Türkiye ve Kürdistan'ın bir devrim döneminden geçtiği, devrimci bir dönem içinde olduğu kuşkusuzdur.

Böyle koşullarda, devrimci teorinin önemini bir an bile ihmal etmeksizin, bir pratik adımın on programa bedel olduğunu söyleyebiliriz. “Gerçek hareketin her adımı bir düzine programdan daha önemlidir.”

“Gerçek hareket”, işçi sınıfının, emekçilerin, işsiz kitlelerin düzene karşı kitle eylemleridir. Devrimci komünist bir parti, tüm politika ve eylemlerini, gerçek kitle hareketine dayandırmalıdır; mücadele biçimlerini kapitalizmin ezdiği sömürdüğü, açlık ve yoksulluğa mahkum ettiği, işsiz bırakarak yaşamdan kovduğu kitlelerin gelişen eylemleri içinden bulup çıkarmalıdır.

Devrimci komünist bir parti, devrimin toplumsal ordusunu oluşturan bu sınıfların nabzını elinde tutmasını bilmelidir. Biz ancak, sömürülen, ezilen, sayıları milyonlarla ölçülen geniş yığınların gerçek istemlerini, özlemlerini, nabzını elinde tutabilirsek ve bu konuda hiç bir öznel değerlendirmeye düşmeden, objektif, somut kanıtlanabilir bir çözümleme yapabilirsek başarılı, devriminin toplumsal güçleri üzerinde etkili bir propaganda ve ajitasyon faaliyeti sürdürebiliriz.

Devrimin toplumsal güçlerinin nabzını elde tutmak, kitlelerin söylediklerine uygun hareket etmek anlamına gelmez. Aksine, yığınlar söz konusu olduğunda “alt sınıf olsun, üst sınıf olsun, işin dış yüzüne, ilk ağızdaki sonuçlara bakarak” karar verdiklerini aklımızdan çıkaramayız. Yığınların nabzını elde tutmak her şeyden önce onların gerçek yaşam koşullarını, gerçek özlemlerini, gerçek isteklerini anlamayı, kavramayı gerektirir.

Kapitalist toplumda burjuva ideolojisi egemen ideolojidir. Burjuvazi, maddi olanaklarıyla, parasal gücüyle, elinin altında bulundurduğu devlet aygıtı aracılığıyla kitleleri kolayca aldatma, hedeflerini şaşırtma olanaklarına sahiptir. Burjuva sınıfla, kapitalist düzenle uzlaşma peşindeki sosyal reformist partilerin yardımı burjuva sınıfın işini daha da kolaylaştırır. Böylece, “işin dış yüzüne, ilk ağızdaki sonuçlara bakarak” karar veren kitleleri kurtuluş hedefleri, yolları ve araçları konusunda yanıltmak çok daha kolay hale gelir.

Bu yüzden bir Leninist, yığınların ilk ağızdan söylediklerini değil, onların gerçek ihtiyaçlarını, gerçek kurtuluş yolunu propaganda ve ajitasyon faaliyetinin merkezine yerleştirmelidir. Devrimin toplumsal güçlerini, burjuva propagandanın, burjuva ideolojisinin ve sosyal reformist partilerin yarattığı yanılsamalardan kurtarmak bu şekilde mümkündür. Devrimci koşullar bu konuda en büyük yardımcımızdır.

Devrimin toplumsal güçlerinin nabzını elde tutmanın yolu, işçi sınıfının, emekçi, yoksul kitlelerin yaşamının içine karışmaktır; onlarla sıkı, yakın bir bağ içinde olmaktır. Tek tek kişiler değil ama yığınlar söz konusu olduğunda düşünce ve davranış biçimleri farklı olur. Yığınlar, büyük kitleler, önlerinde yazılı olanı değil, kafalarında olanı, akıllarında olanı okurlar. Onların eyleme başlarken söyledikleriyle eylemin sonunda söyledikleri arasında daima büyük fark olur.

