Bu düzenin iler tutar hiçbir yanı kalmadı. Çürüme, yozlaşma, çöküş, çözülüş... hepsi bir arada! Her adımda, düzenin temsilcilerinin her kapışma ve kavgasında ortalığa saçılan cürufun tahammül edilmez kokusu her yanı kaplıyor. Ve üstelik ortalığa saçılanlar, hasır altı edilenlerin yanında devede kulak.

Burjuva düzenin tüm kurumsal yapısı çöküyor, çözülüyor. En muteber burjuva kurumlarının emekçi yığınlar gözünde beş paralık değeri kalmamış durumda. Hukuk/adalet mekanizmaları çoktan tedavülden kalktı! “Asker millet” diye böbürlenenler, aynı “milletin” orduya güveninin dibe vurması karşısında şaşkın! Polis zaten hiçbir dönem sevilen/güvenilen kurum olmadı bu ülkede.

Dinci faşizm ipten kazıktan kurtulmuşlara bel bağladığından, akla gelebilecek her tür güruhu çevresine topladı. Kendisi bizzat bir suç şebekesi olarak çalışıyor. Mafya, iktidar aygıtının sadece basit bir aparatı olmaktan çıktı; dinci faşist iktidarın ve faşist devletin kendisi bizzat bu aparata dönüştü. Toplum dizi film izler gibi mafya çetelerinin ifşaatlarını izliyor.

Tüm düzen partileri, hükümeti de muhalefeti de, eriyor. Kişileri, siyasi liderleri katbekat aşan bir çözülme, çürüme ve dağılma ifadesidir tüm bunlar. Çürümenin ve dağılmanın bu düzeye gelişi, birleşik devrimin nesnel gücünün göstergesidir. Bu gerçeği bilince çıkartıp ona göre hareket edilmediğinde, devrimin baskısıyla burjuva dünyada meydana gelen çürüme ve dağılma, tüm topluma yayılır. Tüm bir toplumu çürütür.

Bütün toplumsal göstergeler, bu çürütücü bunalımdan devrim yoluyla çıkışın yakıcı bir sorun haline geldiğini gösteriyor. Bunalım her geçen gün olgunlaşıyor. Geniş yığınların sistem dışına kendiliğinden kayması somut bir olgu olarak yaşanıyor.

Sosyal reformistlerin ve uzlaşmacıların bir türlü farkına varamadıkları gerçek budur. Fakat emekçilerde genel bir düzeye ulaşan çıkışsızlık hissi, düzen içi çıkış umudu yaymaya çalışan bu çevrelerin güçlenme koşullarını ortadan kaldırıyor.

Emekçi sınıflar önce kopkoyu bir umutsuzluk ve çıkışsızlık batağına saplanıyorlar. Geçim derdi, gerçek açlık ve intiharlar artıyor. Artık on milyonlar halinde her şeyini yitirmiş durumda işçi ve emekçiler. Kaybedecek hiçbir şeyleri kalmadı. Milyonlarca yoksulun barınma dışında hiçbir temel ihtiyacını karşılayamadığından yakınması anketlere yansıyor. Kaybedecek şeyi olmayanların korkacak bir şeyleri de kalmaz. Milyonlarca emekçiyi bu düzene bağlayabilecek hiçbir zincir de kalmadı. Krizin yarattığı yıkım, tüm o bağları bir çırpıda kopartıp attı!

Hiçbir toplum, hiçbir sınıf, umutsuzluk yüklü bir durumu sürgit devam ettiremez. Sürekli bir umutsuzluk tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Bir toplumun ayakta kalabilmesi için geleceğe dair düşleri, umutları olması gerekir. Karanlığın en koyu olduğu anın gün doğumun hemen öncesi olması gibi, umutsuzluk söylemlerinin, ölüm ve açlık kelimelerinin, geleceksizlik hissinin en yoğun olduğu aşama da, emekçi sınıfların ölümüne bir kararlılıkla ileri atılmalarının eşiğidir.

Bu nokta, sıçramanın gerçekleşeceği noktadır. Kaybetmekten korkacağı bir şeylerin kalmadığı nokta, korkudan cürete, umutsuzluktan isyan ve gelecek düşlerine sıçramanın gerçekleşeceği noktadır. Türkiye ve Kürdistan emekçileri artık bu aşamaya gelmiştir. Toplumun bütün emekçi ve yoksul kesimleri için durum budur. İşçiler uzun süredir hareketin en önüne geçmekte.

Birleşik Mücadele Güçleri bu olağanüstü koşullarda etki alanını genişletiyor. 1 Mayıs sürecinde yürüttüğü faaliyet, kavganın içinde, en öne geçmek için ortamın ne denli hazır olduğunu kanıtlıyor. Bu muazzam kopuş dinamiği, bu kabına sığmaz öfke, emekçilerin karşısına devrim programıyla çıkmayı şart koşuyor. Şimdi bu bilinçle kavga bayraklarına doğrudan devrimin şiarlarını yazmak gerek. Devrimin şiarlarının, dolu dizgin gelmekte olan bu çarpışmada emekçi yığınlar tarafından sahiplenileceğine kuşku duyulmasın.

İsyan çığlığının meydanlarda yankılanacağı, karanlığın yırtılacağı an çok yakın. Çığ koptu geliyor!