Seçimler geride kaldı ve dinci faşist ittifak yönetimde kalmayı garantiledi. Seçimlerin önceden belli sonucuydu bu. “Sandıkla Gitmeyecekler”di; gitmediler.

Seçimlerin ikinci turundan çok değil, bir gün önce, 27 Mayıs günü, dinci faşist iktidarın mayın tarlasında gezinen adamı Devlet Bahçeli gitmeyeceklerini, bunun için her yola başvurmaya hazır olduklarını şu sözlerle açıklıyordu:

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, isim vermeden CHP Lideri Kılıçdaroğlu'nu hedef aldı. Bahçeli, ‘Gitmeye niyetimiz yoktur. Göndermek için tertip içinde olanları da doğduklarına pişman etmek boynumuzun borcudur’.”

Gizli saklı bir şey yok; her şey aleni, her şey gözler önünde yapıldı. Tüm gelişmeler Leninist Partinin işaret ettiği yönde ilerledi. İş işten geçtikten sonra, yani “atı çalan Üsküdarı geçti”kten, geri dönüş yolu tümden kapandıktan sonra gerçekler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Seçim sonuçlarının sandıkta değil, emperyalist hükümet koridorlarında ve tekelci sermaye sınıfı bürolarında belirlendiği yavaş yavaş açığa çıkıyor. İlk turun, büyük bir karışıklığa, büyük bir çatışmaya yol açmadan RTE'nin az farkla birinci geleceği (ama yüzde elliyi geçmeyeceği) bir sonuçla bitirilmesi kararının “devlet üst aklı” tarafından alındığı haberleri sızmaya başladı.

Neydi bu “devletin üst aklı”? Bu, her şeyden önce faşist devletin gerçek karar alıcı merkezleriydi. Orduydu, MİT'ti, PÖH-JÖH komuta kademeleriydi, ve elbette en önemlisi, en etkilisi, istihbarat örgütleri üzerinden ilişki halinde olan emperyalist hükümetlerle işbirlikçi tekelci sermayenin en büyük, en güçlü kesimleriydi.

Birleşik devrimin gelişimi, iç savaş, ayaklanma koşulları, emperyalist güç odakları başta olmak üzere “devletin üst aklı”nı, tercihini dinci faşist iktidardan yana yapmaya zorluyordu. Yeni bir durum, ya da ortaya yeni çıkmış bir tercih değil. Tekelci sermaye ve emperyalist odakların Ortadoğu'da saldırgan, halkların mücadelesini terörle bastırmaya uygun karakterli bir iktidara ihtiyaçları vardı. Dinci faşist iktidar bunun için biçilmiş kaftandı.

Koşulların bu tahlilinden hareket eden Leninist Parti, seçimin ikinci tura bırakılmasının olası bir halk ayaklanmasının önlenmesi için bilinçli bir tercih olduğunu; ikinci turda RTE' ve dinci faşist yönetimin tekrar seçileceğini yazmıştı. Gelişmeler, Leninist Partiyi yanıltmadı. Aklın almayacağı hile hurda yöntemlerle seçimlerin dinci-faşist ittifak tarafından “alınması”na ne emperyalist hükümetlerden, ne tekelci sermaye sınıfından, ne gerici-faşist “Millet İttifakı”ndan ve hatta ne sosyal reformist partilerden -sızlanmalar dışında- hiç bir itiraz ve tepkinin gelmemesi budur.

Seçimler bitti ve yeni yönetim belirlendi. Yönetime getirilen kişilerin niteliği, emperyalist hükümetlerin, ama özellikle ve öncelikle ABD emperyalizminin dahlini ortaya koyar niteliktedir. Leninist Parti, Türkiye'de hükümetlerin, özellikle kilit bakanlıkların ABD tarafından işaret edilen kişilerden oluştuğunu daha önce defalarca açıklamıştı.

Şimdi bu bakanlıkların hangileri olduğuna ve orada görevlendirilen kişilerin özelliklerini hatırlatalım. Bunların birincisi, kendi çevresi ve burjuva mahallede “İngiliz Mehmet” diye anılan, Mehmet Şimşek'tir. ABD, İngiliz ve Türkiye pasaportu taşıyan bu şahıs, emperyalist mali sermaye tarafından Türkiye'ye bir “komiser” olarak atanmıştır. Tıpkı, iki binli yılların başlarında Ecevit-Bahçeli Hükümetine Kemal Derviş'in “Genel Vali” ya da tam yetkili “mutemet” şeklinde atanmasında olduğu gibi. Mehmet Şimşek budur. Mehmet Şimşek, Amerikan, İngiliz, Dubai mali sermayesinin mutemetidir.

