Başlıktaki tespitimiz kimilerine, özellikle de, burjuvaziye gırtlaklarına kadar güvenle dolu sosyal reformistlere göre tuhaf, hatta saçma gelecektir.

Çünkü onlara göre, dünyada “sağ” yükselişte. Değil mi ki, Arjantin'de motorlu testereyle hafızalara kazınan faşist devlet başkanı seçildi; ve değil mi ki, Hollanda'da, faşizmin simgesi adam seçimlerden birinci çıktı, şimdilerde hükümeti kurma hazırlıkları yapıyor “sağ”ın bütün dünyada yükselişte olduğundan şüphe mi edilirdi!

Kısaca, bu sosyal reformistlere göre burjuva cephede her şey yolunda. Burjuvazinin vurucu gücü ve bir karşı-devrim hareketi olarak faşizm “tırmanıyor”; ne devrimi, karşı-devrim yükseliyor, öyleyse kapitalistler kendilerini güvende hissedebilirler.

Gelgelelim, dünyanın en büyük, en semirmiş burjuvaları hiç de öyle düşünmüyorlar. Kendi düzenlerini, haliyle, kendilerini büyük bir tehlikenin, güncel deyimle söylersek, varoluşsal bir sınırın eşiğinde görüyorlar.

Dünyanın bütün asalaklarının buluştuğu İsviçre'nin Davos kasabasındaki toplantıda, 250'den fazla dolar milyarderi ve milyoneri, hükümetlerine yaptıkları çağrıyla “Bizden daha çok vergi alın” diyerek, korkularını açığa vurmuşlar.

Hükümetlerinin kendilerinden daha fazla vergi almaları için çağrı yapan bu asalaklar topluluğu hem durumlarını hem de korkularını şöyle itiraf etmiqşler:

Bizler aynı zamanda statükodan en çok faydalanan kişileriz. Fakat eşitsizlik kritik bir eşiğe ulaşmış durumda. Bunun ekonomik, toplumsal ve ekolojik istikrar üzerinde yarattığı riskin maliyeti ağır ve her geçen gün de büyüyor. Kısacası hemen harekete geçmemiz gerekiyor”

Bu asalaklar topluluğunun “statüko” dedikleri şey kapitalist sömürü düzenden başkası değil. Yani kapitalist sömürüden en çok faydalanan kendileri olduğu halde değişiklik istiyorlar.

Neden?

Çünkü “eşitsizlik” çok tehlikeli bir noktaya gelmiş durumda. Bunun çok riskli bir durum olduğunun, düzenlerinin tehlikeye girdiğinin farkındalar. Öyleyse hemen harekete geçmek lazım. Adı sanı duyulmamış bir başka milyarder, bu sefer bir İngiliz, korkusunu şöyle dile getiriyor:

“Bu anket, en zenginler dahil, tüm dünyanın süper zenginlerden vergi alınmasını istediğini gösteriyor. O zaman bunu gerçekten yapma gücü olan seçilmiş temsilcilerimiz arasından liderler hangi cehennemde? Biz, en zenginler, hiçbir şey yapılmamasından bıkıp usanmışken, hileli ekonomilerimizin diğer ucundaki çalışan insanların tüm sabrını kaybetmiş olması pek şaşırtıcı değil.”

Evet, kapitalizm budur, toplumun bir tarafında, sayısı giderek azalan bir kesimin elinde muazzam bir sermaye/zenginlik birikimine yol açarken, ezici bir çoğunluğu oluşturan diğer tarafta aynı ölçüde sefalet birikimine yol açar. Bu, kapitalizmin doğa yasası katılığında işleyen, sermayenin varlık nedenini oluşturan, hiçbir kapitalistin ne kaçınabileceği ne de değiştirebileceği bir yasasıdır. Açıklamayı imzalayan asalaklardan biri, şöyle diyor:

“Eğer seçilmiş yetkililerimiz paranın ve gücün bu şekilde bir noktada toplanmasını ele almayı reddederse bunun sonuçları ağır olacak”

Evet “sonuçları ağır olacak” ve biz bunun işaretlerini dünyanın dört bir tarafında görüyoruz. Ama sorunu bilerek ya da bilmeyerek böyle koyan darkafalının bilmesi gereken şudur: Paranın ve gücün bu şekilde bir noktada, yani bir avuç asalak kapitalistin elinde toplanması bir tercih meselesi değil, kapitalizmin nesnel işleyiş yasalarının bir sonucudur. Burjuva hükümetler, bunu ortadan kaldırmak için değil, hızlandırmak için varlar ve zaten, kapitalist temelde kaldıkça hiç kimse bunu ortadan kaldıramaz.

Korku büyük! Dünyanın en iri burjuvaları, en büyük asalakları “çalışan insanların tüm sabrını kaybetmiş” olduklarının farkında. Kapitalistler, servetlerine servet katarken ve toplumun ezici çoğunluğunu sefalete, yoksulluğa, mülksüzleşmeye doğru sürüklerken kapitalist üretimi engelleyen büyük bir engel haline geliyorlar. Bu açıklamaya katılan asalaklardan biri, “fakat aşırı ve verimsiz özel servetler”inden söz ederek bunu itiraf ediyor. Buradan Mrax'ın o dahice çözümlemesine geliyoruz: Sermaye birikimi öyle bir noktaya varır ki, “kapitalist üretimin engeli sermayenin kendisi” olur.

Kapitalizm ve onun en üst aşaması olarak emperyalizm, başında dünya işçi sınıfının olduğu yoksul kitlelerin, ücretli çalışanların ateşi altında. Dünyanın dört bir tarafında, emperyalizme, emperyalist saldırganlığa karşı sokaklara akan milyonlarca ve milyonlarca insan; Avrupa'nın belli başlı emperyalist ülkelerinin caddelerini hayvan gübresiyle dolduran çiftçiler, kendi hükümetlerini ateş altına almış durumda.

Filistin devrimini desteklemek için meydanları dolduran milyonları harekete geçiren etken, salt Filistin devrimi değil. Bu var. Ama bununla birlikte, dünya işçi sınıfının, emekçilerinin, kadın-erkek gençliğinin kapitalizme ve emperyalizme karşı birikmiş kin ve öfkeleri de var. Böyle bir kin ve öfke, böyle nesnel bir temel olmasaydı, hiçbir etken, dünyanın bir ucundan diğer ucuna milyonları harekete geçiremezdi.

Emperyalist güçler, Afrika kıtasında yoksul insanların ateşi altında. Yalnayak savaşan Yemen halkı dünyanın en büyük ordusuna sahip ABD emperyalizmine meydan okuyor. Ortadoğu halkları bütün emperyalistlerin başlarına her gün füzeler yağdırıyorlar. Avrupa halkları, örneğin Almanlar, sosyal reformistlerin “yükseliyor” dedikleri faşistlere karşı onbinler halinde meydanlara akıyorlar. Emperyalizm, kapitalizm her yerde ateş altında; dünya devrimci bir çağa girmiş durumda.

Şimdi soru şu olmalı: Peki durum bu kadar net ve açık iken sosyal reformist parti ve örgütler neden “sağ yükselişte” diye düşünüyorlar. Bunun yanıtı şudur: Çünkü onların elindeki tek ölçü birimi sandık ve seçimlerdir. Haliyle, sandık ve seçim dışındaki her şey onların değerlendirme alanı dışındadır.

Ama onların “değerlendirme”lerinin ne önemi var; yaşam her yerde devrime akıyor..