Örneğin, emekçi kitleler, Kürt halkı dinci faşist iktidara olan kin, öfke ve ondan kurtulma güçlü isteği ile “seçim” istiyor görünseler de, gerçekte kitlelerin asıl isteklerinin içinde bulundukları sefil yaşam koşullarından tam ve kesin kurtuluş olduğunu bilmek gerekir. Kürt halkı, işçi sınıfı, kadınlar, yoksul köylüler, kentin küçük esnafı burjuva sınıfın bir politik iktidarından öte, burjuva sınıfın kendisinden, kapitalist sömürüden, faşist devletin baskı, terör ve katliamlarından geçici değil, tam ve kesin biçimde kurtulmak istiyorlar.

Emekçi sınıfların bu istem ve özlemlerini açıktan, formüle edilmiş biçimde ifade etmiyor olmalarının bir önemi yok ve dahası zaten binlerle, milyonlarla ifade edilen yığınlar söz konusu olduğunda bu şekilde ifade edilemez. Onu anlamak, kavramak, dış yüzeyin altında saklı kalan özü ortaya çıkarmak sınıf bilinçli devrimci öncü işçilerin, devrimci komünistlerin, Leninistlerin işidir.

Sömürüden, sefaletten, işsizlikten, faşist devletin baskı, terör ve katliamlarından tam ve kesin kurtuluşun; Kürt halkının özgürlük hakkı isteminin tek bir karşılığı var. Bunları istemek demek devrim istemek demektir.

Evet, ezilen, sömürülen, hor görülen, dinci faşist iktidara kin ve öfkeyle dolu kitleler; özellikle de kadınlar, bilince çıkarmış olsunlar ya da olmasınlar, ilk ağızda bunun önemi yok, devrim istiyorlar.

Kürt halkına, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarına, kadınlara, kentin ve köyün yoksul kitlelerine işte bunu söylemeliyiz. İstemleriniz ancak bir devrim tarafından karşılanabilir demeliyiz; “sizi devrim kurtarır” demeliyiz.

Yığınlar ancak zora dayalı bir devrimle karşılanabilecek istemlerini öne sürüyorlarsa, o topraklarda ayaklanma ortamı olgunlaşmış demektir. Bunu söylemek, ayaklanmanın şu veya bu tarihte patlak vereceğini söylemek anlamına gelmiyor; gelmez. Önceden kararlaştırılmış, örgütlü bir ayaklanmadan söz etmiyorsak, ki biz böyle bir şeyden bahsetmiyoruz, ama bir halk ayaklanmasından söz ediyorsak, böyle bir ayaklanmanın ne zaman, nasıl, nerede ve hangi sebepten patlak vereceğini önceden hiç kimse bilemez; biz de bilemeyiz. Ama biz, bir halk ayaklanmasının koşulları olgunlaşmış ise, somut koşulların somut, bilimsel tahliline dayanarak, bunu önceden tespit edebiliriz ve hazırlıklarımızı buna göre yapabiliriz.

İki ülkenin toplumsal devrim güçlerine, ulaşmaları gereken politik hedefi büyük bir açıklıkla söylemek bu hazırlıkların başında gelir. Bu büyük hedef, burjuva egemenliğini yıkarak halk iktidarını kurmaktır. Halk iktidarından, devrimci demokratik cumhuriyetten, sosyalist iktidardan vb. söz edip de emekçi sınıflara sandık başına gitme çağrısı yapanlar, bilinmeli ki, emekçi sınıfları oyalıyor, aldatıyorlar. “Halk İktidarı” şiarını devrimin toplumsal güçlerinin önüne koymalıyız. Bu iktidarın ancak burjuva devlet makinasını ezerek, zora dayalı bir devrimle kurulabileceğini kitlelere açıkça söyleyerek...

Bütün dikkatler, bütün enerji, uğultusu yerin derinliklerinden gittikçe daha net duyulan halk ayaklanmasının politik ve teknik yönetimine çevrilmelidir.

Artık hiç bir şey bunun önünde yer alamaz.