Şaşırmadık. RTE ve Kılıçdaroğlu, memleketin en yakıcı sonu üzerinden, aynı söylemde buluştular. Her ikisi de halka “sabır” telkin ediyor. Birisi “sabredin, biz hallederiz” diyor diğeri “seçim var on üç ay sonra, sabredin” diyor. Açlığa karşı sabır! Tekelci sermayenin sözcüleri tarihi hatalarını elbirliğiyle işliyorlar.

Asgari ücrete zam yok diyor Saraydaki, %300’ü aşan kar oranı açıklayan bankaları doyurmak kolay mı sanıyorsunuz? Peki ya, bu denli inanılmaz kar oranı altında birazcık kalsalar, pazar oranlarını ve rekabet güçlerini yitireceğini bilen tekeller, daha azıyla yetinebilirler mi? Ejderhalar pastayı bölüşmüş, pirelere bir şey kalmamış, olsa dükkan senin! RTE, tekelci sermayenin siyasi iradesi olarak ne yapması gerekiyorsa onu yapıyor, Kılıçdaroğlu da öyle: Asgari ücret aç karınları doyurmaya yetmiyor ama, sabır; emekçiler çocuklarıyla market önünden geçmeye çekiniyorlar, ama olsun, yine sabır... Yaşadığı aşağılanmayı dile getiremeyenler kameralar önünde gözyaşlarına boğuluyorlar, zararı yok, sabredin! RTE emekçinin etini kemiğini sıyırıyor, Kılıçdaroğlu ise onurunu ve insanlığını...

Her ikisi de üst üste yığılan tarifi imkansız sefaletin birikiminden memnun: İlki, bu sefaletin, hizmet ettiği sınıfın karlarını görülmemiş seviyeye fırlatmasından... diğeri, aynı sefalet üzerine inşa etmeyi tasarladığı iktidarının, cebindeki zulada tuttuğu acı reçeteyi yutturmayı kolaylaştıracağı umudundan. Memnunlar ve tarihi hataları burada başlıyor: avını parçalarken burnu kanla dolan bir kurt, doğanın en kolay avı haline gelir. Alamadıkları koku, artık kıvılcımını bekleyen bozkırda, yangının her tarafa yayılmasını engelleyen barikatları, bizzat kendi elleriyle kaldırmaları.

Tekelci sermaye sözcülerine inat, on milyonlarca emekçiyi de birleştiren bir duygu var: Sabırsızlık. Açlar ve açlık sınırında yaşama tutunanlar için, hayatın “gelecek” ufku, günlerle, en fazla haftalarla sınırlı. İşsizlerin, gündelik bir iş bulma telaşıyla çırpınanların lugatında “sabır” kelimesini arayın hele. Asgari ücrete mahkum milyonlar, ceplerindeki paranın kaç hafta yeteceğini bilmiyorlar, bir sonraki semt pazarı kurulduğunda karşılaşacakları fiyatlardan endişeleniyorlar. Ve böyle böyle, gelecek, haftalar ölçüsünden, günler ölçüsüne doğru hızla kısalıyor.

Gelecek vizyonu haftalarla, günlerle sınırlı bir kitle, aylar sonrasının bir seçim zaferini düşleyebilir mi? Ya da tüm siyasi sermayelerini o tarihe yatıranları ciddiye alabilir mi? Günlük pratik yaşamdan gelecek ufku kaybolup gittiğinde, hangi boş vaat, tatlı düşler uyandırma gücüne sahip olabilir? Böyle bir kitle ancak bugünün koşullarını hemen, en kısa yoldan değiştirecek bir adımın, bir eylemin hayalini kurabilirler, ancak böyle bir eylem onların tahayyül dünyalarını yeniden açabilir. Ve onlar şimdi, tam da böylesi bir umut kapısının eşiğinde olduklarını yüzümüze haykırıyorlar. “Artık yeter!” nidalarını daha sık duyuyoruz. Ve sabrın taştığını haber veren bu duygu, bozkırı boylu boyunca tutuşturacak bir yangına güçlü bir körük gibi destek oluyor.

