Geçtiğimiz ayın son gününde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi Türk Tabibler Birliği (TTB) Merkez Konseyi'nin görevden alınmasına ve yerine beş kişilik bir heyetin görevlendirilmesine karar verdi.

Kararın ayrıntıları üzerinde duracak değiliz; buna gerek yok. Bu işi dinci faşist iktidar koşullarında “adalet” arayanlara bırakalım. Kararın dinci faşist iktidarın kararı olduğundan kuşku duyan yok. Bu, faşist devletin kararıdır. Böyle okunmalı ve bilinmeli. Nedenine ve buna karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusuna geleceğiz.

Fakat, konunun tüm netliği ile anlaşılması için, faşist Türkeş'in yetiştirmesi faşist Devlet'in, yani Bahçeli Devlet'in TTB'nin kapatılması çağrısını geçmişte iki defa yaptığına işaret etmeliyiz. İlk çağrıyı, yaklaşık üç yıl önce, 2020 Eylül ayında yapmıştı. İkinci çağrıyı, yine yaklaşık bir buçuk yıl önce, “ustası”nın mezarını ziyareti sırasında yapmıştı. İkinci çağrısı şöyleydi:

Her defasında söylüyorum; Tabipler Birliği kapatılmalıdır. Hekim kardeşlerim, kendi kuruluşlarını yeniden sahiplenmeli ve yeni bir organizasyona gitmelidir. Bir avuç ne idüğü belirsiz doktor kılıklı anarşist ruhlu insanlardan mesleği kurtarmak lazım”

2022 Temmuz'unda yaptığı ikinci çağrı, bu Kasım ayının son gününde yankısını buldu ve mahkeme, TTB Merkez Konseyi'nin görevden alınması hükmünü verdi. Demek ki, kısa süreli bir gecikmeyle de olsa, Devlet'in isteği yerine getiriliyordu. Kişisel değildir; Devlet'in isteğinin devletin isteği olduğundan kuşku duyulmamalı. Türkeş'in yetiştirmesi Devlet'i, faşist devletin sesi kabul etmeli; hepsi bu.

Faşist devlet, daha önce de, Türkiye Barolar Birliği'ni bölüp parçalayarak tasfiye harekatına girişmişti; başaramadı. Bu deneyiminden ders almış olmalı ki bu sefer doğrudan kapatma yoluna gitti.

Peki neden? Faşist devlet ve yönetimdeki dinci faşist iktidar neden biri yetmiş yıllık, diğeri elli yılı aşkın bir geçmişe sahip bu iki kurumu kapatmak istiyor? Yanıt basit ve aslında daha önceki makalelerimizde bunun yanıtını vermiştik. Kısaca: Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, tekelci sermaye sınıfının kanlı bir diktatörlüğü önünde engel olabilecek, hızlı ve kararlı hareket etmesini engelleyecek hiçbir direnç noktasına tahammül edemez hale geliyor.

Faşist devletin ve dinci faşist iktidarın bu eğilimi, tekelci kapitalist egemenliğin derin bir bunalım içinde olmasıyla; kapitalizmin çelişkilerinin derinleşmesiyle, sınıf savaşının sertleşmesiyle, uyumludur. Dinci faşist iktidar, sınıf savaşı şiddetlendikçe ya da şiddetlenme eğilimi içine girince, işçi ve emekçi sınıflar üzerinde baskı ve terörü artıracağı; bunun için hızlı ve kararlı hareket edebileceği ortam arar. Anayasa Yüksek Mahkemesi'nin kapatılmak istenmesi budur. TTB ve TBB'nin etkisizleştirilmesi çabası bundandır.

Ne var ki, dinci faşizmin toplumsal desteği, sosyal reformist ve oportünist karamsarların iddia ettiklerinin aksine, zayıftır ve bu yüzden amaç ve isteklerini ya gerçekleştiremiyor ya da işler planladığı gibi gitmiyor. Barolar Birliği'ni bölüp dağıtamadı. TTB'yi dağıtmada zorlanıyor vb.

Dinci faşist iktidarın bu eğilim ve politikalarına karşı nasıl mücadele edilmeli? Kimilerine göre, varolanı savunmak, faşizmi olduğu yerde durdurmak çözümün anahtarıdır. Öncelikle şunu söyleyelim: Devrimci komünist güçler, toplumun faşizme karşı direnen, faşizmin saldırılarına boyun eğmeyen ileri-devrimci güçlerinin her zaman yanında olmalı; onları asla yalnız bırakmamalı, onlarla birlikte dinci faşist iktidarın, faşist devletin her saldırısına karşı kararlılıkla mücadele etmeli.

Ancak bu, işin temeli, mücadelenin esası değildir. Faşizme karşı demokrasi mücadelesi bir devrim mücadelesidir. Devrim ve iktidarın ele geçirilmesi mücadelesidir. İlk adım olarak politik iktidar bir devrimle ele geçirilmeden elde edilecek hiçbir “kazanım”ın geleceği yoktur. İktidar tekelci sermaye sınıfının ve onun politik güçlerinin elinde kaldığı sürece, “kazanımlar” elde edilse bile faşist devlet bunları tekrar tekrar ortadan kaldırmak için girişimlerde bulunacak.

Dinci faşist iktidarın -ve aslında faşist devletin bütün iktidarlarının- eylemleri bize sadece ve sadece şunu işaret ediyor: Demokrasi için bir devrim gerekiyor. İşte, devrimci komünist güçlerin Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfına, emekçi halklarına, yoksul kitlelerine söylemeleri, anlatmaları gereken nokta budur: Bir devrimin zorunluluğu ve kaçınılmazlığı.

İktidar dışında her şey hiçbir şeydir! Tekelci sermaye egemenliği ve faşist devlet bir devrimle yıkılmadan varolan tüm demokratik kurum ve “kazanımlar”ın hiçbirinin güvencesi yoktur ve bugün “kazanılan” şeyin yakın bir gelecekte ortadan kaldırılmayacağının hiçbir güvencesi yoktur. Mücadele halindeki ilerici, devrimci, emekten yana güçlerle faşizme karşı omuz omuza savaşırken kitlelere kurtuluşun devrimden; devrimle iktidarın ele geçirilmesinden ve ilk, acil adım olarak devrimci demokratik iktidarın kurulmasından geçtiğini anlatmalıyız. Kurtuluş, varolanı korumaktan değil, tekelci sermaye egemenliğini ve faşist devleti yıkarak halkın, emeğin iktidarını kurmaktan geçiyor.

Faşist devletin bütün politikaları ve eğilimleri bir devrimin zorunluluğunu, kaçınılmazlığını, gerekliliğini dayatıyor. Faşist devlet ve dinci faşist iktidar, ilerici, demokrat, emekten yana toplumsal güçlerle savaş halinde. Bu güçler ise, faşizme boyun eğmiyor; ona karşı direniyor, onunla savaşıyor. Devrimci komünist güçler, sınıf bilinçli öncü işçiler bu kavgalarında kitleleri asla yalnız bırakmamalı.

Bir devrimin gerekliliğini, zorunluluğunu, kaçınılmazlığını anlatmayı bir an bile unutmadan!