Sosyal reformist partilerin, eşik atlayarak sosyal şoven partilere dönüşmeleri, Genelkurmay ve faşist devletle ittifaklarını açıktan ilan etmeleri; Cumhuriyet'in sınırlarını koruma “kararlığı”nı ifade etmeleri bu sorunu bir kez daha gündeme getirmeyi zorunlu kıldı.

Bir kez daha, sosyal şovenizmle mücadele bugünün temel, genel, sınırlı olmayan ve öne çıkan sorunudur. Sosyal şovenizmle kararlı, tutarlı ve sürekli bir mücadele yürütülmeden ne ezilen ulus-ezen ulus arasında enternasyonal bir ilişki kurulabilir; dolayısıyla ezen ulus proletaryası sağlam bir devrimci enternasyonalist bilinçle eğitilebilir ne de iki ulus proletaryası arasında sağlam bir birlik kurulabilir.

Türkiye'de sosyal şovenizme batağına batan güçler, sadece TİP ve TKP'den ibaret değil. Bunların diğerlerinden farkı, yüzlerindeki “sosyalist, işçi, komünist” peçeyi atarak burjuva sınıf ve Genelkurmayla ittifaklarını açıktan ilan etmiş olmalarıdır. Ancak, bunlarla birlikte hareket eden, ittifak kuran, güç birliği yapan, bunların sosyal şovenizmine ses çıkarmayan parti ve örgütler de esasen Genelkurmaya, burjuva sınıfa, faşist devlete şu mesajı dolaylı biçimde yollamış oluyorlar: Bizim de sınırların korunmasına, bir ulusun ezilmesine, topraklarının ilhak edilmiş olmasına itirazımız yok. Tek isteğimiz, baskı ve kölelik koşullarının bir parça hafifletilmesidir; hepsi bu.

Bu bir ittifaktır. Haliyle, sosyal şovenizm batağına batan partiler başta olmak üzere, onlar üzerinden bu batağa bulaşanlar da sahip oldukları güçlerini işte bu ittifaktan; burjuvazi, faşist devlet ve Genelkurmayla kurdukları, resmen ilan edilmemiş, zımnen kurulmuş ittifaktan alıyorlar.

“Cumhuriyeti ve değerlerini korumak” bu sosyal şovenlerin toplumun en geri kesimlerini, işçilerin politik bakımdan en geri ve burjuva ideolojisine, burjuva propagandasına en açık kesimlerini; kentin burjuva milliyetçi duygulara kapılmaya hazır küçük ve orta burjuva kesimlerini aldatmak için kullandıkları argümandır.

Osmanlı'nın kalıntıları üzerine kurulan gerici burjuva devletin sınıf içeriğinden söz etmeden, sırf “cumhuriyet” kavramını içerdiği için, kitleleri “cumhuriyeti” yani burjuva devleti savunmaya, sahip çıkmaya çağırıyorlar. İşte bir örneği:

Türkiye Cumhuriyeti’ni düşman ve gayrı meşru görenlerin uluslararası dengelerin karanlığında kanlı bir stratejiyi hayata geçirme çabalarına seyirci kalmayacağız.

Türkiye’nin güvenliğini, sınır ötesi operasyonlara, sınırların her yönden ihlaline, yabancı üslere, NATO’ya, içeride emekçi halkı birbirine düşmanlaştıran politikalara bağlayanların da karşısında duracağız.”

Oysa, her devlet biçimi gibi, kastettikleri “Cumhuriyet”in de bir sınıf karakteri, bir sınıf içeriği var. Bir devrimci, sınıf bilinçli bir işçi, bir komünist, “cumhuriyet” dendiğinde bunu sınıflar üstü bir kavram olarak olarak düşünmez ve belirsizliği ortadan kaldırmak için hemen o “cumhuriyetin” sınıf karakterini sorar: Hangi sınıfın cumhuriyeti?

Engels, Marx'ın damadı Lafargue'a yazdığı bir mektupta “Cumhuriyet” konusuna çok net bir açıklık getirir. Kısaca şöyle:

“Ama her hükümet biçiminin olduğu gibi, Cumhuriyeti de (sınıf b.n.) içeriği belirler, bir burjuva egemenlik biçimi olduğu sürece, bize, herhangi bir monarşi kadar hasımdır.(yalnızca bu husumetin biçimleri farklıdır)”

Evet, biçimi faklı olmak kaydıyla, burjuva cumhuriyet de bize herhangi bir monarşi kadar, sosyal şovenlerin hoşuna gider umuduyla söyleyelim, Osmanlı monarşisi kadar “hasım”dır; yani düşmandır. Proletaryanın, emekçi sınıfların bu devlete karşı görevi, onu parçalamak, yıkmak ve yerine işçi sınıfının önderliğinde halkın iktidarını, halkın cumhuriyetini kurmaktır. Bu da bir devlettir, ne var ki içeriği ilkinden apayrı, ilkiyle hiç benzeşmeyen bir devlettir. Ve biz ancak bu cumhuriyet sayesinde, kapitalizmden sosyalizme geçişin tüm koşullarını hazırlayabilir, egemenliği yıkılmış ama henüz yenilmemiş burjuvaziyi yenebilir; direnme gücünü kırabiliriz.

Sosyal şovenler, çiğneyip durdukları “cumhuriyet” sakızını bir kenara atarsak, işçi sınıfına, emekçi kitlelere mevcut faşist devlete karşı görev olarak ne öneriyorlar? Bu devleti, adının önüne koydukları “Türkiye Cumhuriyeti” takısını tartışılmaz kutsal bir haleye dönüştürerek, korumayı!..

Sosyal şoven parti ve güçler, işe yaramaz göğüslerini siper etmeyi vadettikleri “Türkiye Cumhuriyeti”nin sınıf karakterini ortaya koymak, açıklamak bir yana, lafını bile etmiyorlar. Onu biz söyleyelim: Bu cumhuriyetin yani devletin -çünkü cumhuriyet de bir devlet biçimidir- sınıf karakteri burjuvadır. Kuruluşundan itibaren bu sınıf karakterine sahipti. Dahası, gerici, antikomünist ve ezen ulus devleti olmak gibi bir siyasal karakteri vardı. Kürdistan'ın ilhakı onun temel yapı taşlarından biridir.

Doğuşunu haber vermesiyle komünist kanı akıtması arasında zaman farkı olmadı. (Yeri gelmişken, bunların ağzındaki “28 Kanunisaniyi unutma” çağrısı bir yalandan ibarettir; ilk unutan hatta hiç hatırlamayan bizzat kendileridir.) Bu devlet, ya da cumhuriyet, ilanının üzerinden bir yıl geçmeden, İzmir İktisat Kongresi'nde kapitalist yoldan yürüyeceğini ilan etti vb vb.

Onyıllar öncesinden bu yana faşist biçimi almış olan bu devlet birleşik devrimle yıkılmadan işçi sınıfı önderliğindeki emekçi halkların devrimci demokratik cumhuriyeti, emeğin iktidarı kurulamaz. Böyle bir zaferin koşullarından birisi, bu sosyal şoven parti ve güçlere karşı kararlı, tutarlı, sürekli bir ideolojik mücadeledir.