Dinci faşist iktidar ve faşist devlet iç savaşın ve birleşik devrimin şiddetlenmesiyle kendini daha az güvende hissettikçe bir yandan saldırganlığını yoğunlaştırırken öbür taraftan bu saldırganlığı birleşik devrim cephesinin tüm hatlarına yaymaya çalışıyor.

Zindanlar cephesi, tam da bu nedenle, şimdi dinci faşist iktidarın ve faşist devletin şiddetli saldırısı altında. Daha doğru ifade etmek gerekirse, devrimci tutsaklar üzerinde zaten hiç eksik olmayan saldırılar şimdi daha ileri bir düzeye taşınmış durumda.

İnfaz sistemini, yasalarında yazıldığı ya da bugüne kadar uygulandığı biçimiyle değil, keyiflerince uygulamaya başlamaları; bunun sonucu, devrim davasında ısrarlı olduğunu düşündükleri devrimci tutsakları ceza süreleri dolmalarına rağmen tahliye etmemeleri; tutsakların “şartlı bırakılma hakları”nı gasp etmeleri bu saldırı dalgasının son biçim ve örneği oldu.

Dinci faşist iktidarın nasıl bir karakterde olduğunun daha iyi anlaşılması için öncelikle şunun altını çizelim: 12 Eylül faşist generalleri, devrimci tutsakların “şartlı bırakılma” haklarını tüm o “güçlü” görüntülerine rağmen gasp edememişlerdi. Bu hakkı gasp etmek, yani “infazları yakmak” için bir kaç girişimde bulunmalarına karşın, her defasında geri adım atmak, girişimlerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Dinci faşist iktidar ve faşist devlet, 12 Eylül faşist generallerinin başaramadığını başarma peşinde.

Devlet politikalarında devamlılık çok net biçimde görülüyor. Devletin politikaları hükümet biçimlerine göre değişmiyor. Birleşik devrimi faşist baskı ve terörle ortadan kaldırma, iç savaşta devrimci tutsakları rehine olarak görme; birleşik devrimin toplumsal güçleri olan işçi sınıf, Kürt halkı ve emekçi kitleler karşısında moral üstünlük sağlamak için rehin gördüğü devrimci tutsakları teslim alma bu politikanın özüdür.

Faşist devlet, bu politikasını uygulamada yalnız değil. Başta Avrupalı emperyalistler olmak üzere, tüm emperyalist devlet ve hükümetler, devrimci tutsakları rehine olarak olarak görme ve teslim alma politikalarında faşist devletin arkasında duruyorlar. Çünkü, iki ülkenin, Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin ezilmesi, ortadan kaldırılması bu emperyalist akbabaların da temel amacıdır.

Liberaller, sosyal reformistler ve uzlaşmacı küçük burjuvalar devrimci tutsaklar üzerindeki baskı ve teröre karşı mücadelede Avrupalı emperyalistlerden medet ve yardım dilerken ne kadar naif, ne kadar zavallı duruma düşüyorlar! F-Tipi zindanların aslında Avrupalı emperyalistlerin fikir babalığı sonucu olduğu; bu emperyalist akbabaların onay ve desteği ile hayata geçtiği basit gerçeği bile akıllarına gelmiyor. Eksiksiz bir faşist utanmazlıkla adına “Hayata Dönüş Operasyonu” dedikleri zindan katliamı dahil, Diyarbakır zindan katliamı, Ulucanlar zindan katliamı bu emperyalist akbabaların, en azından sessiz onayı ile gerçekleştirilmiştir.

Şüphesiz her katliam sonrası, Avrupalı, Amerikalı emperyalistler Türkiye'yi kınamışlardır, üzüntü ve kaygılarını dile getirmişlerdir, hatta gidişattan endişeli olduklarını dahi kuvvetle ifade etmişlerdir. İyi ama bunları yapmadan kendilerine büyük bir güven besleyen dar kafalı liberalleri, uzlaşmacı küçük burjuva partileri, sosyal reformistleri kanatları altında nasıl tutabilirler ki! Bu dar kafalıların kendi halklarını aldatmalarına nasıl yardımcı olabilirler ki!

Bu alçak politikayı sürdürmek için kurumları da var. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CTP), Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); Amerikan emperyalizminin Dışişleri Bakanlığının bu işlere bakan komite ve komisyonları var. Bu kurumların her katliamı, her işkenceyi, her terörü kınamaları, endişe ve kaygılarını bildirmeleri vb. sözünü ettiğimiz dar kafalıların içini eritiyor.

Oysa, en azından, 12 Eylül faşizminden bu yana, faşist devletin zindan politikalarının fikir babaları, finansörü, destekleyicisi bu emperyalistlerdir.

Öncesi bir yana, 12 Eylül faşizmi ve onun takip eden tüm faşist hükümetler devrimci tutsakları teslim almayı başaramadılar. Birleşik devrim ve onun toplumsal güçleri olan işçi sınıfı, Kürt halkı ve emekçi kitleler üzerinde moral üstünlük elde edemediler. Aksine, faşist devletin ve hükümetlerin devrimci tutsakları her teslim alma girişimi sonrası devrimci tutsaklar zindanlarda hareket alanlarını genişletecek koşulları sağlamışlardır. Faşist devletin devrimci tutsaklara yönelik tek tip elbise saldırısı bunun örneğidir. Devrimci tutsakları tek tip elbise içinde görme isteği faşist devletin ve bu girişimde bulunan tüm hükümetlerin kursağında kaldı.

İdamlarla, toplu zindan katliamlarıyla, işkencelerle iki ülkenin devrimci tutsaklarını teslim alamayan faşist devlet ve tüm hükümetleri bundan sonra da amaçlarına ulaşamayacaklar. Birleşik devrimin meşalesini zindanlarda elli yıldır canlı tutan devrimci tutsaklar, “infaz yakma” terörüyle de teslim alınamayacaklar.

Ne var ki, devrimci güçler elli yılı bulan bu uzun zindan savaşları tarihinden artık ciddi dersler çıkarmalılar. Bütün bu uzun mücadele tarihini kızıl bir şerit gibi kesen olgu şudur: Birleşik devrimin toplumsal güçlerinin zindan koşullarını düzeltme hedefli mücadeleleri bir kısır döngüdür. Uzun deneyim bize bir kez daha şu gerçeği gösterdi: Zindanlar orta yerde durdukça faşist devlet tutsakları teslim alma saldırılarına tekrar tekrar başvuracak.

Bu kısır döngüyü kırmanın tek yolu, birleşik devrimin toplumsal güçlerinin önüne zindanları yıkma hedefini koymaktır. Zindanları yıkmak ve tutsakları özgürleştirmek bu kısır döngüyü kırmanın tek yoludur.

Şüphesiz, bir devrimin kelimenin gerçek, somut anlamında başladığının en belirgin işareti, ayaklanmış devrimci kitlelerin zindanlara yönelik hareketidir.

Devrimci kitlelerin önüne bu hedefi koymak tarihsel sorumluluktur.