Faşist devletin sınıflar mücadelesine bakışını faşist Devlet Bahçeli olabilecek en kısa biçimiyle özetlemiş: “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır. Türk tarihi sandıkta yazılmamıştır”.

Yani?

Yanisi şu: Bu faşist devleti sandıkla yıkamazsınız. İstisnasız bütün sosyal reformist partilere, uzlaşmacılara bir türlü anlatamadığımız; gerçekte ise, burjuvaziyle bağları tam koparmamak, köprüleri atmamak için anlamak istemedikleri, kulaklarını tıkadıkları gerçek bu işte.

Leninistler, sosyal reformist ve uzlaşmacılardan öte, özellikle bunların dümen suyundan giden sol-devrimci hareketlere “sandıktan devrim çıkmaz” diye seslenip durdular. Her seçimde kitleleri “tamam bu sefer faşizmi geriletiyoruz” diye aldatan parlamenter ahmaklıkla sakatlanmış kesimler de kulaklarını tıkadılar bu gerçeğe.

Faşist Bahçeli, hiç kuşkusuz, devlet adına, haliyle, tekelci sermaye sınıfı adına konuşuyor. Kendisi, bizzat yönetimde değil ama fikirleri, politikaları iktidarda ve dinci faşist iktidara sermaye sınıfı adına yön vermektedir.

Bunun selefi, faşist hareketin babası diyebileceğimiz Türkeş, 12 Eylül faşizmi sırasında, emekçi sınıfları aldatmak için, faşist generaller tarafından, kısa süreliğine de olsa zindana atılınca, “biz cezaevindeyiz, fikirlerimiz iktidarda” deyivermişti.

Türkiye'de durum tam da budur. Devlet Bahçeli ve partisi resmi olarak dinci faşist yönetimin dışında ama fiiliyatta, RTE dahil, dinci faşist iktidara yön vermekte, faşist devlet adına konuşma güç ve iradesini kendinde bulmakta. Can Atalay vakasında AYM'ye meydan okuması, devletin bu kurumunun kapatılabileceğini açıkça söylemesi buna verilebilecek en basit örnektir.

Bahçeli faşisti, bu açıklamayı durup dururken yapmadı elbette. O, yerel seçimlerde CHP'nin oylarının artmasını, büyük illerin belediye başkanlığını kazanmasını “umut” olarak görenlere uyarı olarak yaptı bu açıklamasını. “Kazandığınız oyların bir kıymet-i harbiyesi yok”; sözlerinin özü özeti bundan ibaret.

Yerel seçimlerde tam bir hezimet ve politik iflasa uğrayınca teselliyi CHP'nin “başarısında” bulmayan çalışan sosyal reformist, uzlaşmacı partilere deyim yerindeyse, bir “ayar çekme” işlemi bu. Faşist Bahçeli'nin tehdidi şu cümleyle devam ediyor çünkü: “Herkes aklını başına almalı, rüzgar ektiği müddetçe, fırtına biçeceğini unutmamalıdır”.

Bu politik müflisler kendi durumlarını unutturmak için CHP'nin “başarısını” işaret edip, tekelci sermayenin dinci faşist iktidarı, başında İmamoğlu'nun olacağı yeni bir yönetimle değiştirme politikası izlemenin hazırlığı içinde olduğu düşüncesini yaymaya çalışıyorlar. Böylece, dinci faşist iktidara büyük bir öfke duydukları bir kez daha ortaya çıkan emekçi sınıfları ve Kürt halkını burjuva muhalefet kanalına akıtmanın hazırlığını yapıyorlar.

Burjuva sınıf egemenliğine yönelik yıkıcı enerji dolu bu kin ve öfkeyi, birleşik devrim yerine “faşizmi geriletmek” adına burjuva muhalefet kanalına akıtmaya çalışıyorlar. Tekelci sermaye sınıfı ve ondan önemlisi emperyalist mali sermaye, iki ülke emekçi sınıfları ve ezilen halklarının bu öfkesinin burjuva muhalefet kanalına akıtılmasıyla sürecin o noktada duracağına inansa, bundan emin olsa, Bahçeli'nin çenesini anında kapatırlardı.

Emin olamadıkları nokta, CHP barajının bu dev enerjiyi tutacak güç ve sağlamlıkta olup olmadığıdır. Yerel seçim sonuçları, seçimlere katılım oranının düşüklüğü, iki ülke emekçi sınıfları ve ezilen halklarının tam ve kesin bir kurtuluş yönünde gösterdikleri gerçek irade bu yıkıcı enerjinin buz dağının görünen kısmı olarak anlaşılmalı.

Emperyalist mali sermaye ve tekelci sermaye sınıfı, gerçek bir devrim korkusu yaşıyorlar. Dillerinden düşürmedikleri “beka sorunu” kavramı bu korkunun kod adıdır. Faşist Bahçeli'yi böyle ortalığa salıp herkesi sürekli tehdit etmekle görevlendirmelerinin nedeni budur.

Konuşma özürlü birinin tehdit dolu tüm sözlerini buraya aktarmanın anlamı da gereği de yok. Ancak şunun altı çizilmeli: Bahçeli faşisti böyle konuşurken bütünüyle blöf yapmıyor. Aksine, faşist devlet içinde güvendiği kurumlar var. Bunların başında Jandarma Özel Harekat, Polis Özel Harekat, bizzat ordu ve polis, zindanlar, yargı gibi gerçek devlet diyebileceğimiz kurumlar geliyor.

Bu sömürü düzenini yıkmak; Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını elde etmesini sağlamak, emekçi sınıfları kapitalist sömürüden, faşist devletin baskı ve teröründen kalıcı biçimde kurtarmak... kısaca, bu düzeni yıkmak isteyen önce bu militarist kurumları dağıtmak zorunda. Düzenin gerçek muhafızları işte bu kurumlardır. Sermaye sınıfı egemenliğini ayakta tutan; iki ülke emekçi sınıfları ve ezilen halklarının saldırılarından koruyan işte bu kurumlardır.

Bu kurumları sandıkta “oy çokluğu” elde ederek dağıtamazsınız. Bahçeli, “Türkiye Cumhuriyeti sandıkta kurulmamıştır. Türk tarihi sandıkta yazılmamıştır” diye meydan okurken tam da bunu demiş oluyor.

Bu kurumlar ancak gerçek bir devrimle, dört başı mamur bir devrimle dağıtılabilir; tüm iktidarın emekçi sınıflar tarafından ele geçirilmesinin yolu açılabilir. Leninistler, “sandıktan devrim çıkmaz” derken tam da bunu anlatmış; sermaye sınıfı egemenliğini, kapitalist düzeni yıkmanın gerçek yolunu göstermiş oluyorlar.