Hollanda'da, Arjantin'de sandıktan faşizm çıkmış. Liberal kafalar, uzlaşmacılar, sosyal reformistler bu duruma çok şaşırıyorlar ve tabii ki, çok da üzülüyorlar.

Şimdilerde hep birlikte “Dünyada sağ yükselişte” diye ağlaşıyorlar. Ne emperyalist devletlerin kalbinde yükselen devrimci kitle hareketini, ne işçi sınıfının, emekçi sınıfların, ezilen halkların emperyalist hükümetlere meydan okumasını, ne Afrika kıtasından emperyalist devletlerin kovulmasını, ne isyan ve ayaklanmaları görüyorlar. Bu tayfa için varsa yoksa sandık. Sandıktan kim çıkmış ise dünya da o tarafa meylediyor diye anlarlar.

Bu günlerde, örnek olsun diye söyleyelim, Fransa'da sandıktan Le Pen çıksa -ve muhtemelen de böyle olacak- “Fransa sağa kayıyor” diye yaygara koparacaklar. Oysa, Fransa, düne kadar sınıf savaşının en şiddetli sahnelerine tanık olmuştu! Şimdi ise, Filistin halkını desteklemek için on binler halinde sokaklara akıyor Fransız emekçiler. İngiliz işçi sınıfı kitleler halinde greve çıkıyor; ABD otomotiv işçileri otomotiv sanayini felç eden grevler yapıyor; İtalyan işçiler hükümete düpedüz meydan okuyarak Ukrayna'ya gidecek gemilere silah yüklemeyi reddediyorlar. Alman ve İngiliz emperyalist hükümetleri, sınır dışı tehditlerine, zindana atmakla korkutmaya çalışmalarına rağmen halkların yüzbinler halinde sokağa akmasını önleyemiyorlar. İngiliz İçişleri Bakanı, başbakan Sunak’ı suçlayarak istifa etmek zorunda kaldı, vb vb. Ama tüm bunlar bu liberal, kafası sandığın içine gömülü sosyal reformistler için ne anlam ifade eder ki? Hiç!

Şunu söylersek sadece gerçeği, gerçek, somut olguyu göstermiş oluruz: Hiçbir emperyalist hükümet yarınından emin değil. Hollanda'da seçimlerden önce kitle eylemlerinin baskısına dayanamayan başbakan istifa etmek zorunda kalmıştı. Aynı şekilde Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana, kaç İngiliz başbakanı istifa etti sayısını unuttuk. İstifa eden bakanları saymıyoruz bile.

Tüm bunlar Avrupa dahil, dünyada emperyalist hükümetler için işlerin süt liman olmadığını yeterince gösteriyor. İşler süt liman olsaydı bir tek hükümetin, başbakanın, bakanın istifa etmeyeceğini bilmek için kahin olmak gerekmez. Bütün bu gelişmelerin arkasında, dünya yüzeyinde süregiden sert sınıf savaşı var.

Devrimci bir çağdayız. Dünya işçi sınıfı ve sömürülen diğer emekçi sınıflar, kapitalizmin tarihinde daha önce hiç olmadığı kadar devrimci bir eylemlilik içinde. Grevler, devrimci kitle eylemleri, isyan ve ayaklanmalar dünyada hiç eksilmiyor artık.

Bütün bunlara rağmen, çok okumuş ve haliyle çok bilmiş liberal, uzlaşmacı, sosyal reformist takımına sorsanız, size, dünyada “sağ”ın yükselişte olduğunu, dünyada “sağ”a kayışın hızlandığını söyleyecekler.

Bu neden böyle oluyor? Sorunun yanıtı çok basit aslında. Çünkü bu çok okumuş ve çok bilmiş takım için “sandık” her şeyin ölçüsüdür. Kafaları sandığa gömülü. Dünyaları sandıktan ibaret. Haliyle, dünya halkları hakkındaki düşünce ve değerlendirmeleri sandıktan çıkan sonuca göre oluyor. Bu yüzden, önce Arjantin'de, hemen arkasında Hollanda'da faşist partilerin seçimleri kazanması bunların dünyasını kararttı.

