Derin bir bunalım içindeki kapitalist bir ülkede -ki şimdi emperyalist ülkeler dahil, bütün kapitalist ülkeler derin bir bunalım içinde- bir halk ayaklanması ne zaman patlak verir?

Bu sorunun yanıtı yok. Hiç kimse bir halk ayaklanmasının patlak vereceği tarihi önceden bilemez, söyleyemez. Ama bu sözlerimiz, halk ayaklanmasıyla ilgili her şeyin belirsizlik olduğu anlamına mı gelir? Hayır.

Derin bir kriz içindeki kapitalist ülkede tam, hatta yaklaşık tarih verilemese de, burjuva toplumu yıkacak ya da en azından derinden sarsacak bir halk ayaklanmasının, bir halk devriminin belirtilerini görüp tespit etmek, halk ayaklanmasının ayak seslerini duymak, sezmek mümkün.

Sri Lanka halk ayaklanması aniden patlak verdi ve oldukça kısa bir zaman aralığında Devlet Başkanlığı; Başbakanlık gibi sistemin temel politik kurumlarını ele geçirebilecek düzeye ulaştı. Bugün hala süren İran halk ayaklanması da öyle.

Mahsa Amini'nin katledildiği 16 Eylül'den bir gün önce, 15 Eylül'de birileri çıkıp “yarın İran'da bir halk ayaklanması çıkacak” deseydi o kişiye mutlaka akıl hastanesine kapatılması gereken bir deli ya da şarlatan gözüyle bakılırdı. Mahsa Amini'yi gözaltına alanlar, onu katledenler bile böyle bir ayaklanmayı akıllarının ucundan dahi geçirmemişlerdir.

Ama sonuçta Mahsa Amini katledildi ve bu katliama karşı başlayan protesto eylemleri çok kısa bir sürede, bir kaç gün içinde gerçek bir halk ayaklanmasına dönüştü. Altı gün gibi kısa bir zaman zarfında o çok güçlü, çok korunaklı görünen dinci diktatörlük ayaklanmacılar karşısında bazı kentlerden asker ve polisini tümden çekmek zorunda kaldı.

Bütün bunlardan şu basit ama bir o kadar da önemli sonuç çıkar: Kapitalist bir ülkede düzen derin bir bunalım içinde ise; sınıflar arası çelişki çok derinleşmiş, çatışmalar artmış, kitleler artık eskisi biçimde yaşamak istemediklerini açıkça ifade ediyor, devletin baskı ve terörüne, açlık ve sömürüye, hayat pahalılığına daha fazla katlanamayacak noktaya gelmişlerse, orada bozkır kupkuru hale gelmiş demektir. En ufak bir kıvılcım bu bozkırı tutuşturabilir. Bilinmeyen nokta, hangi kıvılcımın bu yangına yol açacağıdır.

Bu bilinmediğine ve önceden hiç bir şekilde bilinemeyeceğine göre, yapılacak şey, yangına her an hazır olmaktır.

Devrimci komünistler için ayaklanma başlı başına bir amaç değildir. Ayaklanma, hareketi burjuva egemenliği yıkan bir toplumsal devrime kadar yükselterek siyasi iktidarı burjuvaziden almanın en önemli aracıdır. Leninistler için ilk hedef ayaklanan emekçi sınıfı, yoksul kitleleri, ezilen halkları burjuva egemenliği yıkacak ve politik iktidarı ele geçirecek noktaya kadar ileri götürmektir. Ayaklanmanın zafer kazanıp kazanmadığının ölçütü, burjuva egemenliğin yıkılıp politik iktidarın işçi sınıfı ve devrimin diğer toplumsal güçleri tarafından ele geçirilmesidir.

Bu hedefe işçi sınıfı ve devrimin diğer toplumsal güçleri kendiliğinden ulaşamazlar. Bu noktada devrimci komünist partinin öncülüğü yaşamsal bir rol oynar.

Bu devrimci komünist öncü Leninistlerden başkası değildir. Bu bir iddia değil, nesnel bir gerçekliktir. Türkiye ve Kürdistan'ın neredeyse tüm sosyal reformist parti ve örgütlerini bir araya getiren iki ittifakın gerçek amacı, burjuva partilerin bir kesimini iktidara taşımaktır. Bugüne kadar bu konu üzerinde yeterince durduk.

Biraraya gelen sosyal reformist parti ve çevrelerin dışındaki parti ve örgütler de gerçekte onların ayak izlerinde yürümekten başka bir şey yapmıyorlar. Bütün bunlardan ayrılan ve devrim çizgisini, devrimci komünist politikayı temsil eden tek güç olarak Leninistler kalıyor geriye. Bu anlamda “devrim biziz,-biz devrimiz” sloganı şimdi her zamankinden fazla anlam ve önem kazanmıştır.

