Bir İleri İki Geri

Sosyal reformistler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti için ne talihsiz topraklar burası! Çelişkiler öylesine derin, çatışmalar öylesine yoğun ki, bir türlü hayalini kurdukları günlere ulaşamıyorlar. Tam “bu sefer olacak” diye düşündükleri anda bir olay tüm uzlaşma hayallerini tuzla buz ediyor.

Bunca zamandır emekçi sınıfların, Kürt halkının, kadınların, cümle ezilenlerin karşısına geçip, “her şeyin sorumlusu bu tek adam rejimi”nden kurtulmanın an meselesi olduğunu, ilk seçimlerde bunlardan kurtulacağımızı muştulayıp duruyorlar. Bunun için Kılıçdaroğlu şahsında adına “Millet İttifakı” denen burjuva muhalefetini üstü örtülü veya alenen desteklemekten geri durmadılar. Hatta iş o raddeye vardı ki, “ikinci turda zaten oy verebileceksek ilk turda da oy verelim bitirelim bu işi istiyoruz” bile dediler. (Bu sözün sahibi ve partisi, sermaye dünyasının “aferin”ine mazhar oldu ve “yürü ya kulum” dendi kendisine. Her yerde bol bol reklamı yapılır oldu.)

Sosyal reformist partilerin ve uzlaşmacı küçük burjuva partinin düştükleri durum gerçekten hazin. Bir sınıfın ya da ezilen bir halkın temel çıkarlarını program edinip de pratikte düşman sınıfın işine yarayacak şeyler yapmak zorunda kalan bir parti, iflah olmaz biçimde eğik bir düzleme basmış demektir. Anlık durumları ne olursa olsun dibi boylamaları kaçınılmaz. Bu sözünü ettiğimiz nitelikteki partilerin tümü, şimdi işçi sınıfını, emekçileri, Kürt halkını nasıl iktidara taşırızın değil de, burjuvazinin hangi kanadını iktidara taşırızın derdine düşmüş haldeler.

Sosyal reformistler ve uzlaşmacılar, Kılıçdaroğu şahsında burjuva muhalefete ne kadar yaklaştılarsa, Kılıçdaroğlu ve burjuva muhalefet de bir o kadar onlardan “kaçıyor”! Kaçmak zorunda kalıyor. Ama öyle bir kaçış ki, her köşe başında şöyle bir işmar ederek, her daim bir küçük umut vererek!.. “Adalet yürüyüşü” gibi, “helalleşme” gibi göz kırpmalar yetiyor bizim uzlaşmacı küçük burjuva partiye ve sosyal reformistlere. Tutacak bir kulp buluyor her seferinde. Zira burjuva dünya ile aralarındaki köprüyü her daim korumak, sosyal reformizmin temel özelliğidir.

“Helalleşme” der, sermaye sınıfının temsilcilerinden biri olarak Kılıçdaroğlu; heyecana kapılır sosyal reformizm. Ardından “Kandil’i yerle yeksan etme”kten bahseder aynı Kılıçdaroğlu; ayazda kalır cümle uzlaşmacılar. “Tek adam rejimi”ne verip veriştirir aynı zat; bizimkiler yine yanaşır eteğine hemen. Çünkü onlar için en temel, en yakıcı sorun “Saray faşizmi”nin, “tek adam rejimi”nin sona ermesidir. Sonrası elbette sonrasının meselesidir!

Ama işler yine istedikleri gibi gitmez. Çünkü bu defa da kalkar eteğine yanaştıkları kişi, “Irak'ın kuzeyinde yürütülen Pençe-Kilit operasyonunda, dualarımız kahraman ordumuzla birlikte. Allah bu mübarek ayda, Mehmetçiğimizin ayağına taş değdirmesin” der. Tıpkı Afrin’in işgalinde olduğu gibi!

Tam elini tutmak için onca umutla kapısında bekledikleri Kılıçdaroğlu, tutar, her kritik kavşakta şaşmaz bir şekilde RTE'ye, o "her şeyin müsebbibi tek adama" tartışmasız destek verir! (Bu, neredeyse bir fizik yasası kesinliğinde şaşmaz bir durumdur.)

Uzun sözün kısası, bir garip açmazla salınıp durur sosyal reformistler ve uzlaşmacı küçük burjuva parti. Bir ileri, iki geri...

İçinden nasıl çıkacaklarını düşündükleri açmazları şurada. “Tek adam rejimi”nden kurtulmak için onca umut bağladıkları seçimlere bağımsız bir güç olarak katılsalar “oyları bölecekleri” için, geriletmeyi arzu ettikleri “AKP-MHP faşizmi”nin ekmeğine yağ süreceklerini düşünüyorlar. Kılıçdaroğlu’nın kuyruğuna takılıp “Millit İttifakı”nı destekleseler, bırakın ittifaktaki faşist partileri, Kılıçdaroğlu’nun yukarıda aktardığımız türden çıkışlarını bile emekçi kitlelere “izah edebilecek” durumda olmadıklarını görüyorlar. Kendi kendilerini hapsettikleri açmaz içinde debelenip duruyorlar.

Uzlaşmaz sınıflara dayalı bir toplum demek, uzlaşmaz sınıfsal çıkarlar demektir. Ne tür uzlaşma (ya da “toplumsal barış”) hayaller görürseniz görün, toplumsal yaşam karşınıza sürekli çatışmalar çıkartır. Hele çelişkilerin böylesine derin olduğu bizim gibi ülkelerde!

Toplumsal yaşamın kendisi, her daim devrimden yana akar. Her tür uzlaşma hayal ve girişimleri dönüp dolaşıp bu gerçekliğin duvarına çarpmak zorunda kalır.

Bu koşullarda olmayacak hayaller peşinde koşan uzlaşmacılara ne yazık!