Burjuva kampta işler yolunda gitmiyor. Çelişkiler yoğun ve derin. Kimi zaman kayıkçı dövüşü, kimi zaman aleni çatışma, kimi zaman her ikisi birden... Anlayacağınız “çarşı fena karışık”!

Tehditler ayağa düştü. Artık hükümetin “gazetecileri” burjuva muhalefet partilerini kapatmakla tehdit ediyorlar gazete köşelerinden! Barlas, CHP’nin ve İYİP’in HDP ile birlikte kapatılabileceğini söylüyor: “Yani bir parti, meşruiyetini kaybederse seçime katılabilir mi? ... Kemal Kılıçdaroğlu'na yöneltilen her ‘yalancı’ suçlaması veya İYİ Parti'nin her ‘küfürbaz’ milletvekili, meşruiyet sınırlarını zorluyorlar.” Bu kadar açık ve net!

Bunlar sadece bir gazetecinin “sayıklamaları” değil kuşkusuz. Dinci faşist iktidar, çeşitli bakanlar ve bizzat RTE’nin ağzından pek çok kereler burjuva muhalefeti alenen tehdit etti. “Bunlar daha iyi günleriniz” sözünü söyleyen bizzat RTE’nin kendisiydi. Kılıçdaroğlu Çubuk’ta linç edilirken, olayın ardında Bahçeli’nin ve RTE’nin gölgeleri barizdi. “Seçim de olsa iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz” diyen, Dışişleri Bakanı’nından başkası değildi. Dokunulmazlıkları kaldırmakla, hapse atmakla tehdit etmek, mevcut yönetimin sıklıkla başvurduğu şeylerdi.

Açıkçası dinci faşist iktidar, konumunu öyle kolay terk etmeyeceğini, iktidarı seçimle/sandıkla sessiz sedasız bırakmayacağını asla gizlemedi. Bu “acı gerçeği” hemen her fırsatta dile getirdi. Söylemekle kalmadı, 16 Nisan referandumunda da, 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de bizzat sokağa saldığı silahlı dinci çeteler vasıtasıyla hayata geçirdi. Keza iptal ettiği 7 Haziran seçimlerinden sonra Suruç ve Ankara Gar katliamları örneğinde, ne denli vahşi olabileceğini tüm dünyaya gösterdi.

Baskı ve zor, tehdit ve şantaj, burjuva siyasetin temel enstrümanlarındandır. Dinci faşist iktidar, sadece emekçi yığınlara karşı değil, her “kritik dönemde” burjuva muhalefeti kendi ardına hizalamak için de bu araçlara başvurmaktan çekinmedi. Yukarıda bahsi geçen gazete yazısı, bunun son, ama sonuncu değil, örneklerinden biridir yalnızca.

İşbirlikçi tekelcilik ve emperyalistler açısından mevcut haliyle düzenin devam edemeyeceği çok açık. Dinci faşist iktidarın kitle desteğinin erimesi, sürekli yoğunlaşan baskı ve saldırılar, korkunç bir yıkım gücüne sahip ekonomik krizle birlikte, “toplumsal patlama riskini” inanılmaz ölçülerde artıyor. Toplumsal devrime karşı büyük bir gaddarlıkla harekete geçme yeteneği nedeniyle emperyalistler ve tekelci burjuvazi tarafından sürekli desteklenen RTE ve dinci faşist iktidar, mevcut şartlarda, bastırmakla yükümlü olduğu toplumsal devrimin “ateşleyicilerinden” biri haline geldi.

İş sadece bununla sınırlı olsaydı, hiç kuşku yok, sermaye sınıfı ve emperyalistler kolaylıkla “ipini çekerdi” RTE’nin. Sistemin tüm günahlarını yüklenen bir keçi olarak salarlardı çölün ortasına! Fakat kazın ayağı öyle değil. Her şeyden önce, geniş yığınlar için umut haline gelebilecek bir burjuva figür veya parti yok ortalıkta. Burjuva muhalefet, onca reklama, propagandaya, mizansene, kayıkçı dövüşlerine rağmen bir çekim merkezi haline gelemiyor.

