Faşist devletin her daim, tarihi boyunca “rehine” gözüyle baktığı tutsakları kurtarmak için başka yol yok: Zindanlar yıkılmalı.

Zindanlarda çıplak arama yapıldığı gündeme taşınınca zindanlar ve tutsaklar konusu tekrar öne çıktı ve emekçi sınıfların, ezilen halkların tartışmasına açıldı.

Gerçekte, zindanlar ve tutsakların özgürlüğü sorunu hiç bir zaman ne Kürt halkının ne de Türkiye emekçi sınıflarının, yoksul kitlelerinin gündeminden düşmüştü. Çünkü, binlerce değil, artık yüz binlerce insan, Kürt halkının ve Türkiye emekçi sınıflarının, yoksullarının evladı zindanlarda, ağır işkence koşullarında tutuluyor.

Faşist devlet ise, burjuva düzen tehlikeye düştükçe; zenginlerin düzeni Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının saldırılarına uğradıkça zindan politikasına sarılıyor. Zindanlar, dinci faşist iktidar için sadece kişiyi tecrit etme aracı olarak kullanılmıyor fakat aynı zamanda, işkence merkezi, topluma gözdağı verme aracı, ele geçirdiği, tutsak ettiği insanları düzene saldırı halindeki emekçi kitlelere karşı rehine olarak kullanmanın merkezine dönüştürüyor.

Doğrusu, bu, dinci faşist iktidarın icadı bir durum değil. 12 Eylül faşizminin başı Evren, bu politikayı alenen savunduğunu, “asmayıp da besleyelim mi” meşhur lafıyla açık etmişti. Evveli de var ve dahası sadece Türkiye'ye özgü bir politika da değil. Dünyanın her tarafındaki burjuva iktidarlar, gericisi, faşisti fark etmiyor, hepsi zindanlarda tuttukları insanlara, özellikle de devrimci ve komünistlere her zaman rehine, yeri ve zamanı geldiğinde kitleleri korkutmak, gözdağı vermek için öldürdükleri rehineler gözüyle bakmışlar ve öyle de davranmışlar.

Örnekler çok, ama Avrupalı emperyalistlere her fırsatta hayranlık ve özentilerini açığa vuran liberal ve uzlaşmacı ahmak kafalara, o yere göğe sığdıramadıkları Almanya'nın gizli servisinin Baader-Meinhof /Kızıl Ordu fraksiyonu üyelerini zindanda nasıl katlettiğini hatırlatmak isteriz. Burjuva “demokratik” Almanya bu devrimcilerinin hepsinin art arda, “yüksek güvenlikli” zindanda hücrelerinde ölü bulunmasını “intihar” olarak açıklamıştı. İşte böyle de, planlı, örgütlü cinayetlerini kurbanlarının üstüne yıkacak kadar alçak ve yüzsüzler.

Almanya, bu cinayetleri, devrimci hareketin büyük yükseliş gösterdiği, düzene saldırıların yoğunlaşarak arttığı bir dönemde işledi. Çünkü topluma gözdağı vermesi gerekiyordu.

Yine de Türkiye, Osmanlıdan aldığı kardeş, oğul, sadrazam, vezir, zindanda ne varsa, kim varsa boğdurma devlet geleneği ile Avrupalılara açık ara fark atar. Tarihin derinliklerine gitmeye hiç gerek yok. Evren, emekçi sınıfları sindirmek, devrimci kitle hareketinin önünü kesmek için ilk icraatını idamlarla başlatmamış mıydı? En kolay ve en risksiz olan, üstelik en canice olduğu için toplumda dehşet saçmaya en uygun olan yöntem, eldeki rehineyi idam sehpasına çıkarmaktı. Öyle yaptılar; topluma dehşet saçmaya çalıştılar.

Görüldüğü gibi, zindanlar, sömürü düzeninin en önemli sacayaklarından biridir. Ordu, polis, mahkemeler zincirinin tamamlayıcı halkasıdır. Bu zincirden bir halka koptuğunda zincir dağılır. Sacayaklar yıkılır, düzen çöker.

