Yerel yönetim seçimlerine şunun şurasında bir ay gibi bir zaman kaldı. Sosyal reformist partiler, çok önem verdikleri, neredeyse “her şey” diye ilan ettikleri bu seçimler için yine “birlik” olamadılar; olacakları da yok.

Bizi böyle “kesin” ifadeler kullanmakta cesaretlendiren olgular, yaşanmış deneyimler var. Bu aynı sosyal reformist partiler, daha önce yine “birlik” olmaya çalıştılar ama birlikte bir adım bile atamadan kurdukları “birlik”ler dağıldı gitti. Biz o zaman da bunların kalıcı anlamda “birlik” filan kuramayacaklarını, Kurdukları şeyin kısa sürede dağılacağını ileri sürmüştük. Bizi yanıltmadılar. Daha doğrusu, dağılma süresi konusunda yanılttılar. Doğruya doğru, bu kadar hızlı, birlikte pratik bir adım bile atmadan dağılacaklarını biz bile tahmin etmemiştik. Şimdiki durumları daha beter. Geçmişte, hiç olmazsa bir masa etrafında bir araya gelip konuşabiliyorlardı. Artık bunu da yapamıyorlar.

Elbette, bu parti ve örgütlerin kalıcı, mücadeleye dönük bir “birlik” oluşturamayacaklarını söylerken biz bir kehanette bulunmuyorduk. Sadece bu bilimsel gerçeğe sıkı sıkıya bağlı kalıyorduk: Devrimci dönemlerde, devrim ve iktidar hedefini en başa koymayan; işçi sınıfı ve ezilen halkları tüm enerjilerini, tüm güçlerini bu hedef için seferber etmeye çağırmayan; bunun yerine burjuva sınıfla uzlaşma amacıyla hareket edenler kalıcı birlikler oluşturamazlar.

Şimdi, boşa koysalar dolmuyor; doluya koysalar almıyor halindeler. Bir araya gelmeye çalışıyorlar ama bir araya gelemeden dağılıyor, birbirlerini eleştirmeye başlıyorlar. Bunun nedenini, kendi içlerinden biri olarak, Sol Parti Sözcüsü şöyle tarif ediyor:

Olup biten biraz fıkra gibi geliyor insana. CHP, Hatay’da yıkımın sorumlularından birisini aday yapıyor. TİP, dün İYİ Parti gibi milliyetçi bir partiden milletvekili olan birisini sırf biraz ünlü diye onun karşısına aday koyuyor. Sonrasında TİP’in adayının aslında CHP’den Arsuz belediye başkanlığı talebi karşılansa, Lütfü Savaş’ı dert etmeyeceğini söylediği ortaya çıkıyor… Erdal Beşikçioğlu halka Behzat Ç. olarak takdim ediliyor… Saymakla bitmiyor bunlar… Bu anlayış biraz daha fazla oy almak için yapılan numaralar gibi, sağdan sola herkese sirayet etmiş durumda.

O yüzden de sandık, seçim, şu bu, halk için bir umut zemini olmaktan çok yorgunluk, bezginlik, bıkkınlık kaynağına dönüşmüş durumda.”

Evet, saymakla bitmiyor bunlar. Sadece “olan biten” değil, bu parti ve örgütlerin bizzat kendileri de “fıkra gibi”! Şüphesiz bunların başında Sol Parti geliyor. Çünkü bu parti, sosyal reformist politika konusunda diğer tüm sosyal reformist partilerin duayenidir. Şimdi bu parti ve örgütler, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarını, yoksul halklarını yerel seçimlere katılmaya, yerel yönetimleri ele geçirmeye çağırıyorlar; bu yönetimlerin, daha net bir ifadeyle, belediyelerin ele geçirilmesinin çok önemli olduğunu anlatıyorlar.

Böylece, burjuva egemenliğin, bu sömürücü düzenin tamamlayıcı bir parçasından başka bir şey olmayan yerel yönetimler hakkında iki ülkenin işçi ve emekçi sınıflarını, yoksul halklarını yanıltıyor, aldatıyorlar. Bu partiler, iki ülkenin emekçi sınıflarını kendi uzlaşmacı, işbirlikçi politikalarının toplumsal desteği haline getirmek için her türlü yönteme, her türlü yalan ve demagojiye başvurmaktan geri durmuyorlar. “Komünist belediyecilik”ten tutalım, “katılımcı, toplumcu, halkçı” vb. belediyecilik kavramlarına kadar her türlü zırvayı ortaya atıyorlar.