Ancak, çok bilinen bir gerçeği tekrar hatırlatmakta yarar var: Ayaklanmada öncülük kimse tarafından bahşedilmez. İşçi sınıfı, emekçiler, yoksul ezilen kitleler Leninistlere “gelin bize öncülük edin” demezler, demeyecekler. Devrimci sınıf politikalarına sahip olmak öncülüğün ilk ve temel koşuludur ancak ilk ve son koşulu değildir.

Öncülük, çalışmayla, mücadeleyle, bedel ödeyerek kazanılır. Öncülük, devrimci kitle mücadelesinde, grevlerde, kitlelerin eylemlerinde, Leninist politikanın kitlelere taşınmasında öne çıkmakla kazanılır.

Birleşik devrimimizin en önemli sorununun bir güç odağı oluşturmak olduğuna daha önceki yazılarımızda işaret etmiştik. Birleşik devrimin bu sorunu hala çözülmüş değil. Sorunun özü, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul kitlelerin bir ayaklanma anında gözlerinin içine bakacağı bir devrimci merkez yaratmaktır.

Sosyal reformist ve uzlaşmacı parti ve çevreler, parlamento için, seçimler için, seçimlerde burjuva sınıfın bir kanadını yönetime taşımak için, kendilerince iki “merkez” oluşturdular. Biri “Sosyalist Güç Birliği”, diğeri “Emek ve Özgürlük İttifakı” olan bu oluşumların tek amacı, “yetmez ama evet” politikasıyla RTE'nin yerine yine burjuvazinin bir başka adamını emekçi sınıfların kendisine seçtirip yönetime getirmektir.

Böylece, burjuva sınıfla uzlaşmanın merkezleri ortaya çıkmış oldu. Buna karşılık birleşik devrimin böyle bir odağının oluşturulması ve güçlendirilmesi günün en acil ihtiyaç ve görevidir henüz oluşturulmuş değil. Oysa birleşik devrimin en acil ihtiyacı budur. Böyle bir odağın oluşturulması en başta ve şimdilik yalnızca Leninistler tarafından omuzlanabilir.

Şu soru sorulabilir: Leninistler böylesi zorlu bir görevi tek başlarına yerine getirebilirler mi? Bu soruya tereddütsüz “evet” yanıtı veriyoruz ve ekliyoruz: Leninistler bu görevi yerine getirmek zorundalar aynı zamanda.

Lenin'in “böyle bir parti var” yanıtını aklımızdan çıkarmamalıyız. Yaşam bizden yana. Yaşam, burjuvaziyle uzlaşmaya çalışanların tarafına değil, burjuva egemenliği bir devrimle yıkmak için mücadelenin tarafına akıyor ve o tarafta, en azından şimdilik, sadece Leninistler var.

Tam da bu nedenle, şimdi öne çıkmanın zamanı. Leninistler, her kitle hareketinde, her devrimci eylemde, işçi eyleminde, yoksul kitlelerin devlete karşı başkaldırılarında, yaşamın her alanında iddialı biçimde ve ısrarla öne çıkmalılar. Burada “alçakgönüllülüğe” yer olmamalıdır. Son bir kaç aylık mücadele süreci bunu yaptığımızı ve yapabileceğimizi bize fazlasıyla gösterdi. Şimdi mesele, bunu son derece bilinçli biçimde, olayların akışışa bırakarak değil, ama tarihsel misyonun bilinciyle yerine getirmektir.

Bu büyük ve tarihsel görevin yerine getirilmesi için ajitatörlere, özellikle kadın ajitatörlere ihtiyacımız var. Leninist kadınlar, mücadelenin her alanında öne çıkmalılar. Kadınlar, koşulları her gün daha fazla olgunlaşan ayaklanmada büyük rol oynayacaklar. İran, Sudan ayaklanmaları, şimdi Lübnan'da bir kez daha mayalanan ayaklanma, emekçi, yoksul kadınların devrimde nasıl temel bir rol oynayacaklarını gösterdi. Türkiye ve Kürdistan'da farklı olmayacak; işçi, emekçi, yoksul kadınlar ayaklanmanın sürükleyici gücü olacaklar.

Devrimin ihtiyaç duyduğu ajitatör kadınlar, işçi, emekçi, yoksul kitlelerin saflarında fazlasıyla mevcut. Bütün sorun onlara kendilerini gösterebilecekleri, ortaya koyabilecekleri fırsatı vermektir. Leninistler bunu yapabilir ve yapmalılar. Bunun için gece-gündüz, yorulmak nedir bilmeden çalışmak gerektiği doğrudur. Bu anlamda kaybedecek, boşa geçirecek bir saatimiz bile yok.

Şimdi Leninist kadınların, devrimci öncü işçilerin öne çıkma zamanıdır!