Zincirin zindan halkasını tamamlamak için önceki tüm gerici, faşist burjuva iktidarlarının yaptığını dinci faşist iktidar da yapıyor. Yeni yol değil, bildik, açılmış yoldan gidiyor. Bu yol, rehine olarak tutulan tutsakları aynı zamanda boyun eğdirerek teslim almaktır. Zindan işkencelerinin temel nedeni ve amacı budur.

Emekçi sınıfların devrimci hareketinin, düzene saldırılarının önünü kesmek için insanları zindanlara atıp tutsak etmek yetmiyor. Tutsak aldıklarını pişman ettirip teslim almak da gerekiyor. Öncesi bir yana, 12 Eylül faşizminden bu yana, kesintisiz süren zindan saldırılarının ve bu saldırılara karşı devrimci tutsakların verdikleri savaşın nedeni ve kaynağı budur. Faşizm, devrimci tutsakları teslim almak için saldırılarını yoğunlaştırdıkça devrimci tutsakların kahramanlıklarla yürütükleri savaş da büyüyor.

Evren faşizmi, idamlar ve tek tip elbise, çıplak arama, ayakta sayım ve askeri düzen oluşturmaya çalışmakla başlamıştı. Bugün idam yok, geri getiremiyorlar ama hem idamların hem de tek tip elbisenin lafını çok ediyorlar. Ayakta sayım denemeleri yapıyorlar, çıplak arama dayatmasında bulunuyorlar. Devrimci tutsakların geçmişte püskürttükleri ne kadar girişim varsa şimdi tekrar tekrar gündeme getiriyorlar.

Devrimci tutsaklar, dinci faşizmin bu dayatmalarına, teslim alma girişimlerine geçmişte olduğu gibi bugün de karşı koyuyorlar. Dinci faşizmin gücü, Türkiye ve Kürdistan zindanlarında rehin tuttuğu devrimci tutsakları teslim alamayacak; bundan kuşku yok. Evren faşistinin yapamadığını onun yetiştirmeleri hiç yapamayacaklar. Devrimci tutsaklar emekçi sınıflara ve ezilen halklara karşı görevlerini fazlasıyla yerine getiriyorlar.

Sorun birleşik devrim güçlerinin “zindan savaşları” biçiminde geçmiş bütün bu tarihten doğru dersler çıkararak doğru devrimci hedefler belirlemesidir. En azından, 12 Eylül'den bu yana kesintisiz süren “zindan savaşları” tarihi bu düzen ayakta kaldıkça, gerici, faşist tüm burjuva hükümetlerin aynı saldırıları tekrar tekrar gündeme getireceklerini; devrimci tutsakların ise bu saldırılara beden bedene çarpışarak yanıt vereceklerini göstermiş durumda.

Buradan çıkarılacak en önemli ders, devrimci tutsakları özgürleştirmek için emekçi sınıfların ve Kürt halkının faşizmin gündeme getireceği her saldırıya, her uygulamaya tek tek karşı çıkmak değil, zindanları yıkma hedefini güncel biçimde önüne koymalarıdır. Üstelik bu hedef, sadece devrimci tutsakları özgürleştirmenin değil, onlarla birlikte ezilen halkları, emekçi sınıfları her türlü baskı ve sömürüden kurtarmanın, özgürleştirmenin koşuludur.

Birleşik devrim güçleri kitlelerin önüne zindanları yıkma hedefini koymalılar. Tutsaklar kendi cephelerinden doğru olanı yapıyorlar. Birleşik devrim güçleri, kitlelerin önüne tutsakların mücadele hedefinden daha ilerisini koymak zorundalar. Onun için emekçi sınıfların ve ezilen halkların bayrağına, her devrimin ilk temel belirtisi olan şu slogan yazılmalıdır:

Zindanlar Yıkılsın, Tutsaklara Özgürlük!