Bu şartlarda dinci faşist iktidarın “varlığı bir dert, yokluğu yara”dır emperyalistler ve tekelci burjuvazi açısından. Ne onunla yürüyebiliyorlar, ne onsuz dayanabilecek durumdalar. Tam bir açmaz!

Geniş yığınların sistem içi bir çıkışa dair umutlarının tümden kırıldığı bir toplumsal atmosfer hakim. Hiçbir burjuva güç, bir çekim merkezi haline gelemiyor. Emekçi kitlelerde köklü bir değişim istek ve özlemi somut arayışa dönüşüyor. Milyonlarca emekçi ve Kürt halkı açısından düzenden köklü bir kopuş eğilim ve yönelimi, içinde bulunduğumuz dönemin temel olgusudur.

Diğer taraftan, milyonlarca emekçi için mevcut iktidarın basit bir seçimle alaşağı edilemeyeceği, seçimlerin hilesiz olmayacağı gibi sonuçlarının da dinci faşist iktidar tarafından tanınmayacağı düşüncesi, yine bu dönemin temel olgusudur.

Özcesi, ne mevcut durumu sürdürülebilir haldedir, ne de sandık/seçim yoluyla düzen içi sancısız bir değişim umudu vardır. Son dönemde yoğunlaşan kayıkçı dövüşü ve gerçek çatışmaları koşullayan ortam budur.

Sermaye dünyası için temel mesele iç savaşı sermaye sınıfının zaferiyle bitirecek bir politik iktidar bulmaktır. Onun açmazı, bu amaca uygun, dinci faşist iktidardan daha uygun bir alternatifin şimdiye kadar ortaya çıkmamış olmasıdır. Ne “ben Kandil'i yerle yeksan etmezsem Kılıçdaroğlu demesinler” diye cahil adama, ne de “HDP'yi PKK'nin yanında konumlandırıyorum” diyen faşist Meral Akşener'in köksüz, MHP artıklarından oluşan İYİP'ine tam güven duyuyor. Yükselen birleşik devrimi bastırmak için, sadece devletin militarist güçleri değil, artık paralimilter faşist örgütlenmelere de ihtiyaç duyuyor sermaye sınıfı ve emperyalistler. İhtiyaç duydukları şeyin, dinci faşist iktidarın kendisinde olduğunu görüyorlar. Öte yandan emperyalist devletler, stratejik planları açısından ihtiyaç duydukları saldırgan gücü dinci faşist iktidarın karakter çizgisinde görüyorlar. En azından şimdilik, dinci faşist iktidarın arkasında durmalarının nedenini burada aramak gerek.

İşçi sınıfı ve emekçi kesimler açısından önemli olan şey, bir burjuva hükümetin yerini bir başka burjuva hükümetin, veya bir faşist gücün yerini bir başka faşist gücün alması değil. Kaldı ki, bu bile mevcut şartlarda öyle kolaylıkla olabilecek bir şey değil. Aslolan şey, burjuva faşist devletin ve bir bütün olarak sermaye egemenliğinin yıkılmasıdır. Tek sözle toplumsal devrimdir. Nasıl ki bütün emperyalistlerin ve burjuva sınıfların çıkarı bu devrimin engellenmesinde ise, bütün emekçi sınıfların, ezilen yoksul halkların çıkarı da birleşik devrimin zafere ulaştırılmasındadır.

Bu temel gerçeği işçi ve emekçilere bıkmadan, usanmadan tekrar ve tekrar anlatmak, bunu kökleşmiş bir bilinç haline getirmek, güncel devrimci görevimizdir. Çünkü kurtuluş, tam da buradadır, emekçi milyonların tıpkı Gezi’de olduğu gibi ayağa kalkmasındadır.