Şu Tabipler Birliği ve hatta şu Sağlık Emekçileri Sendikası'na ne demeli? Yok bilmem kaç üyeleri, kaç doktor, kaç hemşire, kaç sağlık emekçisi koronadan ölmüş. Ne var yani ne olmuş!

Bu, madencilerin göçüklerde ezilerek, su baskınlarında boğularak, yangınlarda diri diri yanarak ölmesi gibi; bu, işçilerin fabrika kazalarında ya da şantiyelerde çöken iskeleler yüzünden acılar içinde can vermesi gibi; bu, rantiyecilerce dere yatağına bile bile yapılmış evlerde yaşayanların sel sularıyla yok olup gitmesi gibi; bu askeri mayınlarla parça parça parçalanarak ölen Kürt çocukları gibi, bu zırhlı araçların caddelerde canlara kıyması gibi, bu kadınların her gün kurşunlanarak, bıçaklanarak, boğazlanarak öldürülmesi gibi doğal! Kıyametler koparmanın manası yok; çünkü bu ülkede yaşamanın fıtratında ölmek var. Herkes de çenesini kapatarak, kuzu kuzu ölmesini bilecek!..

Korona! Aslında konuşmayı hiç istemediğimiz halde, şu “şer odakları” yüzünden sürekli konuşmak zorunda olduğumuz konu. Ama neyse ki bu defa içimizi karartacak bu konudan değil de, onunla birlikte gündeme daha da sık gelen şu “komplocu”, “art niyetli”, “terör yardakçısı”, “bölücü”, “vatan haini” ve tabi ki en yüksek mertebeli düşmanlaştırma kişisiyle sıfatlandıracağımız, “terörist” Tabipler Birliği hatta Sağlık Emekçileri Sendikasından bahsedeceğiz. Daha doğrusu onların yaptıklarından.

Her fırsatta huzurumuzu bozuyorlar. Hem de yıllardır. Mesela on yıl önce tutup Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde bir araştırma yaparak bu topraklardaki en yüksek kanser oranının bu ilçede olduğunu ispatladılar; hatta bununla kalmayıp filtresiz fabrika bacalarının dumanlarının havayı, arıtmasız atık sularınında toprağı ve içme sularını zehirle doldurduğunu belgelediler. Bu rapora göre, emziren annelerin sütünde olması gerekenden kat be kat fazla demir, hiç olmaması gereken kurşun ve birçok kimyasal toksin vardı. İyi de ne olmuş, toksin varsa var; altı üstü bebekler ölecek, altı üstü körpecik, masum, hiç lekesiz bebeler!... Fabrikaları kapatsak ya da üç beş bebek için milyonlar harcayarak bacalara filtreler atık sulara arıtma tesisatı mı yapacağız!? Hem üzülmemize gerek yok ki; zira bebekler ölünce direk cennete gidiyor. Tabipler Birliği’nin tek amacı, ortalığı karıştırmak. Hepsi “vatan haini!”

Bu Tabipler Birliği ve SES’in üyelerinin çoğu zaten solcu, Kürt hatta içlerinde düpedüz komünist olanlar bile var! Ne bekliyoruz ki, tabi ki ortalığı karıştıracaklar. Neymiş, koronadan resmi rakamlarla belirtilenden çok daha fazla insan ölmüş. Ne yani gerçeği bilince milletin eline ne geçiyor; sanki gerçeği bilince ölmeyecek miyiz. Fakat bunların niyeti başka; sırf moralimizi bozmak ve “uçuşa geçen ekonomimiz”i çökertmek için yapıyorlar. “Bozguncu” hepsi, hepsi “terörist” işte!.. Ayrıca hem SES’in hem de Tabipler Birliği'nin üyelerinin çoğu kadın. “Kız çocuklarını okutunca” işte böyle solcu asi “terörist” olup çıkıyorlar. Oysa on dördünde evlendirsek evde oturup çocuk yapıp, kocalarına hizmet etseler kötü mü olurdu!...

Ayrıca, kutsal liderimiz halk paniklemesin diye bilerek rakamların düşük gösterilmesini emretmiş olamaz mı? Her şeyin altında bir art niyet neden arıyorlar ki. Halk öfkelenerek ayaklanıp devrim yapsa daha mı iyi? İyi niyetle yalan söylemenin neresi kötü; ama yok ille de kötü tarafından bakılacak. Oysa bakın liderlerimiz nasıl da çok çalışıyorlar. Gidip ta Çin’den aşı getirdiler, üstelik bizim için. Üstelik neredeyse sıfır, üstelik neredeyse hiç denenmemiş! Şimdi de Avrupa’dan aşılar getiriyorlar. Eğer bu liderlerimiz olmasaydı bunca aşı önce fareler üzerinde denenecek ve ziyan edilecekti. Hadi buna da eleştirecek bir şey bulun!

