Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıfları, Kürt halkı, yoksul kitleler, kadınlar dinci faşist iktidar ve faşist devletin baskı ve teröründen, yoksullaşmadan, hayat pahalılığından tam ve kesin kurtuluş arayışındalar.

Bu bir olgudur. Bu olgunun en somut göstergesi, tartışılmaz kanıtı CHP'nin Mersin mitingi oldu. Mersin'de on binlerce işçi, emekçi, küçük köylü, tarım üreticisi ve işçisi, yoksullaşmış halk, dinci faşist iktidardan ve onun temsil ettiği düzenden kurtulma isteğini açığa vurmak için miting alanına koşmuştu. Bu kitlesel mitingin, mitingdeki öfke ve devrimci coşkunun gerçek anlamı budur.

Düzene ve dinci faşist iktidara; bu ikisini şahsında özetleyen RTE'ye karşı yıkıcı bir öfke içindeki devrimin toplumsal güçleri bu yöndeki her gelişmeden büyük bir umuda kapılıyor; her gelişme onlarda devrimci bir coşkuya neden oluyor.

İki ülke nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan yoksul, emekçi kitlelerin bu arayışı ve hareketi, sosyal reformist partileri, uzlaşmacı küçük burjuva partiyi ve çevresindekileri de “birlik” arayışına itmiş görünüyor. Bir süredir, bu parti ve çevreler arasında “ittifak” görüşmelerinin yapıldığını görüyoruz. Çünkü, “birlik” kelimesi, yıkıcı bir devrimci enerji biriktirmiş kitleler için sihirli bir sözcüktür; bu sözcükte kurtuluş umutlarını görüyorlar.

Yoksul emekçi kitleler, işçi sınıfı, Kürt halkı; kısaca dinci faşist iktidardan ve sömürü düzeninden tam ve kesin kurtuluş arayışındaki kitleler üzerinde “birlik” kavramının çekici, etkileyici etkisinin farkındaki sosyal reformist partiler ve küçük burjuva uzlaşmacı parti hemen kolları sıvayarak “ittifak” arayışlarına girdiler.

Burjuva politik güçler, partiler iki ittifak kurmuşlardı zaten. Biri, dinci faşist partilerin “Cumhur İttifakı” diğeri, gericilik ve faşizmde birincisinden sadece ton farkıyla ayrılan CHP-İYİP vs. “Millet İttifakı”. Sosyal reformistlerin farklı ittifak girişimlerine buldukları gerekçe “Türkiye iki ittifaktan birine mahkum değil” biçimindeydi. Sosyal reformist partiler ve çevrelerinde yer alanlar farklı farklı biçimlerde kümelendiler.

Fakat bütün bu farklı kümelenmeleri ve ittifak girişimlerini kesen bir ortak nokta vardı. Bu ortak nokta, CHP-İYİP ve diğer gerici faşist partilerden oluşan “Millet İttifakı”na arkadan itki vermek, güçleri, ağırlıkları oranında bu ittifakın iktidara taşınmasına yardım etmekti. Sorunun özü şuydu: CHP tarafından dikkate alınıp ittifak yapmak istiyorlar. Ama CHP hem “Millet İttifakı” nedeniyle hem de zaten bu adamların eli mahkum peşinden geleceklerini bildiği için onları kale almıyordu. Dinci faşist iktidardan kurtulmak adına, “millet ittifakı”nı desteklemek zorunda olduklarını biliyordu. Son yerel seçimler bu işin denendiği laboratuvar olmuştu. Deney, CHP için gayet başarılı olmuştu. Hepsini peşine takmayı başarmıştı.

