Teorik olarak kanıtlamaya gerek var mı? Tüm bir evrensel proleter mücadeleler tarihi sayısız örneklerine tanık. Burjuva sınıf, her kritik kavşakta kendi yasalarını, kendi hukukunu, kendi “demokratik haklarını” hızla bir kenara atar ve dizginsiz bir teröre yönelir.

Bu topraklar, uzak ve yakın geçmişimiz, bunun türlü çeşit örnekleriyle dolu. Türkiye tekelci burjuva sınıfı, onun örgütlenmiş egemenliği olarak devlet, süreklilik kazanmış bir terör merkezidir. En göstermelik “burjuva demokratik uygulamalar” bile, bu ülke kapitalizmi için ya hiç söz konusu olmadı, ya da çok istisnai bir durum oldu. Baskı, devlet terörü, emekçi yığınlara karşı şiddet ve vahşet ise, bu egemenliğin olağan biçimi olageldi.

Bunca baskı, bunca terör ve işkence işçi ve emekçilerin, ezilen halkların mücadelesini engellemeye, durdurmaya yetmez . Çünkü bizzat sistemin kendisi yaratmaktadır bu mücadelenin kendisini. Baskı ve zorla ortadan kaldırılması mümkün değildir.

Emeğin mücadelesi yükseldikçe ve buna bağlı olarak sınıflar savaşı sertleştikçe, burjuva düzenin o kanlı yüzü, yeniden ve yeniden daha sık görünmeye başlar. Kanlı Pazarlar, 1 Mayıslar, Maraşlar, Çorumlar, Sivaslar, Gaziler... sayısız siyasi suikastlar ve dizginsiz işkence!..

Türkiye ve Kürdistan işçi ve emekçileri, devrimcileri, mücadelelerini bu zorlu savaş ortamında yürütüyorlar. Bu toprakların devrimci mücadelesi, süreklilik kazanmış bir vahşete karşı kesintisiz bir şekilde sürdürülüyor. Bu, birleşik devrimimizin ne denli derin köklere sahip olduğunun kanıtıdır. Aynı şekilde, bu mücadelenin öncü güçleri olarak devrimcilerin ne kadar azimli ve kararlı olduklarının ifadesidir.

Bu şartlardan ötürü emekçi halklarımız, işçi ve emekçiler, en ağır bedelleri büyük bir metanetle karşılar. Dün alçakça katledilen Deniz Poyraz’ın anne ve babasının o mağrur direngenliği, bu mücadelenin yarattığı soylu yüce duyguların ifadesidir. Bu topraklar “çocuklarından doğan analar”ın diyarıdır. Kuşaklar boyu çocuklarını devrim yoluna feda eden emekçilerin toprağıdır.

Bu kadar ağır bedeller ödemeyi böylesine yiğitçe karşılayan halklar, asla teslim alınamazlar. Türkiye ve Kürdistan birleşik devrimi, zorlu mücadeleler sonucunda emekçi halklarımızı işte böyle yüksek değerlerle donatmayı başarmıştır. Birleşik devrimimizin en önemli kazanımlarından biri budur.

Ama bu ruh yüceliği, bu feda ruhu, zaferi elde etmeye yetmez. Kuşaklarını feda etmeyi bildiği kadar, onları korumayı da öğrenmek zorundadır devrim ordusu. Ölüme ve zindanlarla dolu ağır bedellere meydan okumayı bildiği kadar, düşmanını bertaraf etmeyi de başarmak zorundadır.

Hiç kuşku yok, birleşik devrim mücadelesinde “bir Deniz gider, binlerce Deniz gelir”. Tüm tarihimiz boyunca olduğu gibi, “bir gider, bin geliriz”! Fakat unutulmasın. Düşman zalim, acımasız, kurnaz. Muazzam ölçekte birikmiş olan servetinin ve devlet olarak örgütlenmiş olmanın avantajlarını kullanıyor birleşik devrime karşı. Uluslararası burjuva güçlerin deneyimlerini ve maddi birikimlerini kullanıyor. Onlardan destek alarak saldırıyor. Kendi hukuku yetmiyor, kaldırıp bir kenara atıyor... kendi yasalarını hiçe sayıyor. Ordu ve polisi yetmiyor, aşağılık kiralık katillerini de salıyor emekçilerin üzerine.

Asker, polis, bekçi, özel güvenlik, mafya, dinci faşist güruhlar, çete... hepsi devrede. Bu saldırı dalgası, bu baskı cenderesi nasıl kırılacak? Evet, elbette işçi ve emekçilerin kitlesel eylemleri, kitlesel devrimci şiddetin örgütlenmesi, sokakların emekçi kitleler tarafından ele geçirilmesi son derece önemli. Fakat düşmanın o muazzam baskısı, bu siyasal faaliyeti de akim bırakıyor sık sık. Bu cenderenin dışına çıkıp geniş kesimlerle buluşmasını engelliyor devrimci faaliyetin.

Burjuvazinin askeri-teknik üstünlüğü, muazzam imkanları var. Buna karşılık birleşik devrimin de olağanüstü zengin insan kaynakları var. Tek tek devrimcilerle uğraşabilir, onları zindanlara atabilir, fiziken ortadan kaldırabilir burjuva devlet. Ama halk deniziyle baş edemez, boğulur gider o denizin içinde! Asıl mesele, halk denizinin harekete geçirilebilmesinde, mücadeleye aktif bir şekilde kanalize edilebilmesinde.

Yanlış anlaşılmasın, yığınları hareket geçiren şey güçlü ajitasyonlar, parlak görüşler değildir. Bir sınıfın ve yığın olarak emekçi kesimlerin harekete geçmesi, bizzat kapitalist düzenin kendisinden kaynaklanır. İsyan ve öfke duyguları birikir, yayılır emekçiler arasında. Dönem ve süresi değişen patlama ve çekilme sarmalına sebep olur. Her dönem yeniden ve yeniden ortaya çıkan bu hareket, burjuva egemenlik aygıtının ağır saldırıları ile karşılaşır. Emekçilerin siyasal hareketi yoğun baskı altına alınır. Hareket sıklıkla atomize olur.

Devrimci zor, en çok bu dönemler için gereklidir. İşçi ve emekçilerin siyasal hareketinin önündeki engeller temizlenmelidir. Düşman, devrimci siyasal hareketi korku salarak engellemek için Deniz’leri öldürüyor. Birleşik devrimin enerjik güçleri de, tersten, karşı devrim güçleri üzerinde yıldırıcı bir etki yaratmak için harekete geçmeliler. Karşı devrim güçlerinin hareket alanını sınırlamak, işlevsiz hale getirmek başarılı bir devrimci siyasal faaliyet için olmazsa olmazdır. 70'li yıllar bunun sayısız örnek ve kanıtlarıyla doludur.

Tüm bunlara bir de devrimci güçlerin kendilerini korumaları gerekliliğini eklemeliyiz. Kiralık katil sürüsünün, kendini bilmez lümpen çetelerin vs. öyle elini kolunu sallayarak devrimcilere zarar veremeyeceğini tüm bu güçlere “kavratılması” gerek.

Devrimci şiddetin yaygın kullanım eksikliği kendini işte böyle hissettiriyor.