Belki veya kuvvetle muhtemeldir ki buraya kadar yazılanlara itiraz edilecek ve birkaç faşist dışında kimsenin böyle düşünmediği ileri sürülecektir. Tamam o halde bu itirazı kabul ediyoruz. Peki şimdi ne olacak, bir yalana, yalan olduğun bile bile inananların kendilerine karşı ne derece dürüst olduklarını sorgulamalarını mı bekleyeceğiz? Ya da daha önemlisi; bu yalana, bu yalanlara inanmamızı söylen o sahtekar çetesi o, can düşmanlarımıza karşı ne yapacağımızı konuşacak mıyız? Evet! Demek çok tehlikeli olacağı için biz tüm bu berbat, acınası durumumuzun bilincinde olduğumuz halde tüm öfkemizi “bölücü” hekimlere yansıtmayı seçebilir miyiz?

Neden olmasın! Ne zaman bir şeyler olsa çıkıp doğruları söylüyorlar. Bu sinir bozucu! Hele de bunu faşizmin kurumsallaştığı bir yerde, doğrularla ve bir bedel ödemeden yaşayamayacağımızdan habersizmişçesine yapmıyorlar mı, işte o an gerçeğin tokadıyla korkaklığımız tescillenmiş oluyor.

Oysa her şey ne kadarda güzel ayarlanmıştı. Pandemi boyunca kapitalist çarklar döndü (ve dönüyor). İşçiler yan yana çalışırken koronaya yakalanarak can verdi (ve veriyor; ama hala ayaklanmıyorlar)! Üstelik zenginler azalarak daha da zenginleşirken, fakirler çoğalarak daha da fakirleşti. Faşistlerin hakkını teslim edelim: Ne güzel ölüm sayısı 15-16’ya kadar düşürülmüş ve biz de rakamların yalan söylemeyeceğine inanmak istemiştik. Öyle ya, siz hiç 10 gibi davranan 9, 15 numarası yapan 118 gördünüz mü?

Ne güzel bir algı yönetimi vardı. Ölüler sessiz sedasız siyah siyah poşetlere konuyor; kara kara çukurlara gizli gizli gömülüyordu. Hem de hepimizin gözlerinin önünde. Sonra bu hekimler ve sağlık emekçileri çıkıp “rakamların yalan söylediğini” açıklayarak ispatladılar. Meğer faşistlerin iki çarpı ikisi dört etmiyormuş. Meğer gizli gizli siyah poşetler de kara kara çukurlara “zatürreden”, “diş iltihabından” ya da ne bileyim “tırnak batmasından gömülüyormuş. Biz basbayağı enfekte olmuş koronalı ölümlerdeymişiz! Ey “şer odağı”, “terörist” hekimler ve sağlık emekçileri niye uyandırıyorsunuz bizi bu ölüm uykusundan. Neden çabalıyorsunuz! Hem de “böylesine günlerde, tanımı imkansız bu suskuyla ölenler yaşamayı ne kadar hak ediyor ki; dövüşmek varken böylesine susanlara ne denir ki!...” bile demeden...

Çünkü;

Umut var! Susan yüreklere inat, boyun eğen bilinçlere inat! Umut var umut; asi ve her yanlışa bilimle, zekayla insana dair güzel olan ne varsa hepsiyle kafa tutan!...

Belki

Duyarsınız umutla karşı çıkanların sesini. “Hayat denilen kavgaya” girip “çelik adımlarla yürüyenleri”. Uslanmaz yüreklerin 200 yıllık susmayan marşını: “Uyan artık uykudan uyan ey esirler dünyası!”

Ya da

Duymazdan gelir ölürsünüz, siyah siyah poşetlere, kara kara çukurlara, gizli gizli definlere! Yani ya ölmeye devam ya dövüşenlere selam.

Kalpleri, doktor Ernesto Che Guavera gibi umutla, inançla isyanla çarpan her bir sağlık emekçisine selam olsun!

“#Sesimizi duyan var mı? Ölüyoruz” Tabipler Birliği 20 Eylül tarihli paylaşımı...

Kenan Kızıl