Ancak, “eşeği sağlam kazığa bağlamak” emperyalistlerin vazgeçmeyecekleri ilkedir ve bu yüzden Mehmet Şimşek'i komiser olarak atamakla yetinmediler. Yanına bir de muhafız olarak, “Sert, zeki ve etkili”, yaşamının en verimli yıllarını emperyalist mali sermaye odaklarına hizmet etmekle geçirmiş, bu anlamda, sadakatini de kanıtlamış birini, Hafize Gaye Erkan'ı Merkez Bankası Başkanlığı”na atadılar. Atamayı RTE'nin imzalamış olmasının bir önemi yok. RTE'nin bu atamayı imzalamaktan başka yolu yoktu; önüne konulan atama yazısını onayladı.

Kimdi bu Hafize Gaye Erkan? Kısaca şudur: 2018'deki habere göre, ABD'nin en büyük 100 bankasından birinde başkan ya da CEO ünvanına 40 yaşından önce sahip ilk kadın; bu yıl iflas eden First Republic Bank'ta Eş Ceo ve Başkan; dünyanın en büyük tefeci mali sermaye gruplarından biri olan Goldman Sachs'ta Finansal Kuruluşlar Grubu Analitik ve Stratejiler Bölümü Başkanı Yönetici Direktör; 2022'den beri, New York merkezli Marsh McLennan şirketinin yönetim kurulu üyesi... İşte bu kişi şimdi Mehmet Şimşek'le birlikte ve onun muhafızı olarak ekonomi yönetiminin tepesinde oturuyor.

Savunma Bakanı her zaman hem iç savaş, Kürdistan'da savaş politikaları hem de NATO ile ilişkiler bakımından temel bir öneme sahiptir. Dolayısıyla bu bakanlığa getirilecek/getirilen kişiler her zaman NATO'da görev yapmış, NATO tedrisatından geçmiş, NATO'ya sadakatini kanıtlamış kişiler olur.

Yeni Savunma Bakanı Yaşar Güler'in bu niteliklerin tümüne sahip biri olduğunu özgeçmişine bakınca anlıyoruz. Suriye ile ilgili bir konuşmada, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a “yani bu silahlı kuvvetler her dönemde sizlere lazım olan bir tool -alet-” diyen Yaşar Güler'in askerlik kariyerinde şunları görüyoruz: Silopi'de İç Güvenlik Tabur Komutanlığı ve Roboski katliamı sırasında Genelkurmay İstihbarat Başkanı; Bosna-Hersek'te Akar'ın yardımcılığı, NATO Güney Bölge Komutanlığında (Napoli/İtalya)Muharebe Başkan Yardımcılığı...

Yine de turpun büyüğünü heybede sona bıraktık. Bu, İbrahim Kalın'dır. WikiLeaks belgelerinde CIA'ın gölge kuruluşu Stratfor'a TR-306 kod adıyla kayıtlı olduğu deşifre olan bu şahıs şimdi MİT'in başında.. Şimdi MİT'in başına getirilen bu kişinin antikomünist derneklerde edindiği tedrisatı bir kenara bırakıyoruz; Pentagon, CIA gibi kuruluşlara danışmanlık hizmetleri veren Stratfor'da İbrahim Kalın hakkında oluşan şu kanaat onun Amerikancılığı hakkında net bir fikir vermeye yeter:

“Bu adam büyük bir kaynak, ilişki gizli kalmalı, İbrahim'in müdahale yeteneği bizim statümüzü ortaya koyuyor. Bu adam büyük bir kaynak.” “Bu adam”ın MİT'in başına getirilmesini kim istemiş olabilir?

Başka söze gerek var mı?

En amerikancı yönetimlerden biri, sosyal reformist partilerin ve uzlaşmacı küçük burjuva partinin halkları sürükledikleri bir seçim sonucu kurulmuş oldu.

Sandıkla gitmediler, yine gitmeyecekler! Bir halk ayaklanması bunları göndermenin tek yoludur. İki ülkenin işçi sınıfı ve yoksul halklarının öfkesini bir isyana, bir ayaklanmaya çevirmek günün temel görevidir.