Emperyalistlerin tezgahladığı darbeler, yahut popüler deyimle “rejim değişikliği” yöntemleri çeşit çeşit. Askeri, yargısal, Meclis eliyle, kiralık askerleri devreye sokarak, doğrudan suikast, olmadı “renkli devrimler” olarak...

Tüm kapitalist ülkeler hızlı bir şekilde emperyalist ajandayla uyumlu hale getirilmek isteniyor. Zira çelişkiler çok ama çok keskin. Daha önce çeşitli vesilelerle dikkat çektiğimiz çöküş süreci, ABD emperyalizmi ve NATO üzerinden ip gibi dizdiği “iş ortaklarını” hızlı ve kararlı hareket etmeye zorluyor. Süren çatışmalar ve savaşlar yetmiyor. Kapitalist dünya önü alınamaz bir şekilde büyük yıkım savaşına sürükleniyor.

Bu şartlarda dünyanın her köşesinde, üstelik artık yalnızca sosyalist veya sol eğilimli halkçı yönetimler de değil, emperyalistlerin güncel çıkarlarıyla ters düşen tüm yöneticiler hedefte. Son örnek, Pakistan.

Pakistan başbakanı İmran Han, ABD destekli “Meclis darbesi” ile devrildi. Güvensizlik oyuyla görevden alındı. Mecliste, yerine Şahbaz Şerif başbakan olarak seçildi. Pakistan şahtı, şahbaz oldu!

İşin şakası bir yana, bugüne kadar hemen hiçbir başbakanının görev süresini tamamlamayı başaramadığı Pakistan, bir kez daha ABD patentli bir darbeye sahne oldu. “Merkez sağ” partinin başkanı, eski kriket yıldızı İmran Han, mevcut ABD politikalarıyla tam örtüşmeyen duruşu nedeniyle hedefe oturtuldu.

Malum, İmran Han yönetimi belirli bir süredir Washington’a “eleştirel bir yaklaşım” sergiliyordu. Çin’in “Kuşak-Yol İnisiyatifi”ne destek verdi, Afganistan ve Taliban konusunda Beyaz Saray’a mesafe koydu. Ve “daha kötüsü”, Ukrayna savaşı konusunda Moskova’ya cephe almak bir yana, yakın durdu! Bu da yetmiyormuş gibi, “düşman kardeş” Hindistan yönetiminin Moskova ile yakınlaşma politikasını övdü!

Tüm bunlar, çelişkilerin bu kadar keskin olduğu böylesine hassas bir dönemde, kesinlikle fazlaydı. Beyaz Saray düğmeye bastı, Han’ın ipi çekildi. Pakistan ordusu, NATO üyesi olmamasına rağmen, en az Türk ordusu kadar, NATOcu, ABDci bir ordudur. Beyaz Saray’dakilerin, gerektiğinde “Our boys have done it” (Bizim oğlanlar başardı) diyebileceği bir ordudur! (Ziya Ülhak-Kenan Evren darbeci kardeşliğini kim unutabilir ki!) Bu açıdan Pakistan siyaset arenasında eli güçlüdür ABD’nin.

İmran Han’ın bu çıkışlarının, Pakistan ordusunda da rahatsızlık yarattığı yazılıp çiziliyordu. Genelkurmay başkanı, Han’ın aksine, “Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini” kınamıştı. Açıkçası, “Pakistan siyasetinin ABD ile uyumlu hale getirilmesi” için harekete geçildiği aşikardı. Bir askeri darbe yerine, Meclis aritmetiğinde küçük oylamalarla Han’ı alaşağı etmek olası görünüyordu.

Muhalefet, hükümete karşı güvensizlik oyu talebiyle harekete geçti. Bizzat hükümet partisinden ( Pakistan Adalet Hareketi Partisi) bazı vekillerin de bu talebe destek verdiği görüldü. Bunun üzerine başbakan Han, güvenoyu girişiminin bir ABD tezgahı olduğunu alenen açıkladı ve cumhurbaşkanından meclisi feshederek seçimlere gidilmesini talep etti. Cumhurbaşkanı Han’ın talebine uydu. Güvenoyu girişimi akim kalmış, ülke yeni bir seçim sathına girmiş oldu. Böylece İmran Han, “meclis darbesi”ni savuşturmuş, ABD ve destekçileri kaybetmiş oluyordu.

