Emperyalist devletlerin, dünyanın her tarafında neo-Nazi adı altında faşistleri sahaya sürmeleri bir istisnai durum değil, bir genel kural, bir genel politika haline gelmiştir. Yeni değil. Ancak bu politikanın genel hal almasının başlangıç dönemi üzerine ayrıca durmak gerek. Bu gibi kapsamlı politikalar için başlangıç olarak yıl ya da bir iki yıl verilemez; ancak dönemlerden söz edilebilir.

Rusya'nın Ukrayna'da yürüttüğü “özel askeri operasyon” bu konuda bize önemli kanıtlar sunuyor. Bu savaş sayesinde görmüş olduk ki, Ukrayna, tüm emperyalist devletlerin elbirliği ile neo-Nazi adı verilen faşistleri örgütleme, askeri eğitime tabi tutma ve oradan dünyanın dört bir tarafına komünizme, devrimci hareketlere, antiemperyalist, antikapitalist ayaklanmalara, sosyalizme karşı savaşmak üzere sevk ediliyorlar.

Böylece, Ukrayna, 2014 faşist darbesiyle birlikte, faşist yetiştirme ve bu faşistleri emperyalistlerin amaçlarını, hedeflerini gerçekleştirmek üzere dünyanın dört bir tarafına ihraç etme çiftliğine çevrilmiş. Altı önemle çizilmesi gereken nokta şudur: Ukrayna, dünyanın dört bir tarafına faşist gönderme istasyonuna çevrilmiştir. Tüm Avrupa toprakları ve şimdilik öğrendiğimiz, Tayvan, Ukrayna'da yetiştirilen faşistlerin faaliyet alanıdır.

Neo-Nazilere aynı amaçlarla ve aynı yöntemlerle örgütlenen, karşı-devrimci bir mobil güç olarak kullanılan dinci faşist katil sürülerini eklemeliyiz. En açık ve kapsamlı örneğini Suriye'de gördük. Emperyalist devletlerin istihbarat örgütleri, buna gerici Arap devletleri, Türkiye'nin MİT'ini ve İsrail'in MOSSAD'nı eklemeliyiz, hepsi, dünyanın dört bir tarafından topladıkları dinci faşistleri Suriye'ye yığmışlardı.

Kısaca, neo-Nazi adındaki faşistler, CIA ve İngiliz istihbarat servisi olan MI6 olmak üzere, bütün Avrupalı ve Avrupalı olmayan emperyalist devletlerin el birliği ile bir karşı-devrim, bir karşı-ayaklanma gücü olarak örgütleniyor, ağır silahlar dahil, silahlandırılıyor, her türlü mali destek sağlanıyor ve nihayetinde yine bu istihbarat servislerinin olanaklarıyla gerekli görülen yerlere gönderiliyorlar.

Peki, emperyalistlerin bu neo-Nazi seviciliği nereden kaynaklanıyor? Tekelciliğin ve çağımızın genel karakterini anlamadan bu soruya doğru yanıt vermek pek mümkün değil.

Tekelcilik, her şeyden önce, toplumsal yaşamın tüm alanlarında gericilik demektir. Tekelcilik, “demokrasinin” yerine siyasi gericiliğin geçirilmesi demektir. Tekelcilik, aynı zamanda, toplumsal yaşamın her alanında, çürümedir, yozlaşmadır. Tekelcilik, faşizmin sınıfsal temelidir, toplumsal taşıyıcısıdır. Emperyalistlerin ve bağımlı ülkelerdeki tekelci sermayenin neo-Nazi seviciliğinin arkasındaki birinci ve en önemli maddi temel budur.

İkincisi, çağımızın kapitalizmden komünizme geçiş çağı olmasıdır. Derin ve kalıcı bir bunalım içindeki emperyalistler, kapitalist üretim biçimini ve sermaye egemenliğini dünyada ayakta tutmak için tüm güçleriyle saldırıya geçmişler. Ellerinde ne olanak varsa hepsini bu “ölüm-kalım” savaşına seferber etmişler. Topyekun dünya savaşını göze alacak bir saldırganlığın arkasındaki gerçek neden budur. Neo-Naziler bu saldırganlığın mızrak uçlarından biridir. Saldırgan bir savaş örgütü olarak NATO bir başka ucudur. Dinci faşist katil sürüleri de bir başka uçtur. Tek merkezden yönetilen bu savaş araçlarının hepsinin ortak amacı, hedefi, emperyalist-kapitalist egemenliği, mümkün olabilecek en geniş coğrafyada, ayakta tutmaktır.

Tarihin dönüm noktalarından biri olmaya aday, günümüz Ukrayna'sındaki savaşı bu olguları hesaba katarak doğru değerlendirebiliriz. Bilimsel devrimci bakış, her savaşın somut bir tahlilini ve değerlendirmesini gerektirir. Yoksa emperyalistlere seslenen “Tamam Rusya kötü ama siz de kötüsünüz, hatta ondan da kötüsünüz” zevzekliği ile ne bir yere varmak ne de doğru devrimci bir politika oluşturmak mümkündür. Böyle bir boş laf kalabalığı olsa olsa NATO ve ABD'ye doğrudan karşı çıkmamanın örtüsü olabilir. Ama denizanası şeffaflığında; yani hiç bir yeri gizleyemeyen bir örtüdür bu.

Bir ucunda faşist Ukrayna hükümeti, ordusu ve neo-Nazi çeteleri, NATO, ABD, İngiltere ve bilumum kan içici emperyalist, sayısız gerici devlet; diğer ucunda Lugansk Halk Cumhuriyeti, Donesk Halk Cumhuriyeti ve bunların arkasındaki Rusya'nın olduğu savaş siyasal sonuçları bakımından değerlendirildiğinde hangi sonuçlara ulaşılır? Proletaryanın bağımsız ve enternasyonal sınıf çıkarları bu sorulara net bir yanıt vermemizi gerektirir. Birincilerin savaşı zaferle sonuçlandırması halinde, sadece Avrupa'nın değil, onunla birlikte tüm dünyanın neo-Nazi denen faşist katil sürülerinin ciddi tehdidi altına gireceği; dünya devriminin, dünya proletaryası ve ezilen halklarının emperyalistlerin şiddetli bir saldırısıyla karşı karşıya kalacağı yeterince açık değil mi? Yanıta gerek var mı?

Savaşın diğer ucundaki güçlerin, yani sosyalizm yönelimli iki Halk Cumhuriyeti ve onlarla birlikte Rusya'nın zafer elde etmesi, koşullarını kabul ettirmeleri emperyalistlerin ve onların av köpeği durumundaki faşistlerin tarihi bir yenilgi almaları sonucunu doğurmayacak mı? NATO-ABD ve İngiltere'nin başını çektiği emperyalist-kapitalist cephenin tarihi yenilgisinin dünya emekçi halklarına, dünya işçi sınıfına, emekçilerine muazzam bir moral kaynağı haline geleceği yeterince açık değil mi?

Savaşın hangi durumda hangi siyasal sonuçları doğuracağı sorunu böyle konmalı. İşçi sınıfının bağımsız-enternasyonalist sınıf politikası bu sorulara verilecek yanıtlarda yatıyor.