Gerçek ise bambaşkadır. Her şeyden önce yerel yönetimler, bu sömürücü düzeninin tamamlayıcı bir parçasıdır. Burjuva sınıfın toplumun en ücra hücresiyle bağ kurmasının aracıdır. Burjuva sınıf ve onun adına devlet, bu yönetimlere burjuva egemenlik sınırları içinde ve bu egemenliğin devamına yardımcı oldukları ölçüde “özerk” hareket etmelerine ses çıkarmaz. Bu anlamda, yerel yönetimler burjuva egemenliğin, sömürücü, baskıcı yüzünün tüm çıplaklığı ile görülmesini engelleyen örtü görevi de görürler.

Sosyal reformist partilerin rantı kaldırma vaadi bunun bir örneğidir. Onlar da biliyor ki, “rant” kapitalist üretim biçiminin bir sonucudur. Kapitalist üretim biçiminin, yani bu sömürü düzeninin bir yasasıdır. Haliyle, kapitalist üretim biçimini ortadan kaldırmadan, yerel yönetimler, belediyeler üzerinden rantı kaldırmak mümkün değil. Aksini iddia edenler ya kapitalist üretim biçiminin en temel yasalarından habersiz cahillerdir ya da emekçi sınıflara bilerek yalan söylüyorlar demektir. Rantı ortadan kaldırmanın tek yolu, toprak ve üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırmaktır.

Yerel yönetimler, emekçi sınıfların yaşamında kolaylaştırıcı bir rol oynayamazlar mı? Elbette oynayabilirler. Ama bu, kapitalist sömürü düzenini emekçi sınıflar için biraz daha katlanılabilir hale getirmekten başka anlam taşımaz. Bu “kolaylaştırıcı rol”, kapitalist sömürüye, kapitalist düzenin sonuçları olan açlık, sefalet, işsizlik gibi kötülüklere karşı emekçilerin duyduğu yıkıcı öfkeyi düzen içinde yatıştırmak demektir.

Sosyal reformist parti ve örgütler, düzeni yıkmaya yöneltecekleri bu öfkeyi düzen sınırları içinde yatıştırarak burjuvaziye en büyük hizmeti vereceklerini ilan etmiş oluyorlar. İki ülkenin emekçi sınıflarının, yoksul halklarının kurtuluşu bu düzenin bir devrimle yıkılmasıdır. Devrimci, sosyalist parti ve örgütlerin görevi, açlık ve sefalet içindeki kitleleri birleşik toplumsal devrime yönlendirmektir. Bu sömürü düzenini, bu insanlık dışı düzeni emekçiler için “yaşanabilir, katlanılabilir” hale getirmek değil.

Yerel yönetimler bir hiçtir. İki ülkenin emekçi sınıflarının gerçek kurtuluşunu isteyen, emekçi kitlelere politik iktidarın fethi yolunu göstermeli. Sandıktan devrim çıkmaz. Devrim, sokakta, meydanlarda gerçekleşir. Devrimci güçlerin görevi, emekçi sınıfların birikmiş öfkesini yatıştıracak politikalar değil, bu öfkeyi politik iktidarın ele geçirileceği birleşik devrime kanalize etmektir.

İki ülkenin emekçi sınıflarında, yoksul kitlelerinde, bu sömürü, bu baskı düzenine karşı birikmiş güçlü bir devrimci öfke var. Faşizm ve dinci gericilik, burjuva egemenliğin, sömürü düzeninin, kapitalist düzenin dayandığı önemli ayaklardır. Mücadele, aynı zamanda bunlara karşı verilmelidir.

Bir kez daha, sandıktan devrim çıkmaz; kurtuluş hiç çıkmaz. Onun için devrimcilerin görevi, özellikle devrimci dönemlerde, emekçi sınıfların gerçek ve tam kurtuluş için yol arayışında oldukları bir dönemde, yani şimdi, sokağı işaret etmek, emekçi sınıfları sokağa çağırmaktır. Bayrağımıza kapitalist sömürü düzenini aşmayan istemler değil, bizi kurtuluşa götürecek istemler; politik iktidarın ele geçirilmesi; Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, zindanların yıkılıp tutsakların özgürleştirilmesi; fabrikaların, tarlaların emeğin olması istemi yazılmalıdır.

Sandık-seçim değil, devrim zamanıdır. Türk, Kürt ve tüm ulusal topluluklar için, işçi ve emekçi sınıflar için gerçek, tam ve kesin kurtuluş için tek yol birleşik devrimdir. Onun için, sosyal reformist partilerin aldatma, oyalama politikalarına kanmadan, kapitalizme, faşizme, dinci gericiliğe karşı hep birlikte sokağa!

Birleşik devrim oradan geçiyor; kurtuluşun yolu oradan geçiyor.