Elbette hikaye bu şekilde sonuçlanmadı. Devreye Anayasa Mahkemesi girdi. 7 Nisan’da güvensizlik oylamasının yapılmasına hüküm verdi. Açıkça ortaya çıkmıştı ki, Pakistan’ın “müesses nizamı” ve onların ardındaki güç olarak ABD, bu oyunda daha güçlü bir ele sahipti.

İmran Han, üst üste alenen ABD’yi suçlayan açıklamalar yaptı: “Parlamento üyelerinden birkaçı birkaç ay önce ABD'nin İslamabad Büyükelçiliğine gitti ve orada kendilerine Başbakan Han'a karşı güvensizlik oylamasının gerçekleştirileceği söylendi.” O suçladıkça ABD yalanladı.

Sonuçta güvenoyu oturumu yapıldı, İmran Han hükümeti düşürüldü. Bunun üzerine hükümet partisinin tüm milletvekilleri topluca parlamentodan istifa etti. Han, “Bu Mecliste hiçbir koşulda oturmayacağız. Partim ve ben, Pakistan’ı soyanlarla ve yabancı güçler tarafından yönetilenlerle Meclis’te oturmayacağız. Hükümetin ülkeyi yönetmesini isteyen kurumları baskı altında tutmak için bu kararı aldık ve devam etmelerine izin vermeyeceğiz” diyerek meydan okudu ve taraftarlarını 10 Nisan günü sokaklara çağırdı. Ortaya çıkan tablo tam bir gövde gösterisiydi. Han’ın çağrısıyla milyonlarca destekçisi sokaklara dökülmüş, yaygın bir protesto gösterisi düzenlemişti. “Tepedeki” siyaset arenasının güç dengesi ile sokaklardaki güç dengesi, gerçekten çok farklıydı doğrusu.

Muhalefetin (ve tabii, mevcut şartlarda ABD’nin) adayı Şahbaz Şerif, Ağustos 2023 seçimlerine kadar ülkeyi yönetecek hükümeti kurması için başbakan olarak “seçildi”. Eski başbakanlardan Navaz Şerif’in (ki, mahkeme kararıyla yolsuzluğu sabitti ve kısa süre hapis yattıktan sonra soluğu Londra’da aldı!) kardeşi olan Şahbaz, ordu ile de “gayet dostane” ilişkilere sahip. Tam “döneminin adamı”!

Olaylar bu kadar aleni olup bitiyorken, ABD, sürece müdahale etmediğini iddia ediyordu Beyaz Saray sözcüsünün dilinden: “Hiçbir zaman bir siyasi partiye karşı başka bir partiyi desteklemiyoruz, biz her zaman hukukun üstünlüğü ve adaletin eşitliğinin yanındayız. Müreffeh ve demokratik bir Pakistan her zaman ABD'nin çıkarları için kritiktir. Bu ülkenin lideri kim olursa olsun değişmeyecektir.”

Ama görünen köy kılavuz istemez. Her şey ortada!

Tekrar etmek pahasına... Emperyalist-kapitalist dünyanın hegemon gücü ABD, uzun süredir bu gücünün gittikçe hızlanan aşınmasını durdurmak için çılgınca girişimlere dalıyor. Aşınan yalnızca ABD hegemonyası değil. Bir bütün olarak emperyalist-kapitalist sistem çöküyor. Süreci en azından durdurmak sevdasıyla korkunç kıyımlara kapı aralayan girişimlere tanık oluyoruz çeyrek asırdan fazla bir süredir. Adım adım, hatta koşar adım büyük yıkım savaşlarına gidiyor kapitalist uygarlık.

11 Eylül sonrası Dubya’nın ağzından ilan edilen “bizden olmayan bize karşıdır” sloganı, ABD önderliğindeki emperyalist blokun güncel darbe ve savaşlar zincirini özetlemektedir. İmran Han, bunun en son (ama sonuncu değil) örneğidir. Daha Pakistan’daki “meclis darbesi”nin dumanı tütmekteyken, Dışişleri Bakanı Blinken tarafından bu sefer Hindistan’ın tehdit edildiğine tanık oluyoruz.

Öyle bir ufka vardık ki artık, emperyalist-kapitalist sistem tam bir kaotik ortam yarattı ve kendi kuyruğunu yiyen yılan gibi kendi bağımlı yönetimlerinin başlarını da yiyor.

Barbarlık ve sosyalizm ikilemi, korkunç bir yıkım savaşının eşiğindeki yaşlı dünyamızın güncel gerçekliği olarak öne çıkıyor.