Geçtiğimiz yılın son döneminde Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Moldova, Batı’nın Rusya’ya karşı başlattığı hibrid savaşın bir sonraki kurbanı olarak hazırlanıyor” dediğinde, pek çokları için “Ukrayna’da köşeye sıkışan Rusya’nın cephe genişletme hamlesi” olarak görüldü.

Lavrov bu açıklamayı yapmadan aylar önce NATO Genelsekreteri’nin Rusya barış gücü birliklerinin Transdinyester’den (Transnistria) çekilmesini isteyerek “Moldova’ya açık çek” veren bir açıklama yaptığı anımsanmadı bile. Yahut Rumen pasaportlu Moldova başkanı Sandu’nun aynı günlerde, Financial Times’a “Prigozhin bana karşı darbe örgütlemeye çalışıyordu” diye beyanat verdiği de unutulmuştu.

Daha öncesinde ise, bizzat İngiliz emperyalizminin basın-yayın tekelleri, “usta gazetecilik” örneği sergileyerek, “ismi açıklanmayan kaynak”larına dayanarak Ukrayna birliklerinin Transdinyester’deki “Avrupa’nın en büyük cephaneliği”ni ele geçireceğinden, böylece mühimmat sıkıntısını gidereceğinden sık sık bahseden haberler geçmekteydi. Böylece Transdinyester sorunu, yine bir şekilde Ukrayna savaşına bağlanmakta, sorun, bu “jeopolitik çatışma” çerçevesinde gündem yapılmaktaydı.

Hiç kuşkusuz bu türden “haberler”, emperyalistlerin belirli istek ve hesaplarını yansıtıyordu. Hatta o dönem Transdinyester sınırına hatırı sayılır bir Ukrayna birliği yığıldı. Hala da sınırdaki konumlarını koruyorlar. Kiev’in faşist yönetimi, çeşitli düzeylerde birkaç kez “Moldova izin verirse kısa sürede Transdinyester sorununu çözeriz” açıklamaları da yaptılar. Tüm bunlar pek çoklarınca unutulmuş olsa da, tarih kayıtlarında yerlerini koruyor.

Tüm bu olgulara rağmen, altını özenle çizmek gerekiyor, “Transdinyester sorunu” Ukrayna savaşından ötürü gündeme gelmiş değil. Daha bu savaşın başlamasından bir buçuk yıl önce, kasım 2020’de Sandu “yumuşak yaklaşım, sorunu çözmemize yardımcı olmadı” derken, Ukraynalı faşistlere “Donbass konusunda bu tecrübemizi dikkate alın” diyerek açıktan Donetsk ve Lugansk’ın “sert yöntemlerle ezilmesi” çağrısı yapıyordu. Yani bir önceleme aranacaksa, Ukrayna savaşının zorlamasıyla Rusya’nın Moldova-Transdinyester sorununu “kaşıması”ndan değil, Moldova’nın “batı yanlısı” Rumen pasaportlu yeni başkanının Transdinyester sorunu bağlamında Ukraynalı faşistlere açık çağrısından bahsetmek gerekir. Bu noktanın altını kalın çizgilerle çizelim.

Bir adım daha ilerlersek, Sandu ekibinin “gözü pek” çıkışlarının, yahut Kiev’deki faşist çetenin eline geçirdiği iktidara dayanarak Ukrayna’yı korkunç bir yıkımla sonuçlanacak maceraya sürüklemesinin köklerinin çok gerilere, ta 90’lı yılların ortalarından itibaren başlamış olan “Rusya’nın kuşatılması ve parçalanması” sürecine uzandığına, bu sürecin yeni uğrakları olduğuna işaret etmemiz gerekir.

