Çok değil, birkaç gün önceydi.

Polis, muhtemelen özel polis timleri eşliğinde, sabahın köründe, Diyarbakır merkezli, tamı tamına yirmi bir ilde evleri, büroları, işyerlerini basarak yüz yirmi altı kişiyi gözaltına alıyor. Türkiye ve Kürdistan güne işte bu haberle uyanıyor.

Gözaltına alınanlar arasında hangi meslekten insanlar yok ki! Gazeteciler, avukatlar, HDP ve Yeşil Sol Parti'den yöneticiler, bazı demokratik kurumların kimi yöneticileri...

Elbette, bütün operasyon gözaltına alınanlardan ibaret değil. Savcılar, gözaltına alınanlar dışında yüz kişi hakkında daha gözaltı kararı çıkarmışlar. Bulduklarını gözaltına alacaklar. Bu arada şu satırlar yazıldığı sırada dört gazetecinin; Abdurrahman Gök, Beritan Canözer, Mehmet Şah Oruç ve Remzi Akkaya'nın tutuklandıkları haberi medyaya düştü.

Ama konumuz bu değil. Bunlar biliniyor ve internet medyası üzerinde kolaylıkla takip edilebiliyor. Konumuz, uzlaşmacı küçük burjuva parti dahil, istisnasız tüm sosyal reformist partilerin ve onları titizlikle takip eden hareketlerin hararetle destekledikleri gerici-faşist “Millet İttifakı”nın adayı Kılıçdaroğlu ve ekibidir.

Türkiye ve Kürdistan güne yukarıda ana hatlarına işaret etmekle yetindiğimiz, uzlaşmacı küçük burjuva parti yöneticilerinin “darbe” dedikleri operasyon haberiyle uyanırken Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş'lı ekibiyle birlikte Eskişehir'de bir mitingdeydi.

“Demokrasi”den az çok nasibini almış birinin, hele de “burjuva muhalefet lideri”nin dinci faşist iktidarın bu “darbe”si karşısında ortalığı ayağa kaldırmasını beklersiniz değil mi? Aynı tutum, Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda onun yardımcısı olması kesin olan Mansur Yavaş'tan da beklenir değil mi?

“Demokrasi” adına tutum almalarından vazgeçtik, seçimlerde kendilerini canla-başla destekleyen insanların dinci faşist iktidarın talimatıyla polis tarafından gözaltına alınmalarını protesto etmeleri beklenir değil mi?

Ortalığı ayağa kaldırmak ya da protesto etmek şöyle dursun, gözaltılardan tek sözcükle bahsetmedikleri gibi, MHP'den devşirme Mansur Yavaş güya dinci faşist iktidara yüklenirken bakın kime ne mesajlar veriyor:

“ 'Biz gidersek ülke bölünür.' Bu ikiyüzlü bir siyasettir. Bu ülkede bebek katilini cezaevinden çıkaracak hiçbir güç yoktur. Bu ülkede eli kanlı teröristleri afla çıkaracak hiçbir güç de yoktur.”

Bu faşist kırmasının meydan okumasına verilecek yanıt çok ama konumuz değil. Dikkat çekmek istediğimiz, bila istisna, tüm sosyal reformist partilerin, oportünistlerin emekçi halklara “demokrasi” getirecekler diye yutturdukları adamların niteliğidir.

İki ülkenin emekçi sınıflarının, ezilen halklarının oylarıyla seçilmeleri halinde Kılıçdaroğlu ile birlikte yönetimi paylaşacak olan İmamoğlu'na, Davutoğlu'na, Babacan'a, Karamollaoğlu'na, Akşener'e değinmiyoruz bile.

Fakat aynı mitingte konuşan Kılıçdaroğlu'nun vaatlerine değinmeden geçemeyiz. Zamanında Kandil'i yerle yeksan etme sözü vermiş olan bu adam, Türkiye'nin işgali altında bulunan Suriye ve Rojava toprakları hakkında şu vaatlerde bulunuyor:

Bizim çocuklarımız iş bulamıyor. Suriyeli kardeşlerimizi en geç 2 yıl içerisinde, ırkçılık yapmadan, kendi ülkelerine göndereceğiz. Yollarını, okullarını, kreşlerinin hepsini AB fonlarıyla yapacağız.”

Aynen böyle! Kılıçdaroğlu, yönetime gelmesi halinde işgal ettikleri topraklardan çekilmek bir yana, babasının malıymış gibi, işgal topraklarında yollar, okullar, kreşler yapacağını, oraya da “Suriyeli kardeşler”ini yerleştireceğini vaat ediyor.

Çok açık konuşuyor Kılıçdaroğlu! Dünyanın dört bir tarafından toplanmış dinci faşist tosuncukları, aralarında Suriyeli dinci faşist çeteler de olacak şekilde, Afrin'e Cerablus'a, Tel Abyad gibi işgal altındaki topraklara yerleştirecek; yerinden-yurdundan edilmiş Kürt ve Arap halklarının mallarına, topraklarına çökülecek ve böylece demografi değiştirilmiş olacak.

Bu, tıpkı Hatay'ın ilhakında yaptıkları gibi, işgal edilmiş toprakların ilhak edilmesinin alt yapısının hazırlanmasıdır. Dinci faşist iktidar, “Briketten evler”, “Bahçeli evler” projesiyle bu alt yapıyı hazırlamak için yıllarca didindi durdu. Posta idaresi kurdu, Üniversite kurdu, Türk parasını geçerli para olarak tedavüle soktu vb vb.

Sosyal reformist partilerin, “bir oy bana, bir oy Kemal'e” sloganıyla emekçi halkların oylarıyla seçtirmeye çalıştıkları Kılıçdaroğlu ve avenesi, dinci faşist iktidarın oluşturduğu yapıyı dağıtma ve askerlerini işgal edilmiş topraklardan çekme sözünü vermek yerine, o yapıyı pekiştirecek adımlar atmayı vaat ediyor.

Bizim sosyal reformist partilerle oportünist hareketlere gelince onlar, hiç “utanma sıkılma” nedir bilmeden, “bir oy bana bir oy Kemal'e” diye tezahürat yapmaya devam ediyorlar. Emekçi halklar, yoksul kitleler bu durumu “ar damarı çatlamış” diye tarif ederler.

Kemal'in hakkı Kemal'e! Dinci faşist yönetimin Afrin, Serekaniye başta olmak üzere Suriye, Rojava ve K. Kürdistan topraklarına yaptığı her işgal hamlesine Meclis'te onay vermiş; “Kandil'i yerle yeksan etmezsem...” diye söz vermiş olan Kılıçdaroğlu çizgisinden milim sapmış değil.

Ama yine aynı soruya geliyoruz: Şu sosyal reformist partiler, uzlaşmacı küçük burjuva parti, bir o yana bir bu yana sallanıp duran oportünist hareketler gerici-faşist “Millet İttifakı”nın adayını yönetime taşımaya çalışmaktan başka ne yapabilirlerdi? Yanıt aynı: Hiçbir şey!

Birleşik devrimin güncel ve tek yol olduğu koşullarda devrimden yüz çevirmenin kaçınılmaz sonucudur bu.

Emeğin iktidarını bir devrimle kurmak mücadelesini ertelersen, burjuvazinin bir kanadını iktidara taşımanın kaldıracına dönersin!