Sosyal reformist ve uzlaşmacı partilerin büyük umudu, “Kandili yerle yeksan etme” sözü vermiş olan Kılıçdaroğlu, nihayet dilinin altındaki baklayı çıkardı.

Seçim gecesi galip geldiğimizde kimse sokağa çıkmasın. Sevinç gösterisi yapmasın, herkes evinde otursun. Dışarı çıkıldığında taşkınlık yapılabilir, eli silahlı insanlar sokağa çıkabilir. Dolayısıyla buna izin vermeyecek bir ortam yaratmak zorundayız”

Böylece işin rengi belli olmaya başladı.

Bu köşeden sürekli şu olguya dikkat çekmeye çalıştık: Dinci faşist yönetim ve faşist devlet, seçim günü (tabii ki seçimler yapılırsa) örgütleyip silahlandırdıkları dinci faşist çetelerini sokağa dökmeye hazırlanıyor. Bunu, 2018 seçimlerinde yaptılar. Sandıklar henüz tümüyle açılmadan bu çeteler sokağa salınmış, silahlı terör estirmiş; CHP, bir yandan “adam kazandı” açıklamasıyla halkın mücadele isteğine darbe vururken öte yandan Kılıçdaroğlu, “kardeş kanı dökülsün istemiyoruz” diyerek ayaklanmaya hazır kitleyi eve yollamıştı.

Bu kısa hatırlatma, aynı ya da benzer senaryonun sahneye konulmak üzere olduğuna dikkat çekmek içindi.

Kılıçdaroğlu ve tayfası, şimdi, bir kez daha dinci faşist yönetime karşı ayaklanma eğilimi gösterecek kitleleri sokaktan çekip eve geri gönderme hazırlığı yapıyor.

Peki tüm geleceklerini gerici-faşist “Millet İttifakı”nın yönetime gelmesine bağlamış sosyal reformist partiler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti ne yapıyor; bilen var mı? Seçim akşamı -gecesi değil- dinci faşist partiler, oyların sayımı bile henüz tamamlanmamışken, zafer ilan edip silahlı çetelerini sokağa salarlarsa ne yapmayı düşünüyorlar? Bu konuda en ufak bir açıklamaları, onu da geçtik, en ufak bir imaları var mı?

Biz ne gördük, ne duyduk.

Duyduğumuz, gördüğümüz tek şey, dinci faşist yönetim ve RTE'nin, tıpkı 2018'de yaptığı gibi, kazanmadığı seçimleri kazandığını ilan etmek için yaptığı hazırlıklara dikkat çekmeyi, “korku iklimi” yaratılmasına yardımcı olur gerekçesiyle reddettikleridir.

Dahası, dinci faşist yönetimin ve başının seçimle gitmemek için her türlü hazırlığı yaptığını teşhir edenleri “iktidarın korku iklimi yaratmasına yardımcı olmakla” eleştirip suçluyorlar.

Dinci faşist iktidarın kitleler üzerinde yıldırıcı etki yaratacak bir korku havası oluşturmaya çalıştığı doğrudur.

Önce Süleyman Soylu,“14 Mayıs 2023, Batı'nın siyasi darbe girişimidir. Türkiye'yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların 14 Mayıs'ta her birini bir araya getirerek oluşturulabilecek darbe girişimidir" dedi.

Arkasından, önündeki kağıtta yazılı olanları dahi okuyamayacak durumdaki Binali Yıldırım, “Bu seçim, işgalcilere karşı istiklal mücadelesi seçimidir.” diye açıkladı. Adalete bakan Bekir Bozdağ, dinci kitleyi tahrik etmek için, “bu seçim şampanya içenlerle alnı secdeye varanların seçimidir” fetvasını verdi. Biliniyor, şampanya içenler, dinci faşistler için “katli vacip” kesimi oluştururlar.

Mehmet Uçum adındaki zat, kendileri RTE'nin başdanışmanlarından biri olur, yani RTE'nin akıl hocası denilebilir, “2023 seçimlerinde iktidar değişikliği Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe olur” açıklamasını yaptı. Yani, iktidar değiştirilemez, değiştirilmemeli demiş oldu. Daha bir sürü örnek vermek mümkün. Ama “altın vuruş”u RTE yaptı desek abartı olmaz. RTE, çok açık biçimde, Benim milletim Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez” diyerek, Bu iktidarı teslim etmeyeceğini söylemiş oldu.

Meydan okumalar böyle.

Dinci faşist yönetimin sahne önündeki kadroları emekçi sınıflar arasında işte böyle korku salmaya çalışıyorlar. Peki, faşizm dediğin bundan başka nedir? Faşizmin korku salmaya, emekçi sınıfları baskı ve terörle sindirmeye çalışmasından başka ne yapması beklenir? Faşizm, doğası gereği bunu yapıyor, yapmaya da devam edecektir.

Burada önemli olan nokta faşizme karşı mücadele ettiğini ileri sürenlerin nasıl bir yol izleyecekleridir.

Sosyal reformist partiler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti, “kitleleri korkutmamak” adına, faşizmin planları, saldırı politikaları, daha somut konuşursak; dinci faşist yönetimin hazırlıkları konusunda konuşmamayı telkin ediyorlar. Yani gerçeklere gözümüzü kapamayı, iki ülkenin emekçi sınıflarına damdaki hırsız için, “kedidir kedi” dememizi istiyorlar. Çünkü diyorlar, faşizmin politikaları ve hazırlıkları hakkında açıkça konuşursak kitlelerin umudu kaybolur, umutsuzluğa düşerler.

Gerçek ise tam tersidir. Kitlelerin umudunu korumanın, bu umudu büyütmenin yolu, gerçekleri emekçi sınıflardan saklamak değil, aksine, gerçekleri olduğu gibi ezilen, sömürülen halklara anlatmaktır.

Nedir gerçek? Gerçek olan şey, dinci faşist yönetimin “ Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim” etmemeye hazırlandığıdır. Bu hazırlık o kadar açık, o kadar belirgin ki, üzerinde söz söylemeye bile gerek yok. Bir olasılık olarak, başka ülkelerin basını bile bu olgudan sıkça söz etmeye başlamış.

Dinci faşist yönetimin neye hazırlandığı açık. Gerici-faşist “Millet İttifakı”nın neye hazırlandığını da bu ittifakın başını çeken Kılıçdaroğlu'ndan öğreniyoruz: Seçim gecesi kitleleri eve gönderip dinci faşist iktidarın planlarını hayata geçirmesini kuzu kuzu izlemek... Oynanacak oyunun en önemli aşaması bu.

Peki, böyle bir durumda sosyal reformist partilerin, uzlaşmacı küçük burjuva partinin ne yapacağı, ayaklanmaya hazır kitlelere ne önereceği belli mi? Bu konuda en ufak bir belirti ya da bir söz duyan var mı? Biz duymadık, duyan olduğunu da sanmıyoruz.

Devrimci komünistler, iki ülkenin emekçi sınıflarına gerçekleri olduğu gibi anlatmaya devam edecek ve onların birikmiş öfkesini, kızgınlıklarını bir isyana, bir ayaklanmaya çevirmek için ellerinden geleni yapacaklar.

Seçim-sandık yolu, eninde sonunda hayal kırıklığı duvarına çarpacak ve emekçi sınıflarda umutsuzluğa yol açacak.

Umut isyan, ayaklanma ve devrimde. Tam kurtuluşun yolu da buradan geçiyor. Seçim gecesi umudu gerçek kılmak ve Kılıçdaroğlu-RTE dahil, bütün burjuva cephenin oyununu bozmak için, sokağa, isyana, ayaklanmaya!