Hayat pahalılığı ile emekçi, yoksul sınıfların ayaklanması arasında doğrusal bir ilişki olduğunu kimse yadsıyamaz. Buna egemen sınıfın kendisi de dahil.

Türkiye ve Kürdistan'da hayat pahalılığı denen sorun, ekmekten şekere, iğneden ipliğe, elektrikten akaryakıta kadar akla gelebilecek ne varsa her şeye, kısa bir zaman aralığında, zam üstüne zam gelmesiyle toplumun önüne yaşamsal bir konu olarak çıktı.

Konu, yani hayat pahalılığı yaşamsaldır; çünkü her iki ülkedeki emekçi sınıflar, yoksul kitleler, işsizler gerçek ve mutlak bir açlıkla karşı karşıyalar. Emekçinin, yoksulun sofrasından eksik etmediği ve edemeyeceği en temel tüketim maddesi olan ekmek, İstanbul'da 1.50 TL'den 2.50 TL'ye çıktı. Bu zam geçen Ağustos ayından beri planlanıyordu. İstanbul Fırıncılar Odası, ekmek fiyatının 2.5 TL'ye çıkarılmasını bundan dört ay önce planlayıp önermiş. Dört ay sonra İstanbul Ticaret Odası (İTO) bu talebi onaylamış. Bundan sonra İstanbul emekçileri, yoksulları sofralarından eksik etmedikleri ekmeği işte bu fiyattan alacaklar; alabilirlerse. Alamadıklarında onları bekleyen açlık.

Şekerin fiyatı 5.85 TL oldu. Fiyatı sürekli oynayan benzin'in İstanbul'daki son fiyatı 8.13 TL oldu. Listeyi böyle uzatıp gitmek mümkün. Ancak buna gerek yok; emekçi sınıflar hayat pahalılığının acısını evdeki çocuğuna ekmek götürememekle zaten derinden yaşıyor. Onlar bunun ne anlama geldiğini herkesten iyi biliyorlar.

Onun için rakamlardan söz edişimiz sadece kısa bir hatırlatma amaçlıydı. Asıl mesele, işçi ve emekçi sınıfların hızla yoksullaşması ve mutlak açlıkla karşı karşıya geldikleri koşullarda devrimci, komünist güçlerin onlara nasıl bir çıkış yolu gösterecekleridir.

Önce şunun tespiti önemlidir: Her iki ülkenin işçi sınıfı, ücretli emekçileri, yoksul köylüleri, kadın ve gençleri hızla bir ayaklanma atmosferine doğru gidiyorlar. 1789 Fransız Devrimi'nde bardağı taşıran son damlanın Kraliçe Marie Antoinette'in yoksul kitleler için söylediği, “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü olduğu rivayet edilir.

Kraliçenin ağzından bu cümlenin gerçekten çıkmış olup olmadığının bir önemi yok. Çünkü, yıllar içinde ve üst üste gelen bir dizi olay, çelişki, çatışma, yaşam koşullarında hızlı kötüye gidiş olmasa bir değil, bin kraliçe bir araya gelip koro halinde bu cümleyi tekrarlasalar yoksul kitleler yine de ayaklanmazlardı. Ama koşullar ayaklanma için iyice olgunlaşıp, yaşam yoksul kitleler için ayaklanmayı kaçınılmaz hale getirince gerçek olmasa da, bir söylenti bile bozkırı tutuşturmaya yeter. Yoksul kitleler, birilerinin sözü ya da ajitasyonu sonucu değil, koşullar onları bir ayaklanmanın eşiğine getirdiği zaman ayaklanırlar. Şimdi bu noktaya doğru büyük bir hızla gidiyoruz.

Tespit edilmesi gereken ikinci nokta şudur: Burjuva iktisatçıların bir kısmı ve sosyal reformist partiler, liberaller zamların, hayat pahalılığının, yoksul kitlelerin mutlak açlık noktasına sürüklenmelerinin nedeni olarak dinci faşist iktidarı, bu iktidarın politikalarını gösteriyorlar. Onların işaret ettiği bu nokta gerçeğin tümünü değil, sadece bir kısmını, üstelik önemsiz bir kısmını ifade ediyor.