Şimdi de aynı oyun sahneleniyordu. Üstelik daha açık biçimde. Bu sosyal reformist partilerden birinin Genel Başkanı'nın CHP'yi “demokrasi ittifakı”na çağırdığını biliyoruz. Aynı kişinin “Birinci pusulada biz tavrımızı açıkladık. EMEK Partisi olarak, Erdoğan rejimini sevindirecek bir tercihte bulunmayacağız” sözleriyle Cumhurbaşkanlığı seçiminde “Millet İttifakı” adayını destekleme taahhüdünde bulunduğunu da artık biliyoruz.

“Üçüncü İttifak” arayışı içindeki partilerden biri, eski Genel Başkanı'nı -Partinin sonradan isim değiştirmiş olması işin özünü hiç değiştirmiyor- CHP'den belediye başkan adayı gösterecek kadar bu gerici partiye yakın. Bir başkası ise, Cumhurbaşkanlığı seçiminde “Millet İttifakı”nın adayını eli mahkum destekleyecek olmanın bilinciyle Kılıçdaroğlu'ndan yani CHP'den, “Millet İttifakı”ndan “Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir aday” göstermemeleri “rica”sında bulunuyor.

Buraya kadar yazdıklarımızdan net biçimde görülüyor ki, sosyal reformist partilerin ve çevresindekilerin “demokrasi ittifakı” ya da “Üçüncü İttifak” arayışları emekçi sınıfları iktidara taşımanın arayışı değil, burjuvazinin politik güçlerinden bir kısmının, yani “Millet İttifakı” denen gerici-faşist ittifakın iktidara gelmesine arkadan itki verme amaçlıdır. Sosyal reformist ve uzlaşmacı doğalarına uygun olarak, düzen içi bir ittifak arayışıdır bunlarınki.

Oysa, yoksul emekçi kitleler dinci faşist iktidarın ve onun başındakinin yıkılıp gitmesini, onun yerine bir başka burjuva hükümetin gelmesi için istemiyorlar. Onlar, burjuva hükümetlerin tümünden, burjuva düzenden, burjuva sınıf egemenliğinden kurtulmak istiyorlar. Bunu, bir aydın gibi ifade etmiyor olmalarının bir önemi yok. Zaten kitleler söz konusu olduğunda böyle bir şey söz konusu olamaz.

Yoksul kitleler kendilerini tam ve kesin kurtuluşa götürecek yol, yöntem, politik önderlik arayışındalar. Kitlelerin CHP mitingine akmalarını böyle okumak lazım. Onlar gerçekte Kılıçdaroğlu'nun ağzından çıkanları değil, duymak istediklerini anlıyorlar. Onlar bu düzenin ve dinci faşist iktidarın yıkılmasını istiyorlar, Kılıçdaroğlu'nun sözlerini böyle anlıyorlar.

Emekçi yığınlardaki bu tutum ve ruh hali, sosyal reformistleri harekete geçiren temel sebeptir. Bu nesnel devrim baskısı, onları harekete geçmeye zorluyor. Bu devrimci akışı burjuva düzene bağlayacak yol ve kanallar oluşturma çabaları hızlanıyor. Reformistlerin “birlik”i işte böyle meydana geliyor.

Diğer taraftan sosyal reformist partilerin ve çevresindekilerin “birlik” çabaları, bölünmenin tohumlarını kendi içinde taşıyor. Burjuva sınıfla uzlaşma politikasının başka türlü sonuç vermesi mümkün değil. Amaçları bir halk iktidarını devrim yoluyla kurmak değil, burjuvazinin bir kesimini iktidara taşımak ve bu çabanın karşılığı her biri “aslan payı”nı kapmaktır. Ancak hiçbiri tek başına burjuvazi tarafından muhatap alınacak güçte değil. Zayıflıkları onları birlikte davranışa itiyor. Sosyal reformistleri birbirlerine çeken ve uzaklaştıran koşullar bunlardır.

Devrimin her ileri adımı bu türden “birliklerin” dağılma dinamiklerini hızlandıracaktır. Çökmekte olan düzenin eteklerine tutunanlar, o düzenle birlikte yıkılıp gitmekten kurtulamayacaktır.