Kapitalist ekonominin içinde bulunduğu kriz derinleştikçe ve bunun sonucu, yaşamları çekilmez hale gelen emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, ezilen halkların sömürü düzenine başkaldırı eğilimleri güçlendikçe tüm politik güçler bir çözüm arayışına giriyorlar.

Bu doğaldır. Her politik güç, temsil ettiği politik çizgiye uygun çözüm ve program önerileri ile kitlelerin karşısına çıkıyor.

Leninist güçlerin çözüm ve program önerileri son derece net ve açıktır: Emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin, ezilen halkların çektikleri açlığa, yoksulluğa, işsizliğe son vermek için bu sömürü düzenine bir devrimle son vermek gerekir. Çünkü, toplumun ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan sınıflarının çektikleri tüm acıların, tüm sorunların kaynağı tekelci kapitalist düzendir.

Sorunları ortadan kaldırmak isteyen, sorunların kaynağını ortadan kaldırmak zorundadır. Sorunları kaynağı orta yerde dururken o kaynağın yol açtığı sorunlar kalıcı olarak ortadan kaldırılamaz. İşçi sınıfı hem kendini hem de toplumun tüm ezilen kitlelerini kurtarmak için sorunların kaynağını; yani kapitalizmi bir devrimle ortadan kaldıracak bir mücadeleye girişmelidir. Bunun dışında bir çözüm yoktur.

Şüphesiz bu, Leninist Partinin görüşüdür. Ama başka siyasi güç ve partiler, “hayır” diyorlar bu görüşe ve emekçi sınıflar adına başka çözüm yolları olduğunu ileri sürüyorlar. Önerilen ve hararetle savunulan bu “çözüm” yollarından birisi, “Kamuculuk”tur.

Önce şu “kamuculuk” sakızının ne olduğuna bakalım. “Kamuculuk” dedikleri şey kısaca, devletleştirmedir. Yani, örneğin büyük işletmeleri, elektrik şirketlerini, bunun gibi kitlelerin temel tüketim mallarını üreten fabrikaları hemen, bugün, devletin, şu bildiğimiz faşist devletin, malı haline getirmesini öneriyorlar ve bunu hiç utanma duygusuna kapılmadan emekçi sınıfların yararına bir çözüm olarak ileri sürüyorlar.

Evet, kimi sosyal reformist partiler, faşist devletin hemen, şimdi, derhal kamulaştırmalara başlamasını; emekçi sınıfların devleti/iktidarı bu kamulaştırmalara zorlamak için harekete geçmeleri gerektiğini savunuyorlar.

Önce şunu hatırlatalım: Devletleştirme, ya da devletin ekonomiye müdahalesi, bu çevrelerin yutturmaya çalıştıkları gibi yeni bir şey değil. Türkiye'de “Kamu İktisadi Teşekkülleri” denilen bir olgu vardı. Sayısız fabrika ve işletme KİT adı altında on yıllar boyu varlığını sürdürdü. Şeker fabrikaları, Tekel fabrikaları, Tariş gibi dev fabrika/işletmeler, Beykoz ayakabı, SEKA kağıt fabrikaları vb. akla ilk gelen kuruluşlardır.

Ancak devletin daha kuruluşundan itibaren -öncesini bir yana bırakıyoruz- ekonomiye bu müdahalesi, emekçi sınıfların yararına değil, sermaye birikimi oldukça zayıf, kendi başına ayakta duramayan burjuvaziye sermaye birikimi kaynakları sağlamak içindi. Üstelik hayasız bir sömürü eşliğinde...

Kapitalizmde devletçiliğin, yani “kamuculuk”un amacını, işlevini, emekçi sınıflar adına ne anlama geldiğini görmek için Türkiye iktisat tarihine kısaca bir göz atmak bile yeterlidir.

Türkiye kapitalizmi, devletçiliği, gelişmesinin bir aşaması olarak geride bırakmış ve kapitalist gelişme yolunda özellikle 1980'lerden itibaren “devleti küçültme” adı altında KİT'leri tasfiye etmeye başlamıştır. Özal budur, 12 Eylül faşizmi bir karşı devrim hareketi olmasının yanında, budur.