Gerçekte, tüm bu sorunların, hayat pahalılığının, döviz fiyatlarındaki sürekli artışın, işsizlik ve son derece düşük ücretlerin temel nedeni kapitalist üretimin biçiminin kendisidir. Kapitalist üretim biçimi ve bu üretimin temel amacı olan kapitalist birikim yasası, emekçi sınıfları sürekli ve artan biçimde yoksulluğa sürükler. Kapitalizmde işsizliğin ve bunun doğrudan sonucu olan sefalet ve yoksulluğun, gerçek nedeni “kapitalist birikimin ta kendisidir.”

Kapitalizmin kriz dönemlerinde, bugünlerde örneğini yaşayarak gördüğümüz gibi, bu süreç olağanüstü bir hız kazanır. Emperyalizme bağımlılık ve bunun sonuçları; burjuva iktidarların izlediği savaş politikaları, burjuva devletin sınıf savaşını kazanmak için olağanüstü şişip büyümesi gibi nedenler aynı şekilde emekçi sınıfların yoksullaşma süreçlerini hızlandırır ve bu süreçleri katlanılmaz hale getirirler.

Üçüncü noktaya gelince... Buraya kadar ortaya koyduklarımızdan da anlaşılıyor, hayat pahalılığını ortadan kaldırmak isteyen sadece burjuva politik iktidarı, ya da güncel biçimiyle konuşursak, tüm yetkilerin merkezileştiği dinci faşist iktidarı yıkmakla kalmamalı; onunla birlikte ve ondan çok daha önemlisi, burjuvazinin sınıf egemenliğini, burjuvazinin politik ve ekonomik iktidarını; tek cümleyle söylersek kapitalist üretim biçiminin kendisini ortadan kaldırmalıdır.

Bunun zora dayalı bir devrim sorunu olduğu açık. Her temel sorunu -ki emekçi sınıfların çeşitli biçimlerde sürekli yoksullaştırılması işte böyle bir temel sorundur- getirip devrim sorununa bağladığımız için Leninistleri eleştiren darkafalı küçük burjuvalara sorun üzerine tekrar tekrar düşünmelerini salık vermekten başka bir şey yapamayız.

Sorun bir devrim sorunudur ve günümüzde mutlak açlık durumuyla karşı karşıya bırakılan emekçi sınıfların, yoksul kitlelerin ayaklanma havasına girmeleri bu sorunun çözümünü son derece olanaklı hale getirmiş bulunuyor. Devrim, işçi sınıfının, yoksul emekçi sınıfların, kapitalist üretimin durmadan sefalete sürüklediği emekçi küçük ve yoksul köylünün, kadınların ve gençliğin eseri olacaktır. Onların öfkesinin, kininin, kızgınlıklarının şu veya bu hızla, şu ve ya bu biçimde sokağa taşmasının; kısaca, sayısız hareketin, eylemin, gösterinin ayaklanmaya dönüşmesinin sonucu olacaktır. Devrimci güçler devrim “yapmaz”lar. Devrim, sözünü ettiğimiz koşulların ortasından ve emekçi sınıfların, yoksulların kitle eyleminin ortasında doğacaktır.

Öyleyse devrimci güçlerin, hepsinden önemlisi, Leninistlerin, koşulları hızla olgunlaşan ayaklanmaya hazırlanmaları günün ertelenemez, önüne başka hiç bir görev konulamaz görevidir. Ayaklanmaya hazırlanmak, her şeyden önce, ayaklanmayı yönetme sanatı üzerinde düşünmeyi, ayaklanmayı yönetme sanatı üzerinde çalışmayı ve zor araçlarının pratik örgütlenmesine yönelmeyi gerektirir. Biz dahil, hiç kimse ayaklanmanın şu ya da bu gün; şu ya da bu nedenle patlak vereceğini önceden söyleyemez. Ama Leninistler ayaklanmanın koşullarının olgunlaştığını görüyorlar ve tüm devrimci güçleri bu konuda uyarıyorlar.

Bütün dikkatler, burjuva sınıfın bizi çekmek istediği seçim ve sandığa, işe yaramaz parlamentoya değil, devrimci kitle eyleminin seyrini incelemeye, ayaklanma sanatını incelemeye, tüm iktidarın nasıl ele geçirileceğini emekçi sınıflara anlatmaya yönelmelidir.