Emekçi sınıflar, sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil, dünyanın dört bir tarafında devrimci bir yönelim içindeler. Öyle ki, artık Avrupa'nın kalbinde, örneğin Almanya'da, Fransa'da emekçi sınıfların sokaklara döküleceği düşüncesi gittikçe yayılıyor.

Emekçi sınıflar, devrimci bir yönelim içine girdikçe burjuvaziyle işbirliği, uzlaşma politikası izleyen sosyal reformist partilerin işleri de güçleşmekte. Burjuva sınıfla uzlaşma/işbirliği politikalarını emekçi sınıflardan gizlemek bu politikalara devrimci bir kılıf giydirmek zorunda kalıyorlar.

Devrimci kılıf, adından da anlaşılacağı gibi, burjuvaziye hizmete devam ederken devrimci görünmektir. Ya da burjuvaziyle uzlaşma politikalarını, devrimci kavramlar kullanarak sürdürmeyi anlatır.

Örnekleri çok. Örneğin, NATO yandaşlığı mı yapacaklar, elbette bunu doğrudan, herkesin görüp anlayacağı biçimde yapmazlar. Mesela, Rusya-Donetsk Halk Cumhuriyeti-Lugansk Halk Cumhuriyeti ile Ukrayna arasındaki savaşta, savaşın gerçek nedenleri ve gerçek taraflarını ağzına almaksızın, “Komünistler kan dökülmesine, başkalarının topraklarının işgal ve hatta ilhakına, insanların acı çekmesine vb vb. karşıdırlar” derler.

NATO mu dediniz? Hepsi şu iki Halk Cumhuriyeti ve Rusya'nın saldırganlığı yüzünden; şimdi kendini güçlendirdi, yeni üyeler kazandı, Avrupada'ki varlığını on kat, belki de daha fazla artırdı. Rusya saldırmasaydı, bunların hiç biri olmayacaktı işte.. Mantık bu. Bu mantığın özü özeti, “dokunmazsanız ısırmaz” önermesidir. Rusya ve iki Halk Cumhuriyeti dokunmasalardı, NATO böyle havlamayacaktı. O normalde kulübesinde uslu uslu duruyordu.

Sosyal reformistlere soracak olursanız durum böyle. Gerçi, NATO'nun başındaki Stoltenberg: “NATO müttefikleri, savaştan önce bile Ukrayna'ya silah tedarikini önemli ölçüde artırmıştı” sözleriyle durumun hiç de söylendiği gibi olmadığını; kulübesinde uslu uslu oturmadığını itiraf ediyor ama sosyal reformistler için ne gam!

Sosyal reformistlerin mantığında NATO için söylediklerimiz, ABD ve İngiltere için de geçerlidir. Sosyal reformistlere göre Rusya'nın saldırganlığı onları kışkırttı. Rusya onları kışkırtmasaydı onlar da kulübelerinde uslu uslu oturuyor olacaklardı ve “büyük insanlık” nükleer bir savaşın eşiğine gelmeyecekti. Biden'dan Johson'a, Polonya'nın kudurmuş faşist yönetiminden faşist Zelenski'ye kadar hepsi kulübelerinde uslu uslu tabaklarındaki yemeği yiyor olacaklardı.

Peki ya Ukraynalı faşist askeri birlikler, Azov'cular, Aydar'cılar, Sağ Sektör ve daha bilmem hangi ipini koparmış faşist... diye soracak olursanız, “haa onlar mı, onlar zaten önemsiz güçler canım..” yanıtını alırsınız. Yani, onlarla savaşmaya değmez!

Bütün bu NATO muhibbi mantıktan sonra, ezilen emekçi halkları NATO karşıtları olduklarına inandırmak için NATO üslerine yürürler, gösteriler yaparlar. Nasıl olsa can alıcı meselede NATO'ya, yerli işbirlikçilerine gereken mesaj iletilmiştir: Biz sizin yanınızdayız.

Bu aynı mantık, aynı akıl yürütme, aynı pratik politika faşizme karşı mücadelede karşımıza çıkar. Üstelik yeni de değil; sosyal reformistlerin tarihiyle yaşıt bir politikadır. Özü şudur: elbette biz faşizme karşıyız. Ama devrimci şiddete başvurmayın, provokasyon olur. Faşizmin eline bahane vermiş oluruz.

Mantık aynı mantık: Dokunmazsanız ısırmaz. Bu mantık, müteveffa TKP'den, hatta onun da öncesinden, Boran-Aybar-Aren oportünizminin temsil ettiği TİP çizgisinden beri böyledir. Bunların en iyi bildikleri ve en çok kullandıkları iki sözcük “provokasyon olur” idi. “Yerinizden kımıldamaz, ölü taklidi yaparsanız ısırmaz.” Faşizme karşı mücadelede bilgi dağarcıkları ve politik ufukları bundan ibaret.

Kitleler devrimci bir eğilim içine girdiklerinde kendileri de hemen bir devrimden yanadırlar. “Ama amacı isteyen aracı da istemelidir” dediğinizde yanıtlarını, daha doğrusu ceplerinde hazır duran yalanlarını pat diye önünüze koyuyorlar: “Bakmayın siz bizim yasal bir parti olduğumuza, bizim başka aparatlarımız da var. Günü geldiğinde bu aparat kendini gösterecek ve burjuva iktidarı bir devrimle yıkmaya öncülük edecek!” Hepsi bu.

Sosyal reformistler bu numarayı o kadar benimsemiş ve o kadar kullanışlı bulmuş olacaklar ki, bugün bile Avrupa'da, hiç bir şey olmamış gibi, onyıllar önce tasfiye ettikleri illegal yapıları adına geceler tertipliyor, bağış kampanyaları düzenleyebiliyorlar.

Bu numara, şimdi kimsenin adını dahi hatırlamadığı Kaçmaz-TSİP oportünizminden miras olarak devralınmıştır. 1971 Devrimci çıkışı ve kopuşun tüm canlılığı ile etkili olduğu; haliyle, Türkiye ve Kürdistan sol-devrimci hareketinde yasalcılığı savunmanın neredeyse “ayıp” sayıldığı günlerde, TSİP oportünizmi yasalcılığa dümen kırarken işte bu numaraya başvuruyordu: “Bakmayın yasal parti olduğumuza, başka aparatlarımız da var...” Yine de o dönemde TSİP içinde, bu yönelimi sorgulayarak yapılan numaralara kanmayan gruplar çıktı; TSİP, üçe bölündü.

Bu son numaradan ne gibi sonuçlar çıkartılabilir? Akla gelen, biri olumlu, diğeri olumsuz iki sonuca hemen işaret edebiliriz. Birincisi, sosyal reformistlerin uzaktan yakından ilgileri olmadığı halde “bizim başka aparatlarımız var” numarasına başvurmaları, geçmişin güçlü devrimci etki ve anılarının onların yakasını bırakmadığıdır. İkincisi ise olumsuz bir sonuçtur. Hala aynı numarayla kendi çevrelerini, gençlerini şu ya da bu ölçüde etkilemeyi başarıyorlarsa bu, çevrelerindeki gençliğin eleştirel bakma yeteneğinin neredeyse hiç derecesinde zayıf olduğu anlamına gelir. Devrimin eleştirel bakmayı bilen gençliğe ihtiyacı var.

Halk arasında “Osmanlı'da oyun çok” kavramı yaygın; biliniyor. Bizim sosyal reformistlere gelince onlarda da “numara” çok. Tek kusurları, tüm politikalarının yaşama karşı olmasıdır.