Bu tayfaya önce şunu söylememiz lazım: Sandıktan devrim çıkmaz! Çıksa çıksa işte böyle, faşist, gerici, burjuva partiler çıkar. Yoksa siz başka bir şey çıkmasını mı bekliyordunuz? Hayal kırıklığına uğramış olmalarından anlaşılıyor ki başka bir beklenti içindeydiler.

Öyleyse, dünyalarını karartacak bir şey daha söyleyelim: Genel olarak, bundan böyle sandıktan gerici, faşist partilerden başka bir şey çıkmayacak. “Sosyal demokrat” denen partileri bunlara dahil ediyoruz doğal olarak. Çünkü, özellikle Avrupa'ya bakın! Orada her renkten -yeşil, sarı, pembe- burjuva partinin gerici, faşist, savaş kışkırtıcısı; işçi ve emekçi sınıflar üzerinde baskı ve terörü, sömürüyü yoğunlaştıran partiler olduklarını göreceksiniz.

Haliyle, Avrupa'da toplumların önüne konulacak sandıklardan bu partiler çıkacak: Siyasi gerici, faşist partiler... Yoksa siz, örneğin Hollanda'da Dilan Yeşilgöz'ün Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi birinci çıksaydı, sandıktan demokrasinin çıkmış olacağını mı düşünecektiniz?

Tekelci sermaye egemenliği altında, sandıktan artık siyasi gericilik ya da faşizmden başka bir şey çıkmaz. Öte yandan faşizm ile siyasi gericilik arasında artık ton farkı bile bulmak zordur. Sandık'tan Allende'lerin çıktığı zamanlar çok gerilerde kaldı ki, o bile emperyalist hükümetler için sandıkta bir sapma idi ve o sapma, Allende dahil binlerce Şililinin hayatı pahasına, faşist bir darbeyle “düzeltildi”.

“Sandık”tan, genel olarak, sol/devrimci hükümet çıkmaz; devrim ya da sosyalizm hiç çıkmaz. Ama “sandık” tan Hitler çıkar; gericilik çıkar; bugünün Almanya'sının savaş kışkırtıcısı, Nazi hayranı “Yeşiller”i çıkar. Fransa'nın işçilerinin gözünü oyan Macron'u çıkar; ya da İngiltere'nin eli kanlı Boris Johnson'ları çıkar. Bazen emperyalist devlet ve hükümetlerin beklentilerine uymayan sonuçlar da çıkar ama bunlar “sapma” sonuçlardır ve sapma sonuçlar bir şekilde “düzeltilir; Şili'de askeri faşist darbeyle, Ukrayna'da “Maydan” darbesiyle düzelttikleri gibi. Olmadı, “seçilmiş” parlamenterlerine “darbe” yaptırırlar, Pakistan'da İmran Han'a yapıldığı gibi.

Emperyalist hükümet ve devletlerin artık böyle sapmalara dahi tahammüllerinin kalmadığını söylemek mümkün. Bu nedenle, “sandık”tan başka bir beklenti içinde olan sosyal reformistlere söylemek zorundayız: Umduğunuz “barışçıl geçiş” dün bir hayaldi; bugün tümden bir seraptan ibarettir.

Dünyayı değiştirecek olan devrimci kitle eylemleri, isyan ve ayaklanmalardır. Devrime, iktidara bu yoldan varılacak. Gerçeği görmek istiyorsanız, kafanızı sandıktan çıkarıp gerçek dünyaya, sınıf savaşının iç savaş biçiminde sürdüğü sokak ve meydanlara bakacaksınız. O zaman dünyada gerçekte neyin yükselmekte olduğunu görürsünüz.