Bu bir ABD-NATO operasyonu. Baştan beri açık, net bir plan doğrultusunda gelişti. PKK'nin üç yöneticisinin başına ödül koymak dahil, tüm her şey belirlenmiş bir ajanda doğrultusunda ilerlemekte.

Plan, Türkiye, Barzani yönetimi ve Irak hükümeti “eşgüdümü” ile devreye sokuldu. Kuşkusuz her tür istihbarat ve teknik destek, bizzat ABD ve NATO (“Koalisyon Birlikleri”) tarafından sağlanmaktaydı. Öncelikle Rojava ile Kandil bağlantısı kesilecek, Rojava’daki ABD eğilimli ekip ve Barzani’nin “Roj peşmergeleri” ve ENKS ile Rojava devrimi tamamen tasfiye edilecek ve en nihayetinde Kandil (yapılabilirse) ortadan kaldırılacak... Sözün özü, 22 yıl önce Öcalan’ı Türk devletine teslim eden ABD-NATO güçleri, şimdi de birleşik devrimin Kürdistan ayağına en büyük darbeyi vurmak için harekete geçiyordu. Çok kaba hatlarıyla yapılmak istenen buydu.

TSK çok uzun süredir Güney Kürdistan’da üslenmiş durumda. Karakollar, denetim noktaları ve hatta üsler kuruyor. Erbil, MİT’in ana karargahlarından biri haline geldi. Yoğun ajanlaştırma faaliyetleri ve Barzanigillerin açık işbirlikçiliği sonucu önder askeri kadrolara suikastlar yapıldı.

Sınırdan 8-10 km içerilere kadar geçilmiş, askeri noktalar kurulmuş durumdaydı. (S)İHA’lar aralıksız uçuyor, sürekli hava bombardımanları yapılıyor, Kandil amansız bir ateş altına alınıyor. Uzunca bir süredir bu durum geçerli.

Diğer tarafta, bir askeri kol Rojava sınırında Şengal’e inmek için fırsat kolluyor; Gare örneğinde olduğu gibi hatırı sayılır bir derinlikteki bölgelere nokta baskınlar icra edilmeye çalışılıyor.

Elbette tüm bu askeri hamleler, ABD’nin siyasal ve askeri-teknik desteği olmadan yapılabilecek işler değil. TSK’nın kendi başına bu kapsamda bir harekata girişebilmesi, siyasal dengeler açısından da, uluslararası güç dengeleri açısından da pek olası değil. Yukarıda bahsettiğimiz ABD koordinasyonu ve desteği tam da bunlar için.

Tüm bu desteğe rağmen bir süredir askeri-teknik anlamda da TSK’nın zorlandığını, başarı sağlayamadığını, hatta kısmi bozgun ve geri çekilmeler yaşadığını görmekteydik. Dün itibariyle Avaşin-Zap hattında bir kademe geri çekildiği haberleri düştü ajanslara. Yedek güçlerin devreye girmesi, gerilla güçlerinin tümden çevrelenmesi için Güney Kürdistan burjuva yönetiminin uğursuz rolüne gelmişti sıra.

Barzani’nin Peşmerge kuvvetlerinin gerillayı arkadan kuşatmak istemesi yeni değil. Daha önceki yazılarımızda işaret ettiğimiz gibi Kani Masi’ye yerleşerek bunu yapmak istemişti. Ama gerillaların sert karşılık vermesi ve Güney Kürdistan’ın iç dengeleri buna izin vermedi. Şimdi durum farklıydı. TSK’nın çok yoğun saldırısı gerilla kuvvetlerini zorlamaktaydı. Bu şartlar altında Peşmergenin Metina bölgesine yerleşmesi, PKK gerillalarının arkadan kuşatılması ve hareket yeteneğinin büyük ölçüde sınırlanması anlamına gelecekti. Böylece Zaho, Amediye ve Duhok arasındaki geçişler engellenecek, gerilla belirli bir alana sıkışacaktı.

Besbelli ki bu askeri plan, tek bir karargahtan yapılmıştı. Özcesi, KDP-Peşmerge güçlerinin hamlesi Türk ordusunun yürütmekte olduğu askeri planın bir parçasından ibaretti. Daha açık söylersek, Peşmergenin Metina’ya konuşlanması direktifi Erbil’den değil, Ankara’dan verilmişti.