Leninistler olarak 90’ların ortalarından itibaren “kuşatılan Rusya” gerçeğine defalarca işaret ettik, pek çok yazımızda bu konuyu ayrıntılı olarak ele aldık. Sorunun temelinde yatan en başta gelen etmenin, sosyalizmden geri kalan ne varsa bir daha hatırlanmamak üzere tarihe gömülmesi için Rusya’nın tamamen parçalanması, ve tüm eski Sovyet coğrafyasının tamamen bağımlı devletçiklere bölünmesi olduğunu, o dönemin basına yansıyan örnekleri üzerinden gösterdik. Arşivlerimiz açık. Dileyen herkes o dönem yazdıklarımızı görebilir.

Diğer taraftan, emperyalist-kapitalist sistemin uzun bir sürece yayılan çöküş süreci, bu süreci durdurma ve tersine çevrime dürtüsüyle başlatılan küresel iç savaş, çeşitli cephelere yayılan üçüncü dünya savaşı, emperyalistlerin gözünü karartarak kışkırtmaktan kendilerini alamadıkları ve her geçen gün nükleer felaket tehdidinin belirginleştiği büyük yıkım savaşı, merkezine tam da “Rusya’nın kuşatılması ve parçalanması” planlarının oturtulduğu bir savaş olarak gelişiyor. Emperyalistlere göre sosyalist ülkelerin, emperyalist-kapitalist dünyaya başkaldıran dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının, emperyalist boyunduruğa isyan eden çeşitli demokratik-halkçı yönetimlerin... diz çöktürülmesinin yolu, varlık koşullarının dayatması sonucu tamamen nesnel bir şekilde emperyalistlerle kafa kafaya gelen Rusya’nın “stratejik yenilgisi” ve parçalanmasından geçiyor.

Macron'un Rusya'ya karşı savaşmak üzere Ukrayna'ya asker gönderme çağrısı; Alman ordusunun yüksek rütbeli subaylarının deşifre olan Kırım Köprüsünü havaya uçurma planları, faşist Ukrayna hükümetine sürekli silah ve teçhizat göndermelerinin, “Rusya’nın stratejik yenilgisi” şiarını her geçen gün daha sık tekrarlamalarının, bu uğurda nükleer yıkım savaşının eşiğinde gezinip durmalarının sebebi budur.

Şimdi gelelim sorunun kendi özgün yapısına... Sosyalist blokun ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin, iktidarın en tepesine ulaşan karşı devrimci güruhun emperyalistlerle işbirliği içinde dağıtılma sürecinde, 1990 Haziran’ında Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, birlikten ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Birliğe, tıpkı Baltık’ın üç küçük cumhuriyeti gibi ikinci dünya savaşı öncesi diplomatik adımlar ve Kızılordu’nun müdahalesiyle katılan Moldova, karşı devrimcilerin yönetime bir şekilde tırmanmasıyla (ki bu süreç SSCB’nin pek çok bileşeninde yaşandı) Haziran 1990’da birlikten ayrılma yolunu tuttu. Bu karşı devrimci yönelime, Moldova SSC’nin özerk bölgelerinden Transdinyester, karşı çıktı ve Eylül 1990’da, şu ana kadar hiçbir ülke tanımamış olsa da, kendi bağımsızlığını ilan etti. Buranın nüfusu ağırlıkla Ruslardan oluşuyor. Sonrası bildik hikaye. Kısa bir iç savaş.1992’de Rusya’nın devreye girmesi ve barış gücü konuşlandırması ile dondurulan çatışmalar...

Transdinyester (Transnistria)... Dinyester ırmağı Moldova’yı yalnızca coğrafi olarak iki parçaya ayırmıyor. Kültürel-tarihsel doku olarak da iki parçaya ayırıyor. Dinyester’in sol yakası (Karadeniz’e aktığı için böyle tanımlanıyor, dünya haritasına baktığınızda sağ taraf olarak görüyoruz) tarihsel-kültürel olarak Rusya’ya bakar. Tarih boyunca Rusya kültüründen etkilenmiştir, kendi yazgısını çoğu zaman Rusya ile çizmiştir. Sağ taraf ise (Dinyester’in batısında kalan kesim) tarihsel-kültürel olarak Romanya toplumu ve kültürü ile şekillenmiştir. Bölgenin Lehistan, Osmanlı ve Çarlık Rusyası tarihine girmenin gereği yok. Şimdilik yalnızca tarihsel-kültürel bölünmüşlük ve farklılığa işaret etmekle yetinelim.

