürt halkını “Topal Osman”larla tehdit etmesi şöyle:

Bu eser, bu emanet can pahasına korunacaktır. Bunun için de 2023'ü cumhurun demokrasi zaferiyle taçlandırmak, Türk ve Türkiye Yüzyılı'nın kapılarını aralamak milli bir görev olarak karşımızdadır. Böylesi bir fedakarlığı dün Topal Osman Ağa yapmıştı, şimdi de sizler başarmalısınız... Türkiye'yi böldürmeyeceğiz, devleti yıktırmayacağız. Gerekirse hepimiz Topal Osman olur, bu vatana göğsümüzü siper ederiz.”

Süleyman Soylu, İç işlerinden sorumlu kişi olarak, vahşet fantezisini on bin yıllar öncesine kadar götürmüş. Avcı-toplayıcı toplumlarda insanoğlu, öldürdüğünün üzerinde tepinir miydi? Sanmıyoruz. Soylu, tehditlerde iki “abi”sini geçmek umuduyla işi o noktaya kadar götürmüş.

“Çıkmışlar masanın üzerine tepiniyorlar, Tayyip Erdoğan gitsin de gitsin diye. Tayyip Erdoğan gitsin diye tepiniyorlar. Erdoğan 14 Mayıs'tan sonra gelecek, biz de sizin üzerinizde tepineceğiz”

Bunlar böyle. Hile hurda, tehdit şantaj ne varsa kullanarak seçimde zaferlerini ilan etmeye harıl harıl hazırlanıyorlar. Üzerinde çalıştıkları senaryo üzerinde daha önce pek çok kez durduk, bir daha durmak gereksiz. Ancak şu belli: Dinci faşist ittifak yönetimi bırakmamak için ellerinden geleni yapacak.

Peki ya burjuva muhalefet ve bu muhalefeti yönetime taşımanın kaldıracı olmakta tereddüt etmeyen “sosyalistlerimiz” bu tablo karşısında ne yapıyorlar? Cevap, kocaman bir hiç.

Kimilerinin hiç utanmadan “demokratik siyaset” dedikleri burjuva siyasi arena işte böyle. Tehdit, şantaj, hile hurda her şey var ve bu tablodan ortaya çıkacak sonuca “halkın iradesi” demekten geri durmuyorlar. Bu tablodaki satın alınmaları, rüşvetleri, dönen paraları, halkın kafasını çelmek için akla hayale gelmeyecek yöntemleri saymıyoruz bile.

Sırf parlamento denen ahır hatırına bütün bunlara yüzleri kızarmadan “Demokratik siyaset” diyenlere söyleyecek bir çift sözümüz şudur: Demokratik siyaset, ancak devrimci demokratik iktidar koşullarında söz konusu olabilir; ancak devrimci demokratik bir iktidar altında halkın gerçek iradesi ortaya çıkabilir. Sadece bir Halk Meclisi emekçi halkın iradesini temsil edebilir ve emekçi halkın çıkarlarını her şeyin üzerinde tutabilir.

Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları, gençliği, kadınları, yoksulları hayatlarında gerçek bir değişim istiyorlar.

Bunun tek yolu, faşizmi bir devrimle yıkarak halkın iktidarını, halkın egemenliğini kurmaktır. Faşizmi yıkıp gerçek demokrasiyi kurmanın devrimden başka yolu yok. Bunun dışında önerilen ve önerilecek her yol, iki ülkenin emekçi sınıflarını, yoksullarını köleliğe mahkum etmekten başka bir sonuca yol açmaz. Bırakın faşizmi yıkmayı, mevcut iktidarı göndermenin bile gerçek bir halk ayaklanması olmaksızın ne kadar zor olduğunu çıplak gözle görmek için şunun şurasında bir iki gün kaldı.