Bundan ne sonuç çıkar? Darkafalı şöyle düşünür: Madem KİT'leri yani devlet işletmelerini Özal/12 Eylül kaldırdı o halde onları geri getirmek için mücadele etmek boynumuzun borcu olsun. Diyalektik düşünen bir devrimci, bir devrimci öncü işçi, bir Leninist ise şöyle düşünür: Burjuvazi, kapitalist gelişmenin bir aşamasını kendi elleriyle yıktı ve yeni bir aşamaya geçti. Şimdi biz ondan daha ileri bir aşamaya, içerik olarak farklı bir devletin; Sovyet/komün tipi bir devletin ekonomiye el koymasına, devletleştirme aşamasına geçmeliyiz.

Burjuva devletin eski devletçilik aşamasına, “kamuculuk” adına geri dönüşü savunmak düpedüz gericiliktir.

Bugünden, bu düzende “kamuculuk”u savunanların el çabukluğuyla yaptıkları hokkabazlık, devletleştirme yapmasını istedikleri devletin karakterini gizlemek, ondan tek kelimeyle olsun söz etmemektir. Mevcut devlet -siyasal karakterini bir an için kenara koyarsak- burjuva devlettir, burjuvazinin devletidir, burjuvazinin hizmetindeki bir aygıttır. Kitleleri, bu devletin devletleştirme yapması için mücadeleye çağırmak onların enerjisini burjuvazi hesabına harcamak; onları aldatmaktır.

Bu burjuva devlet, “kamulaştırma” yapmaz mı? Yapar. Geçmişte yaptı, gelecekte de yapar. Ama bunu emekçi sınıfların çıkarı için değil, örneğin batmakta olan bir fabrikayı, bir işletmeyi, bir bankayı kurtarmak ve kurtardıktan sonra burjuvazinin herhangi bir kesimine tekrar peşkeş çekmek için yapar. Devlet, böylesi “kamulaştırma”ları çokça yaptı, halen de yapıyor.

Leninist Parti, kamulaştırmadan yanadır. Büyük tekellere, bankalara, büyük işletmelere, büyük toprak mülkiyetine, büyük dış ve iç ticarete vb vb. el koymak, yani kamulaştırmak Leninist Parti programının temel taşlarıdır.

Fark şu ki, Leninist Parti, bu kamulaştırma işini burjuva devlete havale etmez, kapitalist düzende, burjuva devletin varlığı koşullarında böyle bir kamulaştırma için işçi sınıfını, emekçileri mücadeleye çağırmaz.

Aksine, Leninist parti, kamulaştırma için önce ve ilk koşul olarak siyasal iktidarın bir devrimle fethini öngörür. Siyasal iktidarın fethi, kesin kurtuluşa açılan ilk kapıdır. Kamulaştırmalar, kısmen iktidarın fethi sırasında, kısmen fethinden hemen önce olabilir ama büyük ölçüde ve esas olarak iktidarın emekçi sınıfların eline geçmesinden sonra; emeğin iktidarı koşullarında olacak. Bunların ne kadarının ne zaman olacağını yaşam bize gösterecek.

Emeğin iktidarı işte bu kamulaştırmalar sayesinde devrimin ilk gününden itibaren emekçi sınıfların yaşamında ciddi, elle tutulur iyileştirmeler yapacak ve bu sayede on milyonların sarsılmaz güvenini kazanacaktır.

Kapitalist sömürü düzeni ağır bir kriz içinde. (Gerçi bazı sosyal reformistlerimiz “kriz yok, açlık var” diyorlar ama biz bu cahilce lafı görmezlikten gelelim). Emekçi sınıflar ve yoksul kitleler, mutlak açlık sınırında yaşamlarını sürdürmeye çalışırken sömürü düzenine karşı derin bir öfke ve kin gibi şiddetli duygular içinde. Düzenin böyle bir ekonomik, politik ve toplumsal kriz haline Marksist literatürde “devrimci durum” denir.

İşte bu “devrimci durum” koşullarında sosyal reformistler, emekçi sınıflara düzen içi çıkış yolu göstermeye çalışıyorlar. “Kamuculuk” önerisinin kaynağı budur. Leninist Parti ise, emekçi sınıflara düzenin bu kriz koşullarından burjuva egemenliği yıkmak için yararlanma çağrısı yapıyor.

Fark, işte böylesine büyük ve böylesine yaşamsal önemde.