Bu başlığı sosyal reformistlerimiz okumasınlar, şu Leninistler de iyice hayal aleminde gezmeye başladılar diye ortalığı velveleye boğarlar.

Aslında başkasına ait bir sözü değiştirmekten başka bir şey yapmadık. Eski kuşaklar canlı tanıktırlar. Gericiliğin Türkiye’deki sembol isimlerinden Celal Bayar, bu dünyadan göç etmesine az kala, ömrünün son yıllarını, “bu kış Türkiye’ye komünizm gelecek” diye sayıklayarak geçirdi.

Bu korkuyla geçirdi gitti, ömrünün sonbaharını.

Avrupalı emperyalist devletler, Rusya-Donetsk Halk Cumhuriyeti-Lugansk Halk cumhuriyeti üçlüsünün Ukrayna’ya -daha doğrusu, NATO, İngiltere ve ABD’ye- karşı başlattıkları anti-faşist savaşın etkilerini şimdi, Celal Bayar’ın duygu dünyasına benzer şekilde hissediyorlar.

Bu emperyalist sırtlanlar başlangıçta “bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik” havasında idiler. Rusya ve iki Halk Cumhuriyeti’ne yaptırım üzerine yaptırım açıklıyorlardı. Ukraynalı faşistlere, boca ettikleri tonlarca ve her türlü silahın onlara “zafer” getireceğinden o kadar eminlerdi ki, iş bitince akbabalar Rusya ve iki Halk Cumhuriyetinin üzerine üşüşecekleri günü sabırsızlıkla bekliyorlardı.

Ama şimdi yaptırımlar kendilerini vurmaya başladı, işte.

Kapitalizm, ekonominin tüm kolları arasında bir iç eklemlenme yaratır. Kapitalizmin bu özelliği sadece tek tek her bir kapitalist “ulusal” kapitalist ekonomi için değil, bütün kapitalist ülkeler için şaşmaz bir yasa katılığında işler. Yani sadece bir kapitalist ekonominin değişik kolları arasındaki iç bağlantı olarak eklemlenme değil, bütün kapitalist ülkeler arası bir eklemlenme, bir “iç bağlantı” söz konusudur.

Elbette bu karşılıklı bağımlılık ilişkisinde emperyalist devletler, özellikle de ekonomileri zayıf ülkeler karşısında büyük bir üstünlüğe sahipler. Boyun eğdirme ve istedikleri şeyleri kabul ettirme gücüne sahipler. Yine de, kapitalist bir ülke ekonomisini tahrip etmeye kalkıştıklarında kendi ekonomilerine zarar vermeden istediklerini gerçekleştiremezler.

Şunu da belirtmeden olmaz: Emperyalist gelişme, bağımlı ülke ekonomilerini tam ilhakın peşinde koşarken bu eklemlenmeyi çok ileri düzeylere taşıdı.

Kısaca Rusya’nın NATO’ya karşı savaşı kapitalizme içkin bu yasayı canlı haliyle gözlememizi mümkün kıldı.

Ukrayna’yı Avrupa faşizminin merkezi yapmak üzere iki Halk Cumhuriyeti’ni yıkmak, Rusya’yı parçalayarak iç etmek için kışkırttıkları savaş; bu savaşı kazanmak için Rusya’nın kapitalist ekonomisini tahrip etmek için başvurdukları yaptırımlar, şimdi, ABD ve İngiltere dahil, ama özellikle de Avrupa emperyalist ekonomilerini vurmaya başladı.

Alman emperyalizminin ekonomisi, tipik bir örnek olarak önümüzde duruyor. Savaşın Alman emperyalist ekonomisini nasıl etkilediğini kendi hükümet yetkililerinden görelim.

Almanya Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck, 24 Haziran’da kelimesi kelimesine şöyle demiş:

Şirketlerin üretimi durdurması ve çalışanlarını işten çıkarması gerekebilir, tedarik zincirleri çökebilir, insanlar ısınma masraflarını karşılamak için borca girebilirler. Bu insanlar yoksullaşabilirler.”

Hani bu kadar “felaket” haberinden sonra insanın “E, başka ne var” diye sorası geliyor.

Bir başka haberin başlığı şöyle: Almanya’da marketler daha da pahalı hale geliyor. Bu tür açıklama örnekleri saymakla bitmez; ama bu kadarı yeter.

Zavallı emperyalist hükümetlerin bulabildikleri tek çözüm vatandaşlarına akşam ısıtıcı kullanmayıp kazakla oturmalarını, banyoda beş dakikadan fazla kalmamalarını, tek ampul yakmalarını vb vb önermektir. İnanılması güç ama bunlar ve daha komik olanları büyük bir ciddiyetle önerildi.

Almanya’yı örnek seçmemizin nedeni Avrupalı emperyalist devletler arasında en güçlü ekonomiye sahip olmasıdır. Yani Almanya böyle ise, varın siz gerisini düşünün.

Peki ya sonuç?

Sonuç, Avrupa emperyalist ekonomilerinde derin bir kriz ve bu krize koşut olarak emekçi kitlelerin, işçi sınıfının, çiftçilerin artan eylemliliği.

Bir darkafalı, buna bir sosyal reformist ya da bir liberal, bir uzlaşmacı da diyebilirsiniz, hepsi aynı şey, soruna sadece hükümetlerin karşılıklı açıklamaları yönünden bakar. Tarihin itici gücü sınıflar savaşıdır. Bunu her sosyal reformist de bilir ve kabul eder. Ancak iş güncel politikaya gelince ilk unutulan bu temel doğru olur.

Darkafalı Alman Bakan, “bu insanlar yoksullaşacaklar” diyor ama insanlar yoksullaşınca ne yaparlar tek kelimeyle olsun söz etmiyor. O bahsetmiyor, biz söyleyelim: İnsanlar yoksullaşınca harekete geçerler. Eylem yaparlar, isyan ederler, ayaklanırlar. Çiftçiler traktörleriyle hükümet binasını kuşatırlar, sürücüler hız düşürerek ulaşımı felç ederler, işçiler grev yaparlar, yoksulların özel mülkiyete saldırıları artar vb.

Bunlar daha başlangıç. Çünkü kriz tüm şiddetini henüz göstermiş değil. Alman Tarım Bakanı da “Maalesef daha çok şey gelmedi” demiyor mu? Daha çok şey gelmedi ve bu nedenle, emekçiler de tüm gövdeleriyle sokağa çıkmış değiller henüz.

Ama Alman Tarım Bakanı -tüm Alman hükümeti de diyebiliriz- gıda fiyatlarında “sonbahar ve kış aylarında artışlar beklemeliyiz” diyor.

Öyleyse biz de işçi sınıfı ve diğer emekçilerin eylemlerinde “artışlar beklemeliyiz”. Avrupa’yı bir kasırga bekliyor ve tüm hükümetler bundan endişeli.

Ne dersiniz işe yaramaz göğüsleri emperyalistlere güvenle dolu -hele bir “komünistimiz” var ki, NATO’nun yenilmezliğine kalıbını basıyor- sosyal reformist, uzlaşmacı, liberal beyler: Bu kış Avrupa’ya komünizm gelir mi?

Komünizm gelmeyebilir, bilemeyiz. Ama emperyalist hükümetlerin gözlerine uyku girmeyeceğine sizi temin edebiliriz.