Latin Amerika’da rüzgar iyiden iyiye “sol”dan esmeye devam ediyor. Seçimlerde art arda sosyal demokrat, “sol” ve sosyalist adaylar kazandı. Sermayenin “has adamları” için tam bir fiyasko halini aldı seçimler. Daha dün darbe ile gasp ettikleri koltuklardan kovuluyorlar.

Meksika, Arjantin, Kosta Rika, Honduras, Bolivya, Peru, Nikaragua, Şili... Yakın dönemde bunlara Brezilya da eklenecek. Kuşkusuz her biri kendine özgü ayırt edici yönler taşıyor, farklı dinamikler içeriyor. Dahası, seçimlerde ipi göğüsleyen parti ve adayların misyon ve siyasal konumları da bir birbirinden belirgin farklılıklar gösteriyor. Venezuela, Nikaragua, Bolivya (ve belki Peru) türünden daha belirgin sosyalizm yönelimli halkçı demokratik yönetimler söz konusu olabildiği gibi, Meksika, Arjantin, Kosta Rika ve Honduras gibi sözcüğün bilimsel anlamında sosyal demokrat yönetimler söz konusu olabiliyor.

Ama nihayetinde kıta ölçeğinde yaşanan bu gelişim, bu “yığınların sola kayışı”, emekçi yığınlardaki köklü değişim isteğinin dışa vurumundan, kapitalist toplumu aşma eğiliminin ifadesinden başka bir şey değil.

Bu açıdan Latinler’deki seçimler, işçi ve emekçilerin “olgunluğunu ölçmeye yarayan” bir araç olarak, yığınlardaki “başka bir dünya” (sosyalizm) isteğinin ne denli güçlü olduğunu göstermiş oluyor. Yığınlardaki bu sosyalizm eğiliminin tek veya başlıca ifadesi sandık değil kuşkusuz. Devasa gösterilerle, grev ve isyanlarla sarsılıp duruyor Latin Amerika. Seçimler şiddetli mücadele koşullarında gerçekleşiyor. Seçimler, süren sert sınıf mücadelesinin uğraklarından sadece biri.

Seçimlerdeki bu “sol”a yönelimin, sosyalizm eğilimli halkçı liderleri başa getirdiği hemen her örnekte, savaşım ve çelişkiler daha da sertleşiyor, kapışma derinleşiyor. Başa gelen “sol”/sosyalist yönetimler, halkçı demokratik adımlar attığı oranda uluslararası sermayenin sert direnişleriyle ve saldırısıyla karşılaşıyor. Marksist literatürdeki adıyla söyleyelim: burjuvazi doğrudan iç savaşı başlatıyor. Tarihsel deneyimler bir tarafa, Venezuela, Bolivya ve Nikaragua (bir ölçüde Peru), bunun en güncel örnekleri olarak karşımızda. Darbe, darbe girişimi, işgal girişimi, ağır ekonomik yaptırımlar, inanılmaz kara propaganda saldırısı, diplomatik kuşatma, uluslararası örgütler (OAS vb.) üzerinden kıskaca alma, ekonomik sabotaj, seçim sonuçlarını tanımama, kukla başkanlar atama... Sayısız yöntemle saldırıya geçerek iç savaş başlatıyor burjuvazi.

Nihayetinde gerçekten sosyalizme doğru yönelen, halkçı demokratik nitelik gösteren her yönetim, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin acımasız saldırılarını göğüslemek zorunda kalıyor. Seçimler, bu haliyle, “sosyalizme barışçıl geçiş”in aracı olmuyor. İstisnasız tüm örneklerde sosyalizme doğru bir mücadele, sert sınıflar savaşından, iç savaşlardan geçiyor.

Çelişkiler ne kadar keskin, sınıflar mücadelesi ne denli sert ise, burjuvazinin “kutsal ineği” seçimler ve parlamento, o denli pamuk ipliğine bağlı bir rol oynuyor. Kendi “kutsalını ilk kirleten” her seferinde burjuvazi oluyor. Dileyen tek tek tüm bu “seçim kazanılan örnekleri” ele alabilir. Tek bir istisna dahi bulamayacaktır.