Açlar ordusu, tüm güçlerini hayatta kalmaya seferber edenler, ekonomik yıkımın art arda gelen şok dalgaları karşısında takatleri tükeniyor. Geriye kalan son bir çabayla bir şeyler yapmazlarsa karşılaşacakları trajik sonun nefesini enselerinde hissediyorlar. Girişecekleri eylemin sonucuna dair belirsizlik ile bir adım atmadan beklemek arasındaki denge öyle hızlı bozuluyor ki, karşımıza milyonluk bir ajitatör topluluğu çıkıveriyor. Sabırsızlıkla örülü öfke boşalmalarının, bir eyleme yönelik amacı bulunduğu açıktır. Otobüs ve metrobüs mahşerinde uzayan kuyruklarda halka açık ajitasyon, açlar ordusunun birleşme, güç devşirme ve harekete geçmek için irade oluşturma arayışıdır.

Asgari ücrete zam yok açıklaması ve seçim kanunu değişikliği, biraz daha beklemeye ve sabretmeye yetecek kaynakları olanların politik tutumlarını altüst etti. Gelir ve tükenmekte olan birikimleriyle başlarını suyun üzerinde tutmaya devam edemezler. Çığırından çıkan pahalılık, ellerindeki birikimi beklediklerinden çok daha hızlı tüketiyor. Seçim kanunu değişikliği, bu kesimlerdeki seçim oyununa duydukları temkinli saygıyı eritti. Ve inatla “seçime kadar sabır” telkin eden gerici burjuva muhalefet ile kuyruklarına takılan uzlaşmacı solun, bu kesimler üzerindeki frenleyici etkisi kayboluyor.

Ateşler içinde kaynayan bir toplumun karşısına çıkıp “sabır” dilemek, burjuva sınıfın heybesindeki son taştı. Aynı zamanda bu söz, hiçbir sorunu çözmeye gücünün kalmadığının itirafıdır ve kaderini milyonların iyi niyetli sabrına, insafına terk etmektir. İktidarıyla, muhalefetiyle tekelci sermaye partileri, adeta milyonlarca emekçiye “bize bir şans tanıyın” diye yalvarmaktalar. Hani nerede “sokağa çıkanı tepeleriz” diyen o özgüven? Kaldıysa biraz, o da, Newroz’un muhteşem kalabalığıyla, taş taş üstünde kalmayan kentlerin gövde gösterileriyle, burjuva aklından ve yüreğinden uçup gitmiştir. Halka sabır vaaz etmeye başlayan faşist bir egemenlik, panik içindedir.

Emekçiler, sabır dileklerinin ardındaki güçsüzlüğü, acizliği görebiliyor mu? Kuşku duyan varsa bu konuda, bilsinler ki, karşılarında köle ruhlar yok. Hayatta kalma çabaları, açlar ordusuna, hasmının zayıflıklarını arama ve bulma zorunluluğu dayatıyor. Ve onlar bu acziyeti, dert dinleyip boş vaatlerde bulunmak için bile halkın arasına girmekten korkan dinci faşist iktidar mensuplarından biliyorlar. Onlar, “aman ha kontrolümüzden çıkar” endişesiyle kendi mitinglerini iptal eden gerici muhalefetin tutumunu acziyetin fotoğrafı olarak görüyorlar.

Sabır taşı, geçmiş olsun burjuvalar, çoktan çatladı. Bozkır yangını çoktan başladı. Şimdilik öbek öbek... Devrimin farklı sınıf ve kesimleri sahneye teker teker giriş yapıyorlar. Sene başından bu yana, önce işçiler, sonra kadınlar ve Newroz görkemiyle Kürt halkı. Eksik olan, tüm yangın öbeklerini birleştirecek, arada boşluk bırakmayacak, yangınların yangınını başlatacak bir kıvılcımdır.