Savaştaki bir devlet, aynı noktayı tekrar tekrar neden bombalar ve örneğin bir kilometre başına otuz üç ton bomba yağdırır? Sadece, düşmanı yok ettiğinden emin olmak için mi? Elbette değil.

Bir kilometre başına bir ton, yani bin kilo bomba, o alanda yaşayan her canlıyı yok etmeye yetmez mi? Yani metrekare başına bir kilo bomba!

Siyonist İsrail'e yetmemiş ve halen yetmiyor. Kilometre kare başına bir değil, otuz üç kilo bomba yağdırması da yetmiyor, Filistin topraklarını bombalamaya devam ediyor. Son gelen haberlere göre, şimdiye kadar, kilometre başına otuz üç kilo bomba yağdırmış; vahşetine devam ediyor.

Şüphesiz bu ruh hali, savaş kararlılığı ile açıklanamaz. Bu ancak korkudan dehşete kapılmış birinin ruh haliyle açıklanabilir. Hükümeti ve ordusuyla, istihbaratıyla, tüm kurum ve kuruluşlarıyla İsrail devletinin halet-i ruhiyesi budur.

Ancak bunu görmüş olmak tüm tabloyu açıklamaya yetmiyor. Siyonist İsrail'e ve faşist hükümetine bu vahşeti görerek ve bilerek, sınırsız destek veren emperyalist hükümet ve devletlerin de aynı ruh hali içinde olduklarını görmeliyiz.

Çıldırmış gibiler. Siyonist İsrail ve faşist hükümetine sınırsız askeri, mali destek vermekle kalmıyorlar, kendi topraklarındaki antisiyonist her türlü gösteriyi, Filistin bayrağı taşımayı, İsrail'i protesto etmeyi yasaklıyor; kendi yasalarında olmadığı halde, insanları zindanlara atmakla, sınır dışı etmekle tehdit ediyorlar.

Bu, korkudan dehşete düşmüş, varlığını sınırsız bir saldırganlıkla korumaya çalışan birilerinin ruh halidir. ABD-İngiltere-Fransa-Almanya'dan akla gelebilecek tüm emperyalist hükümet ve devletlere kadar hepsinin ruh hali budur.

Aslında, faşist Dışişleri Bakanı, yaşadıkları korkuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyin toplantısında şu sözlerle itiraf etmişti:

“İsrail için bu bir hayatta kalma meselesidir. Özgür dünya 7 Ekim'de yaşananları hatırlamalı, asla unutmamalıdır. Bugün bu barbar terör İsrail'i vurdu, yarın ise herkesin kapısına dayanacak. Bu hayal gücünün ötesinde yaşayan bir kabus. Medeni dünya Hamas'ı yenmek için İsrail'in arkasında birleşmelidir. Sırada Batı var, bize dayatılan savaş sadece İsrail'in savaşı değildir.”

Evet, yaşadıkları korku, ancak böyle tarif edilebilir: “Hayal gücünün ötesinde bir kabus”. Küçücük Gazze'yi Hiroşima'ya atılan atom bombası gücünde bir bombardımana tabi tutmaları; emperyalist hükümetlerin istisnasız tümünün siyonist İsrail'e sınırsız destek verip arkasında durmaları ancak bu korkuyla açıklanabilir.

“Aksa Tufanı” Filistinli savaşçıların başlattıkları bir savaş mı? Bir yanıyla öyle. Fakat savaş kavramı, gelişmenin gerçek ve tüm içeriğini yansıtmada yetersiz kalır. Gerçekte durum iki güç arasındaki bir savaşın ötesinde bir halkın düşmanı gafil avlayan ani silahlı ayaklanmasıdır. “Aksa Tufanı”nın arkasında, emperyalist basın sadece Hamas'ı gösterse de, 7 Ekim savaşı, gerçekte ezilen, toprakları işgal edilmiş, her gün işgalci devletin zulmü altında inleyen Filistin halkının intifadasıdır.

Ayaklanma ya da intifada, iki silahlı güç arasındaki savaştan farklıdır. Ezen, egemen güç bir halkın ayaklanmasında geçici, ileride kendini toparlayıp tekrar saldırıya geçebileceği bir yenilgi değil, bir yok oluş görür. Siyonist İsrail'in faşist hükümeti ve emperyalistler tam da bunu gördüler. Bu anlamda, faşist Dışişleri Bakanı, “İsrail için bu bir hayatta kalma meselesidir” derken kendi açısından haklıdır: İsrail artık, ölüm-kalım savaşı verme noktasına gelmiştir ve bundan kurtuluşu yoktur. Bu intifadada olmazsa gelecek intifadada. Neticede yol açılmıştır; sonuna varılacaktır.

Emperyalistler, ama özellikle de ABD emperyalizmi panik ve korku içinde. Bir yandan İsrail devletinin tüm iplerini bırakmak istiyor ama öbür yandan sonuçlarını kestiremediği için; başka bir ifadeyle, İsrail'in bu savaştan nasıl çıkacağını tahmin bile edemediği için İsrail'i dizginlemeye, olası operasyonda tüm yetkiyi İsrail'e bırakmamaya çalışıyor.

ABD ve diğer emperyalistler için İsrail, İsrail'lilere bırakılmayacak kadar önemli. İsrail'in Ortadoğu haritasından silinmesi, emperyalist kapitalist sistem için telafisi imkansız bir ölümcül darbe olur. Bu yüzden ABD, Filistin topraklarında yürütülecek olası bir kara operasyonu için kendi subaylarını İsrail'e gönderiyor.

Gönderilen subaylar arasında, 2006'da Irak Felluce'de altı bin insanın katledilmesinde sorumlu James Glynn'ın olduğu resmen duyuruldu. Bu insan kasabının özelliği, meskun mahalde muharebede “deneyim sahibi” olması. Korku şu: İsrail ordusu bu konuda büyük bir deneyime sahip değil. Bu yüzden son baskın silahlı intifadada deneyim ve güçleri açıkça ortaya çıkan Filistinli savaşçılar karşısında ağır bir yenilgi alabilir.

Emperyalistler, ama özellikle de ABD, böyle bir ihtimali dahi göze almak istemiyor. Uçak gemilerini, 6. Filoyu Akdeniz'e göndermesi bu yüzden. Almanların “Özel Kuvvetler”ini Kıbrıs'a yerleştirmeleri, İngilizlerin, Fransızların savaş gemilerini Doğu Akdeniz'e göndermeleri bu yüzden. Her şey, siyonist İsrail'i kesin bir korumaya almak için.

İsrail'in nükleer bir güç olması onun yıkımını engelleyemeyecek. Çünkü onu yıkacak güçler dışardan değil, içerden, hem kendi içindeki siyonizm karşıtı güçlerden, hem de işgal ettiği topraklardaki yenilmez Filistin devriminden; yani nükleer silahlarını kullanamayacağı yerden gelecek.