Şu devrimciler, her konuyu yoksullardan yana anlatmayı pek seviyor. Yok neymiş biz işçileri şöyle çok sömürüyormuşuz, yok neymiş biz onları böyle çok sömürüyormuşuz. Sanki onların kafasına silah dayamış ve bedavaya çalıştırıyoruz. Her şey için bizi suçlamak kolay tabi... Neymiş işçiymiş, neymiş emekçiymiş, neymiş halkmış zaten bu dünyadaki en önemli şey bu saydıklarım ve onların hakları... Sanki biz, o yoksul, o emekçi, o proletaryanın ne yapmak istediğinin farkında değiliz.
Bir kaybetme hikayesidir bu. Işıltılı altın varaklı, elmaslarla süslü, süslenmiş ama içi çürümüş, içi küf tutmuş, içi rezil hayatla da dolu dünyanız; militarizmle, faşizmle, devlet terörüyle ayakta kalan bu koca koca devletleriniz şimdi dipten gelen dalgaların en muhteşem tsunamisinin önünde bir fındık kabuğundan daha güçlü değil.
Göbels propagandasının bel kemiğini oluşturan ana unsur yalandır. Çöken ekonomi, bitmiş siyasal araçlar, her gün daha da kötüleşen yaşam koşulları ve diğer her türlü olumsuz gelişme bu propagandayla başta gözlerden kaçırılır, gizlenir; ama bu olmuyorsa o zaman tam tersiymiş gibi yansıtılır.
Tabi ki bizler bilinçli tv izleyicileri, duyarlı takipçiler, dikkatli site, gazete okurlarıyız. Yani cahil değiliz ve haliyle biz de bu ön kabule dayanarak, bu bilinçli yanımıza sesleniyoruz. İşte, yine haberler yüzünden çok duygulandık değil mi? Annemizi, sevgilimizi, kızımızı, kız kardeşimizi düşündük; “ya katledilen kadınlardan biri olsalardı” diye nasıl da korktuk. Yalan yok, gözlerimiz de doldu; kimimiz bunu zapt etti. Kimimiz edemedi ve gözyaşlarımız aktı yanaklarımıza doğru... Kınadık da bu alçak kadın katillerini. Sonra dayanamayarak bu ağır haberlere, bu haksızlıklara bu suçlara, sonu gelmeyen bu katliama dayanamayarak kanalı değiştirdik!..
Bu sayı yazmasam da olur. Üstelik ne içimden geliyor ve ne de aklımda yazacak bir konu var. Hem yoldaş, başyazar olarak kesin güzel bir yazı yazmıştır. Zaten onun yazısı tek başına yeter bile, yani ben yazmasam da olur!