HPG’nin yaptığı açıklamaya göre, sabah saat 4 sıralarında “Metina bölgesindeki güçlerimize ait kamp sahamıza giren KDP güçlerini uyarma amacıyla sadece ferdi silahlar kullanılarak havaya ateş açılmıştır. Ancak bu uyarıyı dikkate almayarak ilerleyen zırhlı araçlardan birisinin nasıl darbe aldığı tarafımızca tespit edilememiştir. Önceden döşenmiş bir mayının mı patladığı, yoksa bir hava saldırısı mı olduğu tespit edilememiştir.”

Bu olayların hemen ardından TSK SİHA’ları Mahmur kampını bombaladı. RTE birkaç gün önce kampın hedefe konulduğunu açıklamıştı havuzun lağım farelerine. Metina-Mahmur eşgüdümünü ve SİHA kullanımını da not etmiş olalım.

Metina bölgesindeki bu olaydan hemen sonra Barzanigillerden (KDP, Parlamento, G.Kürdistan yönetimi, hepsi!) çok sert tonlu kınama açıklamaları, diğer güçlere ve uluslararası camiaya çağrı üstüne çağrı yükseldi. Yapılan açıklamalar da tüm bu yaşananların önceden planlandığını gösteriyor. Her şey belirli bir plan dahilinde gelişiyor. Savaş kararı verilmiş ve onun gerekleri yerine getiriliyor!

Ulusal kurtuluş mücadelelerinin devrimci burjuva güçleri tarih sahnesinden kalkalı çok oldu. Ulusal sorunun olduğu hemen tüm olaylarda burjuva güçler, burjuva devrimci rolü çoktan terk ettiler. En ileri olanlar bile burjuva reformcu yolu tuttular. Keyifleri öyle istedi diye değil. Tamamen ekonomik ve siyasal sürecin evrimi ile alakalı bir durum bu. Kapitalist zincirin böylesine küresel bir özellik kazandığı, tüm ülke ekonomilerinin tümden iç içe geçtiği, “ekonomik tam ilhak” eğiliminin belirleyici olduğu bir çağda, siyasal anlamda ulusal sorunun süregeldiği toprakların burjuva güçleri, istisnasız hepsi, emperyalist sermaye ile iç içe geçen çıkarlara sahipti. Siyasal olarak da bu çıkarlara uygun bir yol tutturdu. Bu anlamda söz konusu burjuva güçler “ulusal ihanet” içinde değildi, zira, “ulusal kurtuluş” türünden dertleri kalmadı. Bu sürecin en tartışma götürmez örneklerinden biri, Güney Kürdistan burjuva yönetimidir, özellikle de Barzanigillerdir. Şu an gözümüzün önünde olup bitenler tamı tamına bunun kanıtıdır.

Güney Kürdistan burjuva güçleri, özellikle de Güney Kürdistan burjuvazisi ve askeri-politik güç olarak yönetimdeki Barzani ekibi, yalnızca Güney’deki değil, tüm Kürdistan parçalarındaki devrimci güçlere, yoksul emekçilerin hareketine düşmandır. Bunlar devrimci güçlerin tasfiyesi için bölge gericiliği ve emperyalistlerle işbirliği içinde var güçleriyle çalışmaktalar.

Barzani şahsında Kürdistan burjuva güçleri sadece PKK’ye karşı değiller. Onlar, bir ABD-NATO planı olan “Kandil’in tasfiyesi”nin bir parçası olarak hareket ederken, aynı zamanda Rojava devriminin tasfiyesi için çalıştıklarının bilincindeler. ENKS ve Roj Peşmergeleri eliyle bunu son derece bilinçli bir şekilde yürütüyorlar.

Bölgenin tüm gerici güçleri ve emperyalistler “Kandil’in tasfiyesi” konusunda birleşmiş durumdalar. Zira bu, Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin en önemli gücünün tasfiyesi anlamına gelecek. Dengeleri bölge karşı-devrimi yararına değiştireceğini düşünüyorlar.

Hiç kuşku yok ki, bunun tersi de doğru. Birleşik devrimin bu süreçten zaferle çıkması, Türk tekelci kapitalizmi başta olmak üzere tüm gerici rejimlerin çöküşünü ve bölge genelinde güçlü devrimci sıçramaları gündeme getirecektir. Sınırda sürüp giden savaş, devrimimizin seyrine son derece güçlü etki edecektir.

Emekçi sınıflar açısından Türk ordusunun bu işgal ve imha saldırısına karşı olmak, sadece “enternasyonal dayanışma” bakımından değil, bizzat kendi özgürlük mücadelelerinin geleceği açısından da büyük öneme sahiptir.