Moldova’nın resmi iki özerk bölgesi, Transdinyester ve Gagavuzya (Yoldaş diyarı Gagavuz). Birincisinde Rus etnik nüfus ağırlıktadır, ikincisinde Türk. Burada değinmekte fayda var. Gagavuzya’da seçimler oldu, seçimleri emperyalistlerin tabiriyle “Batı karşıtları”, yani antiemperyalist güçler kazandı. Sandu, polis marifetiyle seçim sandıklarının toplandığı binaya baskın düzenletti ve oyları resmen zırhlı polis araçlarıyla çaldı! Emperyalistlerin ve onların piyonlarının “demokrasi” dedikleri şey, tamı tamına budur işte!

Transdinyester (ve Gagavuzya) sorununu gündeme getiren, bu sorunu “kaşıyan” Rusya değil. Tam tersine, Ukrayna savaşı sonucu oluşan ortamı, hala SSBC kurumlarını koruyan, sosyalizmin değerlerini yaşatan Trandinyester ve Gagavuzya özerk cumhuriyetlerini ortadan kaldırmak için bir fırsat olarak gören, bunu da açık sözlülükle dile getiren Moldova’nın Rumen pasaportlu başkanından başkası değil!

“Tarihi bir fırsat” yakaladığı düşüncesiyle gittikçe saldırgan bir yönelim sergileyen Moldova yönetimine karşı Transdinyester yönetimi, Rusya’ya destek için başvurdu. Bu talep, her şeyden önce diplomatik destek anlamına geliyor. Moskova, Dışişleri nezdinde bu talebin ayrıntılı olarak ele alınacağını açıkladı. İpler alabildiğine gergindi. Şimdi neredeyse kopma noktasına geliyoruz.

Transdinyester, bağımsızlığını ilan ettiği Eylül 1990’dan itibaren hala Sovyet kurumlarının ayakta olduğu, kendisini sosyalist olarak tanımlayan, tüm baskılara rağmen ayakta kalmaya çalışan, resmi olarak hiçbir ülkenin tanımadığı bir cumhuriyet. Bayrağında orak çekiç var.

Ülke, Tekirdağ’dan daha küçücük bir toprak parçası. Nüfusu yarım milyona yakın. Bunun yaklaşık üçte biri Rus. Moldova’nın gittikçe katmerlenen ekonomik ve siyasi baskısı altında. Sınıra yığılmış faşist Ukrayna birlikleri ve NATO’nun Sandu yönetimi üzerinden salladığı savaş sopası altında bunalmış durumda. Bu kadar küçük bir toprak parçasını böylesine önemli kılan nedir?

Rusya? Evet, elbette bu konu var ve önemli. Yukarıda da söyledik. Bu, “Rusya’nın kuşatılması ve parçalanması” sürecinin yeni uğraklarından. Ama bundan fazlası var Transdinyester meselesinde. Orada hala Sovyet sosyalizminden geriye kalan Yüksek Sovyet eliyle yönetilen bir cumhuriyet var. Kendini ısrarla ve gururla sosyalist olarak niteleyen bir ülke var.

Bunca gericiliğin, faşist iktidarın, emperyalist saldırganlığın burnunun dibinde orak çekiçli bayrağın dalgalanıyor oluşu, dünya gericiliğinin asla hazmedemeyeceği bir durumdur. Şimdi Sandu’nun da açıkça itiraf ettiği gibi Ukrayna savaşı, bu küçücük “sosyalist adacık”ın ortadan kaldırılması için tarihi bir fırsat sunuyor. Ve emperyalist propaganda aygıtı, burada da Rusya’yı baş suçlu ilan ederek, gerçekliği baş aşağı göstermeye çalışıyor.

İşin aslı astarı gericiliğin sosyalist bir cumhuriyeti ortadan kaldırma isteğidir.