Bunun dışında Latin Amerika’daki seçimler, “sokakları temizleme” genel rolünü de oynuyor pek çok örnekte. Sokakları temizlemekle kalmıyor, emekçi yığınlardaki biriken öfkenin “kontrollü boşaltılması”nı da sağlıyor. Çoğu zaman da genel hareketi burjuva kanallara akıtmanın aracı olarak hizmet ediyor.

Tarihsel ve güncel örneklerin bazı temel sonuçlarıdır burada söylediklerimiz. Buna rağmen, sanki bu deneyimler hiç yaşanmamış gibi, her “seçim zaferi” ile kendinden geçen, çığlık çığlığa emekçilere bu “zaferlerin” propagandasını yapan, burada da durmayıp, “biz de burada başarabiliriz, RTE’yi yenebiliriz” diyerek emekçileri burjuva “muhalefetin” kuyruğuna takmaya çalışan güçlü bir “liberal” damar var. Bu tayfanın son gözdeleri, Şili seçimleri.

Gencecik bir “solcu” başkan seçildi. Yetmedi. Bir de yeni anayasa yapmak için “Kurucu Meclis” oluşturulmuştu. Bundan daha iyi örnek mi olur!

Evet, “Kurucu Meclis”i gündeme getiren, iki yıl önceki ayaklanmalar zinciriydi. O ayaklanmaların söndürülmesi aracıydı “Kurucu Meclis”. Boric’i başkanlık koltuğuna taşıyan da yine aynı sokaklardı. Nereden baktığınız önemli. Devrimin başarısı açısından baktığınızda, söz konusu sürecin kendisi “sokakların temizlenmesi” politikasıyken, tersten bakışla, “mevzi kazanmak” ve “hakları söküp almak” (yahut “faşist/otoriter yönelimi durdurmak”) oluyor!

Tamamen sistem içinde kalan bu ikinci bakış açısı, bugün Boric’in zaferini öve öve bitiremiyor. Tek kelime ile tuhaf. Zira aynı Boric, “birleştirici başkan” olarak yaptığı konuşmada, kendi rakiplerinden bile bahsederken, onu destekleyen “sol” güçlerden bahsetmiyor! Örneğin Şili Komünist Partisi’nin adını bile anmıyor. Yahut, “neoliberalizm burada doğdu, ama burada yenebiliriz” türünden konuşurken, o “neoliberalizm”in kanlı doğuşundan, Unitad Popular’ın adayı olarak 1970 yılında seçimleri kazanan Allende’nin 11 Eylül 1973’te kanlı bir darbe ile yıkılmasından tek kelimeyle olsun bahsetmiyor. (Unutulmasın. Allende, halkı için elde silah, sonuna kadar savaşan onurlu bir komünistti. Seçimlerle gelmiş olması bir şey değiştirmiyor.)

Bu “öğrenci lideri” olarak ünlenen “genç başkan”ın siyasi ekibindekilerin ABD ile bağlantıları üzerine çokça yazılıp çizildi. Genel hatlarıyla ortaya çıkan resim, onun, “sosyalizme doğru gidişin bir basamağı” değil, gelişen devrimci hareketi politik olarak kuşatmanın bir aracı olduğunu net olarak gösteriyor.

Tam da bu yüzden, “liberal solcularımız” Şili seçimlerini ve “Boric’in zaferini” dillerinden düşürmüyor, ama mesela Venezuela’yı, Nikaragua’yı ve hatta Bolivya’yı pek ağızlarına almıyor, öyle canı gönülden savunmuyor. Onlara kapitalizm sınırları içinde, demokrasicilik oynayacak “solcu adaylar” lazım.

Oysa özellikle Latin Amerika halklarının uzun ve zorlu mücadele tarihi gösteriyor ki, seçimle iş başına gelen sol/sosyalist hükümet, ancak bir dizi kanlı çatışmadan, aralıksız emperyalist saldırılardan, iç savaş hamlelerinden geçerek yoluna devam edebiliyor.

Devrimci zor ve iç savaş süreci, nasıl başlarsa başlasın her devrimin geçmek zorunda olduğu ana uğrak olmaya devam ediyor.